Nereye gidiyoruz biz
Örümcek, ağını kendi özünden örüyor, sonra onunla oynuyor, en sonunda ipliği tekrar içine çekiyordu; tıpkı Rabbin, ebedi, değişmez, biçimsiz, niteliksiz, mutlak biliş ve mutlak mutluluk olan özünden evreni var göstermesi, bir süre onunla ve o olarak oynaması, sonra her şeyi tekrar kendi içine alması gibi.
[Bhagavatam’dan]
Şüphesiz ağların en zayıfı örümcek evidir; keşke bir bilselerdi…
[Ankebut:41’den]
Ayrı benlik, bir ağa yakalanmış boşluk gibidir, görünüşte sınırlı ama gerçekte hiç de öyle değil.
[R. Spira]
~
Acı çektiğimi sanacaksın…
Ölüyormuşum gibi gelecek…
Bırakılmış eski bir deniz kabuğu gibi görünecek ten kalıbım…İyi ama eski deniz kabuklarına acınmaz ki…
…
…
…Ve bir ağaç gibi tek başına ve usulca devrildi.
Sanma düşerken bir ses duyuldu…
Her yan kumdu…
Kendi-kendi-ne kondu~
Bak işte şuracıkta sol yanımda, manâ inceldikçe inceldi…
Yücelerdeniz, yücelere gidiyoruz biz
Ve bir denizdeniz, denize gidiyoruz biz
Hak yolu, iğne deliğinden inceyse de
Tek iplik gibi tekleşerek gidiyoruz biz.
Bilirsin işte bir iplik, en ufak bir lifi bile dışarı çıkmışsa iğne deliğinden geçemez ya…
A söz, hâmûş ol da gelme artık benimle
Gör ki “bensizlik” özlemiyle bizsiz gidiyoruz biz.
[Cenâb-ı Mevlevî’den]
~
Kucağımda düştün
Kollarımdan düşmüş oldun
Gözünü yumdun
Hâmûş oldun
Sus~pus oldun
Sesin kumlara karışmış oldu.
Ve kumlar, rüzgârla birlikte…
Sanki hiç konuşmamış gibi esmeye devam etti.
~
Hayır hayır, bu şarkı burada bitmemeli…
Hani sabahları seversin ya sen ey sevgili…
Tamam hadi buradan yürümeli
~
Bilmem sabahlardan hangi sabahtı,
O eskimeyen deniz kabuğunun içinde,
Daha önce hiç duyulmamış bir ses vardı:
Dalgaların gelip geri çekilmesi gibi, her yeni doğanın kendi kendine mırıldanması gibi…
Ama görünür de bir dalga da yoktu hani…
Sadece “gel” vardı ve “git”
Ve “gel” ile “git” arasında,
Bir an bile durmayan,
Hep akan bir hiç.
İşte o hiç,
Senin adın oldu.
Ve sen,
Adını ilk kez duymuş gibi,
Gülümsedin.
Ne güzel gülüyorsun ey sevgili…
~















