KURBAN İBADETİ
KURBAN İBADETİ
Malumaliniz ‘kurban’ kelimesinin gerçek mânâsı ‘Allah’a yaklaştıran’ veya ‘kendisiyle Allah’a yaklaşılan güç’ demektir.
‘Kul’ kelimesinin gerçek anlamı; Allah’a yakın olmak için yaşayan varlık demektir. Allah’a tapan, O’na ibâdet eden, O’na hizmet eden demektir.
Kevser Sûresi’nde ‘kurban’ geçiyor. Sûre şöyle; “Muhakkak ki biz sana kevseri verdik. Öyleyse Rab için secde et ve kurban kes. Muhakkak ki soyu kesik olan, yâni ebter olan, soyu kesilecek olan sana kötü muâmele edendir, sana lânet edendir” diyor Hazreti Allah.
Kevser; aşk şarabıdır. Aşkın mânâsını verdik. Biz sana Peygamber vâsıtasıyla aşkın hakîkatini verdik, yaratılışın sebebini öğrettik. Yâni biz Kur’ân’ın hakîkatini, Peygamber vâsıtasıyla senin gönlüne indirdik. Gerek onun yaşantısıyla, gerek onun vâsıtasıyla. Bunun karşılığında senden iki şey istiyoruz;
· Secde et.
Yâni kendi varlığından geç, hiçliğini idrak et, nefsini ve egonu yok et, yokluğunu bil. Bu, çok önemli bir makamdır, fenafillaha eriştirir insanı.
· Kurban kes.
‘Kurban kes’ demek; yok olduğun zaman, o hâlini dâim kıl. Yâni nefsini tamâmen keserek, egondan kurtul ve o hâlini dâim kıl, kütleni azalt, varlığını yok etmek demektir. Bu makama ‘fenâ makamı’ denir, varlığından kurtulma makamıdır.
Demek ki Allah’ın verdiği Kur’ân ve Kur’ân’ın hakîkati olan Peygambere şükür için, yok olmak ve nefsini kurban etmek lâzım.
Kurbanın tasavvufa göre mânevî hakîkati; nefsini yok etmek demektir. Bunun Hz. İbrâhim’e gelmesinin sebebi ise; İbrâhim’in evlâdına olan düşkünlüğü, nefsânî son düşkünlüktü ve o düşkünlükten Allah için vazgeçmesi, yâni o düşkünlüğünü vermeye çalışması ‘kurban’ mânâsına geliyor. Burada nefsini ifâde eden İsmâil’in de gözünün bağlı olması, “Ben râzıyım, gözümü bağla da başımı öyle kes babacığım” demesi de; nefsin kesilmeye hazır olduğunu, yâni kendini fedâ etmeye hazır olduğunu gösteriyor. Bu tıpkı şuna benziyor; meselâ bir şeyini düzeltmek için doktora gidiyorsun, “Beni şu konuda düzelt” diyorsun. Doktor ilk olarak sana şu soruyu sorar: “Sen o düzelmeyi gerçekten istiyor musun, hazır mısın? Yoksa benden bir mûcize mi bekliyorsun?” Nefsin eğer ona hazırsa ancak doktorun ona faydası olabilir. Bu durumda demek ki, iç mânâyla nefsini vermek; Allah’a kurbiyet, ‘kurban’ın kelime olarak anlamı, ‘yakınlık’ demektir, Allah’a yakınlık sağlar. Dış mânâsıyla kurban kesmek, yâni şeklen de bir kurban kesmek; bu yakınlığı kolaylaştırır.
Burada kurbanı kesmeyi de biz yanlış anlıyoruz ve onun için îtiraz ediyoruz. Hâlbuki biz eskiden askere gidecek çocuklarımızı kınalardık, şehit olsun inşallah diye. Evlâdının bile şehâdetini isteyen anne, Allah için ölümünü isteyen anne o kurbanı, o hayvanı Allah için fedâ etmez mi?
Bir de dünyâdaki en güzel âdet, İslâm’daki âdettir ki, hayvanı hiç üzmeden, sıkmadan, tedirgin etmeden, seve seve ve hiç acı vermeden bir kerede keserler ve hayvanın yenilen eti insana karıştığı için faydalı olur.
Kurban kesmenin yerini başka bir ibadet karşılamaz. Tabii ki insanların çeşit çeşit düşünceleri var. Ama bir hadîs-i şerifte, Peygamber Efendimiz: “Akan bir damla kan dahi, senin günahlarını yok edici güçtedir. Onun için, bunu kesmekten vazgeçme” diyor. Burada kurban kesmeye karşı olanların birçoğu, ahtapotları, ıstakozları diri diri haşlayarak yediklerini biliyoruz. Balıkları tutarken boğazlarını parçaladıklarını biliyoruz. Birçok canlı hayvana eziyet edildiğini biliyoruz. Oysa kurbana bir eziyet de edilmiyor. Yâni bunu birçok sosyologlar, psikologlar, hayvan bilimciler incelemişler, İslâm’daki kesilmenin ne kadar lütuf olduğunu, hayvanı hiç tedirgin etmeden gayet güzel bir şekilde Allah’a fedâ edildiğini anlatıyorlar. O bakımdan, hayvan bir eziyet çekmiyor. Bir de tabii ki et yiyoruz ve ete ihtiyâcımız var, B12 olarak çocuklarımıza et yedirmek mecbûriyetindeyiz. Onun için, bunu kurban olarak yapmak çok önemli.
Hac Sûresi’nde: “Bu eti üçe bölün; 3/1 ini kendiniz yiyin, 3/1 ini fakirlere verin, 3/1 ini de komşunuza verin” diyor. Burası çok önemli. İç mânâsıyla; Eğer insan nefsini kurban ederse, egodan kurtulmuş bir insanın en başta kendine faydası var, huzur ve mutluluk getirir. Etrâfa, çevresine faydası var, çünkü o huzûru etrâfına taşır. Bir de bu huzurdan dolayı, etrâfıyla yakınlık sağlar, akraba olur, yakınlık sağlar. Eti de bu şekilde dağıtmak gerekir. Görüyoruz ki, iç ve dış mânâlar birbirine tamâmen uyuyor.
Hiç unutmam, Babam 1960 yılında ihtilal dolayısıyla hapisteyken, büyük bir evliyâ olan Nazlı Annemin bize iki koç gönderdiğini ve “Bunları biri Cemâlnur ve biri Âsuman için kesilsin” dediğini hatırlıyorum. O zaman evlerde kurban keserdik ve hiçbir zaman da bir vahşet oluşturmazdı. İnsanlar bunu aşkla, sevgiyle yaparlardı ve Kurban Bayramlarında mutlaka âileler bir araya gelir ve böylece akrabalık kuvvetlenir, sevgi artar ve çok neşeli zamanlar geçerdi. Ben Kenan er-Rifâî Hazretlerinde, bayramların nasıl olduğunu bilmiyorum, görmedim ama Sâmiha Anne ile gördüm bayramların zevkini. Önce kurbanlar kesilmesi için, sabah erken buluşulmaz, kurban kesildikten sonra öğleye doğru el öpme merâsimleri olurdu.
Bayramlar da, Allah’ın lütfudur. Her ânımızı bayram etmek için nefsi fedâ etmek çok büyük lütuftur. Kurban Bayramı da yakınlığı ve yakınlaşmayı ifade ettiğine göre şimdiden muhabbet ve ünsiyetle hayırlı bayramlar diliyorum.