Mevlânâ ve Dîvân-ı Kebîr

A+
A-

Mevlânâ ve Dîvân-ı Kebîr

 

Ekrem Demirli

 

Mevlânâ’nın eserleri arasında en dikkate değeri Dîvân-ı Kebîr olduğu kadar okunması ve yorumlanması güç şiirleri içeren eser de Dîvân‘dır. Hacimli sayılabilecek kitap, büyük bir şair ve sanatkâr olarak Mevlânâ’nın kabiliyetini tebcil etmenin ötesinde belirli bir ana fikir ekseninde yazılmış yüzlerce şiiriyle ilâhî aşk ve insan yolculuğunun en nefis anlatımını içerir. Eserdeki coşkulu anlatım, Mevlânâ’nın sanatını anlatmak üzere seçtiği örnekler, günlük hayat örneklerinden doğaya oradan gökyüzüne uzanan anlatı, başka hiçbir eserde görülmeyecek zengin bir muhteva ortaya çıkartır. Temaların ağırlıklı olarak Fars şiir geleneğinden iktibas edilmiş olması muhtemeldir, fakat yine de şaşırtıcı yaratıcılık gözlenir. Mevlânâ üzerindeki araştırmalar daha çok Mesnevi ve onun şârihleri üzerinden yapılmış olsa bile dikkatimizi daha çok Dîvân‘a teksif etmek, tasavvuf ve şiir, tasavvuf ve ahlak, kısmen tasavvuf ve metafizik ilişkisinin boyutlarını fark etmek bakımından yararlı neticeler ortaya çıkartabilir.

Dîvân‘ı uzun bir süredir Vav Radyo’da okuyorum, birçok şiirini tahlil ederek Mevlânâ’nın düşüncelerinin izlerini sürmeye çalışıyorum. İtiraf etmek gerekir ki birçok şiirde ciddi sorunlar, tahlilde zorluklar ortaya çıkıyor; şiirleri ayrıştırmak, herhangi bir şiiri genel düşüncesine başvurmadan bağımsız bir metin olarak yorumlamakta zorlanıyorum. Dîvân‘da okurun karşılaşabileceği en çetin sorunlardan biri, birbirini andıran şiirleri ayrıştırarak müstakil şiirleri, bağımsız metinler olarak okumanın imkanı meselesidir. Şiirlerin ana fikirleri birbirine benzer olduğu gibi seçilen temalar, kullanılan tabirler neredeyse birbirinin aynısıdır. Dünya betimlemeleri, gökyüzü anlatısı, felekler, ay, güneş gibi göksel varlıklarla ilgili tabirler, bütün bunların aşığın yaşadığı hallerin ifadesinin bir aynası haline gelmesi, birbirine benzer sözlerle izah edilir. Bütün bu şiirleri ayrıştırmak, aşığın geçtiği çeşitli hallerin ve farklı makamların, menzillerin ifadesi olan şiirler olarak okumak mümkün müdür, değil midir? Hiç kuşkusuz Mevlânâ şiirlerini müstakil halleri anlatan şiirler olarak yazmış olmalıdır, bunda tereddüt yoktur. Üstelik birçok yerde sözü bilinçli bir şekilde kesmekten, söylenenin yeterli gelmesi gereğinden söz ederek okuru daha da şaşırtır. Bir de ardı gelseydi Dîvân nasıl bir kitap olurdu?

Dikkate değer bir unsur ise şiirin atıf yaptığı konular ve sahayla ilgili ortaya çıkan sorunlardır. Şiirde aşığın zamanı daha çok gece ve seher olsa bile yaşadığı hal sürekli bir aydınlıktır. Mevsim ise daima bahar, her şeyin canlandığı ve bir şöleni yaşadığı bahar mevsimidir. Aşığın iştiyak ve özlemi baharda coşkulu bir çağlayana dönerek âlemdeki varlıkların hareketine ve coşkusuna iştirak eder. Haddizatında aşk hali, evrende oluşan birbirine doğru ve nihayetinde mutlak güzelliğe doğru gerçekleşen hareket ve dönüşüme iştiraktir. Mekan ise bahar mevsiminde yeşeren türlü çiçekler, büyüyen ağaçlar, baş kaldıran bitkileriyle büyük bir bahçedir. Bu bahçe, insan ruhunun farklı hallerini temsil eden kuşlarla doludur ve sürekli ötüşlerle daimi bir musikiyle bahçeyi ihya ederler. Şiirde bu bahisteki açıklamaları anlamak ve aşk teorileri ekseninde yorumlamak mümkündür. Haddizatında bütün dünya ve varoluş bir bahçe, insan ise bu güzellik etkisi altında kendinden geçmesi gereken kuşlar gibidir. Tanrı’nın yarattığı âlem ‘olabilecek âlemlerin en mükemmeli’ ise dünya ancak böyle bir misalle izah edilebilir, bütün dünya gül bahçesi olarak telakki edilebilirdi. Dünya bir gülistan olduğu kadar insan o bahçede ötüşen sonsuz sayıdaki ve türdeki kuşlarla birlikte bazen yerde bazen gökteki harekete katılan iki dünyanın manasıdır. İçinde yaşadığımız dünyayı bize kederli bir dikenlik olarak yaşatan şey, insanın kaygılı yaşamı ve Mevlânâ’nın sözleriyle ‘buğday’ ile sarhoş olmasıdır. Bu bakımdan kadehlerle, küplerle ‘saf’ şaraplar içerek buğday sarhoşluğundan ayılmak dünyayı olduğu hal üzere görebilmenin yegâne yoludur. Buğdaya mukabil üzüme dikkatimizi çeken şarabı ikram edecek olan ise maşuk, yani mürşittir. Bu bakımdan ondan sürekli kadehimizi doldurmasını istemek, ısrar etmek, onun bu yolda bize verebileceği cefa ve sıkıntılara katlanmak, buğday sarhoşluğundan kurtulabilmenin biricik yoludur. Vakıa buğday ile üzüm, buğday sarhoşluğu ile şarap sarhoşluğu aklın iki hali ve iki derecesi arasındaki karşıtlıktan ibarettir: İç güdülerle malul, korkutulmuş ‘akıl’ ile bağlarını kopartarak ruhun yolunu tutan ‘kalp’!

Sûfîlerin şarap ve kadeh üzerinden dile getirdikleri düşünceleri ciddi fakat sistematik olmayan bir akıl ve düşünce eleştirisi olarak okumak, dini düşüncenin insanı taşımak istediği hakikatle aklın ve ruhun ilişkisini kurmada verimli neticeler ortaya koyacaktır. Sarhoşluk, aklın içgüdülerle kuşatılmış mağarasının dışına çıkarak gerçeği olduğu hal üzere idrak edebilmek için mağaranın dışında olmak ve aydınlanmak demektir. Dini düşünce gelenekleri başından beri akıl eleştirisi olarak ortaya çıkmış, tasavvuf ise ‘sarhoşluk’ tabiriyle din bilimlerinde oluşan uzlaşmacı ‘örfî’ akılcılık eleştirisiyle kritiği en ileri noktaya taşımıştır. Metafizik bir arayıştan söz edeceksek, tasavvuf yolu önyargıları kırmak, bağları kopartmak ve korkuları yenmek üzere gelişen gerçek bir akılcılık yoludur demek bizi doğru bir tavra taşıyabilir. Bu itibarla temel yaklaşım ‘ihtiyaçlar’ ve faydalar üzerine kurulu akılcılıkla gözle görünen ‘bedensel’ faydaları aşarak daha büyük bir hakikate yönelmek, daha büyük bir hakikate varmak üzere gerçek aklı takip etmek üzere cesaret yolunu takip etmektir. Bize bu cesareti verecek tek şey ise sarhoşluk olabilir. Dîvân‘ı bu yaklaşımla okuduğunuzda bir sorunla karşılaşmazsınız fakat şiirlerdeki benzerlik sorunu yine ortadan kalkmaz.

Üzerinde durmak gereken başka bir konu ise gökyüzü ve gökyüzü hareketleriyle aşığın ilişkisidir. Aşk bir harekettir ve evrendeki her hareket ‘kemale’ güzele doğru olduğu ölçüde aşkın tezahürüdür. Bu itibarla aşk evrendeki asıl-fer, var eden-edilen arasındaki görünmez irtibatların bir anlatımıdır. Gökyüzü kadim zamanlardan beri insanlar için güzelliğin, iktidarın, yönetmenin, aynı zamanda ahlakın ve güzelliğin mekanıdır. Gökyüzündeki cisimler her zaman insanların dikkatini çekmiş, onların ihtişam ve heybetleri insanlar için ideal varlık tarzını temsil etmiştir. Dîvân, gökyüzü ile yeryüzünü aynı ilke, yani Tanrı’nın tecellisinin aynası olmada birleştirerek ilâhî tecellinin sonsuz menzilleri haline getirir. Bu katmanların müşterek noktası ise insandır. Mevlânâ insanın öteki varlıklardan üstünlüğünü, maşukun güzelliğinin gökyüzünü kıskandırması gibi birçok benzetmeyle açıklar. Maşuk öyle güzel bir varlıktır ki yüzünü gösterdiğinde ay, yıldızlar, güneş kendini gizler, onun güzelliğinden perdelenir. Bütün bu açıklamalar, bir okur için abartılı gelse bile, Mevlânâ’da abartı teşkil etmediği kesindir.

Üzerinde durulması gereken başka bir konu ise Şems-i Tebrîzî’nin şiirdeki ayrıcalıklı yeridir. Dîvân, Şems’in kitabıdır, bu kesindir. Şiirler Şems’e yani bir insana yazılmıştır, doğrudan veya dolaylı olarak şiirler ona doğru gider. Şems, maşukun ta kendisiyken aynı zamanda bütün varlığın gerçekte olduğu hal üzere idrakini sağlayan gerçek bir ışık, o varlığın kendisinde temaşa edildiği pürüzsüz ve büyük bir aynadır. Şems bir cihannümâ yani dünyayı gösteren ayna olarak aşığın varmak istediği hakikattir. Şiir daima ona doğru akar, şiir onunla konuşur, onu arar, onunla söyleşir. Doğrusu bu şiirlerde genellikle maşuku Allah olarak yorumlayarak şiiri başka bir istikamette yorumlamaya meyilli olmuşumdur. Fakat hakikat değişmiyor: Dîvân‘da aşık-maşuk ilişkisi denilince akla Şems geliyor. Şiiri anlamayı zorlaştıran noktaların başında burası geliyor. Mesele insan türünde mutlak güzelliği, mutlak iyiliği ve mutlak varlığı temaşa etmek değil, belirli bir insanda ve sürekli onda temaşa etmiş olmaktır. Mevlânâ’nın dışında bilhassa takip ettiğim hiçbir düşünürde ‘Şems’ gibi bir konuya şahit olmadım. Erken tasavvufta ortaya çıkan ‘şatahatlar’ veya velâyet teorisiyle kıyaslandığında daha çetin bir durumla karşılaştığımız bir sorundur bu. Kuşkusuz Dîvân‘ın çetin kısmı Şems’tir.

Ekrem Demirli

ETİKETLER:
YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR