MİTHAT BAHARİ’YE GÖRE MEVLANA VE YUNUS

A+
A-

MİTHAT BAHARİ’YE GÖRE MEVLANA VE YUNUS

1924’te tekke ve zaviyelerin kapatılması ile uzun bir geçmişe sahip olan Mevlevihaneler de kapatılmak durumunda kalır. Sadece Konya’daki Mevlana Dergâhı “Asar-ı atika” müzesi olarak hizmet vermeye devam eder. Bu süreçte Mevleviliğin zengin kültürü ve birikimi de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Tekkeler kapatılmadan kısa bir süre önce Konya makam çelebisi Abdülhalim Çelebi, Ankara’da bir sohbet sonrasında, başındaki destarlı sikkeyi çıkarıp Mithat Bahâri Hazretlerine giydirir. Bu sıralarda Kasımpaşa Mevlevihânesi Mesnevihânı olan Mithat Bahârî Beytur, bu olay sonrası son Mevlevi Şeyhi olarak anılır ve saygı görür.[1]

Bundan sonraki süreçte pek çok Mevlana aşığı gibi Mithat Bahârî Hazretleri de gönlünde yanan aşk ateşiyle etrafını aydınlatmaya devam eder.  Yaptığı sohbetler ve yetiştirdiği öğrenciler ile Mevleviliğin bu zengin kültürünü ayakta tutmaya çalışır. Bir taraftan da gönül dostu Feridun Nafiz Uzluk ile uzun yıllar mektuplaşır. Bu mektupların birçoğu bugün “Pir Aşkına” isimli kitapta Doç. Dr Nuri Şimşekler tarafından bir araya getirilerek okuyucuların hizmetine sunulmuştur.

Bu sıkıntılı süreçte bir taraftan kalemini hiç elinden bırakmaz. Yazdığı eserlerle bu zengin kültürü gelecek nesillere taşımak ister. Yirmiyi aşkın eserlerinin bir kısmını bastırma fırsatı bulur. Bir kısmını ise imkânsızlıklar ve devrin zor şartları içinde yayımlama fırsatı bulamaz. 1971’de İstanbul’da vefat ettiğinde geride önemli bir hazine ve iki evlat bırakır. Bu hazine onun eserleridir.

2012 yılı başlarında bir sahaftan satın aldığım üç adet defterin Bahârî Hazretlerinin kayıp olan eserlerinden olduğunu tespit edince hemen çalışmalara başladık. Bulunan bu eserleri, “Tarih, şiir ve musiki bakımından Mevleviler, Mevlevihane hatıraları ve Mihrab-ı Aşk” tı. Bu eserlerin yanında bazı mektupları ve makaleleri de bulunuyordu. İşte bizim yazımıza konu olan da bu makalelerden birisini teşkil ediyor. Bahârî Hazretleri tıpkı eserleri gibi bazı makalelerini yayımlama fırsatı bulmuş, bazılarını ise maalesef o günün imkânsızlıkları içinde neşredememiştir.  Mesela ortaya çıkan defterlerinin içinde bulunan yazılarından bir tanesi, 1966 yılında Konya ihtifalinde Güldeste’ye yazarak gönderdiği “Mevlana kim dir?” başlıklı makalesidir.[2]

Yaptığımız ön araştırmada henüz yayımlandığına dair bir bilgiye rastlayamadığımız aşağıdaki makalesini siz değerli okuyucularımızla paylaşma gereği hissettik. Sözü daha fazla uzatmadan bu konuda söz sultanı olan Bahârî Hazretlerinin ifadelerine kulak verelim:

Kasım KOCABAŞ

ÂŞIKLAR, ARİFLER SULTANI MEVLÂNA VE DERVİŞ YUNUS

“Makalemin başlangıcını görüp de Mevlâna’yı Derviş Yunus ile mukayese ediyorum sanmayınız. Verâset-i Muhammediye’de ekmel cihetle Hz.Muhammed’i temsil eden Mevlâna, hiç kimse ile mukayese edilemez. Benim bu yazıyı yazmaktan maksadım; bazı yanlış düşünen uydurucuların, halka telkin etmek istedikleri yalan yanlış sözlerin doğru olmadığını anlatarak yanlışı düzeltmek ve halkı o Allah maşuku Mevlâna hakkında yanlış fikirlere sapmaktan korumaktır. Yazılarım sırf Allah için bir hakikat ifadesi ve sırf Allah için bir hizmettir.

Hakikat şudur ki: Mesnevi, Yunus Emre için bir ilham hazinesi olmuştur. Hak Kuran-ı Mübin’de “ Ben insana ruhumdan üfürdüm, canımdan can verdim”[3] buyrulur. Mevlâna Allah’ın bu kelamını Mesnevi’de açıklarken, insanın hakikatini Hakk’ın bir zenginliğinden ayrılış acısını yana yakıla tasvir ediyor. Derviş Yunus Mesnevi’den aldığı ilham ile bu hakikati, bu acıyı su dolabına söyletiyor. Bu sözü hazindir, güzeldir. Ama bir insanı ney’e benzetişle dolaba benzetiş arasında incelik, zerafet ve güzellik noktasından bir hayli fark vardır. Bahusus ney ki, insan dudağı onu öpmedikçe, onu üfürmedikçe feryat etmez, bir şey söylemez. Halbûki dolapta ney deki bu meziyeti bulamazsınız.

Mevlâna ilimde, irfanda feyz-i Muhammediye’de, şiirde, güzel söz söylemekte, huy ve heveste tektir. Çünkü tek olan Hazreti Muhaamed’in tekliğinde fani olmuştu. Meziyetlerin bu derecesi kimsede olamaz. Bu, Mevlâna’ya bir Allah vergisiydi. Mevlâna’nın velud-u tabii, Allah’ın ilham ve nükteler kaynağı olmuştu. Bütün sözleri mecaz olsun hakikat olsun hepsinde ilâhi, lâhuti bir cevherin nuru vardır. Kimsenin hatırına gelmeyen nüktelerle, hatta incilerle dolup taşmaktadır.

Bazıları Derviş Yunus’u Mevlâna ile muasır addediyorlar. Hatta Mevlâna ile konuşturuyorlar. Benim kanaatime göre Derviş Yunus Mevlâna ile muasır değil, belki Sultan Veled Efendimiz ile muasırdır. Zira Mevlevi tarihini yazan kaynakların hiç biri Derviş Yunus’tan bahsetmiyorlar. Eğer Deraviş Yunus Cenab-ı Mevlâna ile muasır olsa idi ve görüşseydi kaynaklar ondan muhakkak biraz olsun bahsederlerdi. Derviş Yunus’u Mevlâna ile görüştürenlerin bazılarına şaşırıyorum. Derviş Yunus’un ruhunu muazzep edecek yalanlar uydurmaya kadar varıyorlar. Güya Mevlâna Efendimiz demiş ki:

“-Ben hangi makama yükseldimse Derviş Yunus’u o makamda ayağının izini gördüm.”

Güya Derviş Yunus Hz. Mevlâna’ya demiş ki:

“- Niye bu kadar eserler yazmak zahmetine katlandın? Benim gibi ‘Et ve deriye büründüm, Yunus diye göründüm’ deseydin yeter giderdi.

Hayır, hayır efendim. Derviş Yunus kendi haddini bilenlerdendi. Mesnevi’sinden ilhamlar aldığı koca Mevlâna’ya karşı ancak tazim ve terkimden başka bir şey, bir his duyamaz ve karşısında bir söz söyleyemezdi.

Derviş Yunus ilahi bir âşıktı. Kıymeti büyük bir şairdi. Arapların İbn-i Farisi’si, İranilerin Hafız Şirazi’si gibi idi. İbn-i Farisi de aşk biraz daha fazla, Hafız Şirazi”de rintlik biraz daha fazla, Derviş Yunus’ta ise dervişlik biraz daha fazla idi.

Derviş Yunus âşık bir dervişti. Mevlâna’nın, o mânâ sultanının Derviş Yunus makamına ermiş yüzlerce âşığı vardı. Derviş Yunus bir dervişti, âşıktı.  Halbuki Mevlâna’nın cilvegâhı olan her yer âşıklar kâbesi idi. Mevlâna diyor ki:

‘Bu âdem heykelinin yüzü örtülüdür
Yoksa biz bütün secdelerin kıblesiyiz’

Yine Mevlâna diyor ki:

‘An pâdişah-ı a’zam, der beste bûd muhkem
Pûşide delk-i âdem, emrûz ber der âmed’

Yâni:

‘O pek büyük padişah kapıyı sıkıca kapayıp oturuyordu
Bugün ise Âdem’in eski püskü hırkasını bürünerek evden dışarı çıktı, kendi göründü.’

Evet, Derviş Yunus sadık bir dervişti. Hakk’ın bir aşığıydı. Halka güzel sözler söyledi. Bu yüzden Hak yolunda hizmetlerde bulundu. Derviş Yunus bir yıldız ise Mevlâna bir aydır. Derviş Yunus bir ay ise Mevlâna bir güneşti. Derviş Yunus Hakk’ın bir sesi ise Mevlâna Hakk’ın bir sırrı azîmidir. Mevlâna bir hidayet meşalesi, bir rahmet güneşidir. Mithat Bahari”

Kasım KOCABAŞ
Araştırmacı

 


[1] Şimşekler, Nuri, Pir Aşkına-Mevlevi Şeyhi Midhat Bahari’nin Mektupları,Timaş Yay., İstanbul, 2009, s.28

[2] Şimşekler, Age, s. 27

[3] Secde 32 / 9