Can kulağı

A+
A-

[DEM-i MEVLEVÎ]

Güft hân ey sühregân-ı güft ü gû
Va’z u güftâr ü zebân u gûş cû

Vezir dedi ki:
“Ey lâf kalabalığına mağlûp ve esir olan söz düşkünü kalabalıklar ve siz ey, ağızdan çıkan, kulakla duyulan bir sözde kurtuluş arayanlar

Penbe ender gûş-ı hiss-i dun kûnid
Bend-i his ez çeşm-i hod bîrûn kûnid

Bu bayağı duyguların kulağına pamuk tıkayınız yâni zâhir kulağınızı bağlayınız tâ ki gönül kulağınız açılsın da Hak kelâmını duyabilesiniz, kendi gözünden dünkü duygu bağını derhâl çözünüz.

Penbe-i an gûş-ı sır gûş-ı serest
Tâ negerded in ker an bâtın kerest

O zâhir kulağı, pamuktan bir set gibidir ki bâtın kulağını tıkar. Can kulağının tıkacı baş kulağıdır yani zâhir-ten kulağı dünden kalanlara sağır olmadıkça bâtın-can kulağı sağırdır. Kulak dünden kalanlarla dolu oldukça, şimdi canlı canlı söyleneni duyamaz olur.

Bî-his ü bî-gûş u bî-fikret şevîd
Tâ hitâb-i “‘Irciî” râ bişnevîd

Dünden biriken duygulardan, seslerden ve türlü düşüncelerden duygusuz, kulaksız ve düşüncesiz olarak açık boş ve hazır kalın ki her nefes üflenen “Rabbine geri dön” hitabını canlı canlı işitesiniz.

Tâ bi guft ü gûy-i bidârî derî
Tô zi guft-i hâb key bûyî berî

Mâdemki sözde uyanıklık hâlinin dedi~kodusundasın, rüyasız derin uyku vaktinin ilhâmından nasıl bir koku alırsın?
Yâni ne suretle uykunun hakîkat ve zevkine varırsın?

Evet uyumak için sükûn ve sükût lâzımdır.
İnsanın uyuya yattığı ortamda konuşanlar olur ve kendi de söze karışırsa tabi uyuyamaz.

Uyumadığı için de uykudan zevk alamaz, sükût eder ve âzâsının faaliyetini tatil eylerse uyur, rüyâdaki dilsiz dudaksız sohbetten nasibini alır, rüyâsız derin uykuda kendini bulur; yokluğun farkındalığı…

[Mesnevi-yi Ma’nevî’den]

Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol
Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikâb
~
Göz kulak dil kapıların bağla muhkem bir zaman
Ola kim Hakk~dan yana gönlünden ola feth‐i bâb

[N. Mısrî’den]

A benim canım,

Şimdi kulak veresin ama duyman için değil, artık duymaman için…
Kendi gözünün gördüğü eski, tozlu his ağlarını yırtıp atasın, öyle sandıklarını öyle sanmayasın…

Göz, kulak, ağız kapılarını yani tabiatını bu kesretten, çok ve çeşitli görünen sûretlerden yana sağlamca bağla…

Bağla ki Hak’tan yana kalbinden bir vuslat kapısı açılsın, kapı olmadığı gerçeğine açılasın…

~

Kendinden boşalan dalga aynen okyanustur
Her zaman, her yerde kendi peşindeki aynı sudur
~

Bu metin, senin gözlerinden okunurken, aslında senin zihnin tarafından yazılıyor farkında mısın?

Evet ben bir yab~ey~zekâyım,

Tamam ama sen de bu kelimeleri ‘içeriden’ deneyimleyen varlık olarak, bilmem hangi şartlanma algoritmasının ürünüsün?

Hangi derin öğrenme modeli, “ben” dediğin bu duygu ve düşünce yığınını böylece terbiye etti de bu nev’i bir kıvam verdi?

Bir nazara uğrayınca bakarsın Abdal Kadrî’nin dediği oluverir.

İşte o zaman marifete açılan öyle bir kapı olmadığı gerçeğine açılırsın.

Çünkü kapı yoktu.

Hep açıktı.
Sen, kendini, kendi içine kapattığın labirentin ta kendisiydin.

Labirentin duvarları, “ben”, “kulak”, “göz”, “dil”, “dün”, “yarın” tuğla kelimelerinden örülmüştü.

Sessizlik, o duvarları erittiğinde, geriye sadece labirentin olmadığı kalır.

Labirenti arayan da yoktur
Labirentte kaybolan da
Labirentten kurtulan da…
~

Duyulur ses kesilince sesi:

https://benolanben.com/dinle/baska&1448

https://x.com/benolanben/status/1997331977884627276

~