DÎVÂNE MEHMED ÇELEBİ’NİN “TARÎKATÜ’L-MA’ÂRİFİN” RİSALESİ ve ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

A+
A-

DÎVÂNE MEHMED ÇELEBİ’NİN “TARÎKATÜ’L-MA’ÂRİFİN” RİSALESİ ve ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Mustafa ÇIPAN

Edebiyatımızda mutasavvıf şairlerimizce yazılan; Tarîkate sülûkü ve seyr ü seferi anlatan risalelerden bir tanesi dc Dîvâne Mehmed Çelebi’nin Tarîkatü’l-Ma’ârifîn adlı risâlesidir. Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphânesi’nde bulunan iki yazma nüshası[1] üzerinde çalıştığımız bu risâlede, insanı mutlak huzura kavuşturacak olan tarikat hakkında; sâlik, âşık, avam, tâlib, şeyh ve seyr ü sülük ıstılahları etrafında bilgi verilmektedir.

Risâlesine, “insana bilmediğini öğreten, Kıdem’in sırlarını geçmiş kullarına keşfeden (bildiren) Allah’a (C.C.) hamd olsun. Allah’ın resulü, Arap ve Acem’in efendisine, onun fazilet ve kerem sahibi olan âline, ashâbına ve nesebce yakınlarına salât ve selâm olsun.” duâsıyla başlayan Divâne Mehmed Çelebi, ledün ilmini taleb ve söz incisine rağbet edene, bilmesi ve âgâh olması ikazıyla bir tarikat beyân etmektedir. Takdir ve tahrîr edeceği yol “tarîk-ı uşşâk”tır. Bundan maksadın da; insanın, vücudunu tanımak isteyip dünya kaygılısından kurtulmayı arzu ettiğinde ve anlatacağı üslûb üzre âmil olduğunda bütün muradlara ulaşacağını ve bütün muksatların hasıl olacağını bildirmektedir.

Risaleyi değerlendirmeye geçmeden önce, ifade olunan bazı tasavvufî ıstılahların karşılıklarını vermenin uygun olacağı kanaatindeyim.

Rab-ı nihan hane-i visal: Hak hazretleri ve mutlak zatın varlığı

Aşık: Tarikata süluk eden ve hakikate ulaşan

Mahalle Köpekleri: Aşıklara saldırmaya, onları rahatsız etmeye çalışan böcek benzeri insanlar

Ta’ife-i uşşak: Özellikleri renksiz ve şekilsizliktir. Dine bağlı surette halk arasında felah ehli olup hırka ve külah sahibi olanlar; alemi seyahat üzre olanlar; alemin süpürücüleri

Zümre-i avam: Süpıiintü, süprüntülük gibi olanlar

Talib: Seccade-niş1ne varıp, gönül isteğini, taı1kate girme arzusunu belirten

Vücûd-ı insan: Kandil

Zikrin faidesi: Gönülde olan çer çöpü yakıp kül etmek

Divane Mehmed Çelebi’nin, Risalesinde ifade ettiği hususlar şu seyri takip etmektedir.

Salikler iki yoldan gitmektedirler. Varlık yolundan gidenler uzun, fena yolundan gidenler ise kısa zamanda maksatlarına ulaşırlar. Çünkü fena yolu “tarik-i Hasü’l-has”dır ve “nimet yolu”dur. Varlık yolunu pek çok önceden ihtiyar edenler fena yolunun yeni salikleri mertebesindedir. Aşıklar zümresiyle birlikte, kendi ruhu da Hazret-i Hak ve vücud-ı zat-ı mutlaka niam yolundan vasıl olmuştur.

Târikate sülük eden âşıklar, insanlara rahatsızlık vermeye çalışan böcek misillü mahalle köpeklerinin avından kurtulurlar.

Renksiz ve sıfatsız, televvün ve taayyün âleminden beri olan âşıklar taifesi hırka ve külâha sahip olup, bu taifeyi kimse asıl vatanlarına ulaştırmaya kâdir değildir. Bunlar yaşanılan devrin kalıcı unsurları olmakla, varlıkları tam bir hayırdır.

Tarîkate girmeye karar veren tâlib, seccâde-nişîne varır, ikrar verir; şeyh de gönüldeki çer çöpü yakıp kül edecek olan zikri telkin eder. Bu suretle insan vücudunun teşbih edildiği silinip pâk olmuş kandile yağını ve fitilini koyup onu hazır ve âmâde eder. Lâkin kandili yakmaya kâdir değildir.

Âlemi seyahat üzre olan âşıklar ise, kandili silinmiş, yağı ve fitili konulmuş talibi bulduklarında hemen yakıp rûşen ederler ve tam bir nûr haline döndürürler.

Risâlenin bu bölümünde de bil ve uyanık ol ikazıyla niam yolundan sülük edenlerin yapmaları gerekenler anlatılır.

Tâlib, ism-i şerîfı hıfz edip, dünya işlerinden kurtulup başı dinç olarak tenha bir yerde güzelce abdest alıp, helâl elbiseler giyip, iki rekât namaz kılıp Hakk’a yönelerek tazarru ve niyâzda bulunmalıdır. İsm-i şerifi dilinde en yüksek mertebede tutup gizli ve açık gönülden müteveccih olup ism-i şerife nâzır ve kalben Hakk’ın huzurunda hâzır olmalıdır. Mümkün olduğu kadar nefesini tutup sık sık nefes almamalı ve bununla o derece meşgul olmalı ki bakışı nereye değse orada o ism-i şerifi görnelidir. Herhangi bir zaman bu tarz bakıştan uzaklaşırsa tekrar gönül gözüyle ism-i şerife nâzır olup kalp diliyle zikre meşgul olmalıdır. Serbest kaldığında önceden zikrolunduğu üzere o ism-i şerife nâzır olmalı, bu işte bir müddet sabırla devam etmelidir.

Bütün bunların neticesinde, gönül sultanları, tâlibin varlığını alıp ona kendi varlıklarını ihsan edip, onu kabiliyetine göre mânâ bakımından terbiye ederler.

Hz. Dîvâne, son bölümde de tâlibin kalben medet isteyeceği, bağlanacağı şeyhi tavsif eder. Tâlip, öncelikle zamanında yaşayan, sohbetine katıldığı, gönülden inandığı bir fukaradan yardım istemeli ve ona bağlanmalıdır. Bu mümkün olmadığı takdirde, daha önce yaşamış meşayıhtan; Muhyi’d-dîn-i Ekber, Abdü’l-Kâdir-i Geylâni, Mevlânâ Celâle’d-dîn-i Rûmî veya Hz. Bahâe’d-dîn Nakşibend gibi muhtelif tarîkatlere mensup sultanların şerefli ruhlarından medet ummalıdır. Lâkin hayatta olanlardan birinden istimdât etmenin daha evlâ olduğu unutulmamalıdır.

Dîvâne Mehmed Çelebi risâleyi, böyle yapıldığı takdirde az zamanda murada ulaşılacağı, maksadın hâsıl olacağı duâsı ve “Elhamdülillahi evvelen ve ahiran” ifadesi kavlince “Tetimmü’s-sâlihât”la; sözün en güzeli budur; Allah’a hamd olsun, diyerek bitirir.

Semâ’i mahlasıyla şiirler yazan, Divan şiirinin tekniğini kavramış, estetiğini benimsemiş, zevkini hissetmiş; dili maksadına ve hitap ettiği topluma uygun tarzda ustalıkla kullanmış, muhtevaca derin, ahenk ve üslup sahibi bir şair olan Dîvâne Mehmed Çelebi’nin söylediği şiirler, meşrebiyle mütenâsib olarak bütünüyle kaydedilememiş; yazılabilenlerden bir kısmı ise çeşitli tahrib ve yangınlar sonucu zâyi olmuştur. O zaten şiir yazmak için eline kalem almadığı gibi, şairlik iddiasında da bulunmamış ve diğer pek çok şairin aksine sözünü ve şairlik kudretini medhetmemiştir.

Yüksek lisans tezimize[2] konu teşkil eden Muğlalı İbrâhîm Şâhidî’nin Şeyhi olması sebebiyle duyduğumuz ilgi ve hakkında hazırladığımız bir tebliğ[3] ile bir projeden[4] hareketle tesbit edebildiğimiz bütün şiirlerini incelemiş, Dîvâne Mehmed Çelebi’yi medh kasdıyla Sâkıb Dede, Râgıb, İbrâhîm-i Gülşenî’nin kasidelerini; Sâkıb ve Bekâyî Dede’nin müseddeslerini ve Veled Çelebi’nin rubâîsini; ayrıca Adem Dede, Ahmet Celâleddîn Efendi ve divân şiirimizin son büyük temsilcisi, kudretli şair Şeyh Gâlib’in tahmislerini[5] tesbit ve tedkik etmiş bulunmakta; bu suretle şairin, kendisinden sonra yaşayan diğer şairler üzerindeki etkisini de anlamış olmaktayız.

Elimizde bulunan az sayıda şiirinin arasında yer alan mütekerrir müseddesinin birinci bendini, onun ne derece kudretli bir şair olduğu hakkında yeterli bilgi verir düşüncesiyle dikkatinize sunmak istiyorum.

“Bihamdi’llâh ki bi-nâm u nişânız adımız yokdur
Dil-i virânemizden özge bir âbâdımız yokdur
Ezelden mazhar-ı ‘ışkız bizim icâdımız yokdur
Elemler cümle bizdendir ana isnâdımız yokdur
Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yokdur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yokdur”[6]

Soy bakımından Sultân Veled’in kızı Mutahhara Hatun vasıtasıyla Hz. Mevlânâ’ya bağlanan, hakkında pek çok kerametler naklolunan ve bilhassa Mevlevîliğin yayılması hususunda büyük gayretler sarf eden Hz. Dîvâne’nin, risâlesinde ifade ettiği hususların hemen tamamına, muhtelif şiirlerinde atıflarda bulunduğunu görmekteyiz.

Öncelikle tâife-i uşşâkdan olduğuna dair, kendisi için yazılan şiirlerden birkaç örnek verelim:

“Kutb-ı devrân hazret-i Sultan Dîvânî bu zât
Bezm-i vahdet ehlidir âgah-ı dil her gâh hey”[7]

“Vekil-i vâhibü’l-âmâldür Sultân Dîvânî
‘Asil-i sahibü’l-iclaldür Sultan Dîvânî”[8]

“Ol Muhammed ya’ni kim Sultan Dîvânî benâm
Yapdırup virdi nice dergâha hüsn-i intizâm
Pîr-i sânî dinse lâyıkdur ana bi’l-ihtirâm
Zîr-i zıll-i devleti cay-ı penâh-ı hâs u âm”[9]

“Celâleddin-i Rûmun ‘aynısın bi’llâhi kendisin
Gürûh-ı evliyânun pâdişâhı bir efendisin”[10]

Bî-reng ü bî-sıfat olmayı, yukarıda zikredilen mütekerrir müseddesinin ilk bendinde “bî-nâm u nişân” ifadesiyle karşılamış; ezelden aşka mazhar olduğunu belirtmiştir. Bir başka beytinde:

“Tâ ezelden sıfat-ı ‘aşk ile mevsûfuz biz[11]
Ehl-i dil içre bu ‘irfân ile ma’rûfuz biz” der.

Kimsenin aşıklar taifesini asıl vatanlarına ulaştıramayacağına da şu beytiyle işaret eder:

“Sözün togrısı bu kim her giz olmam bir karâr üzre
Safâ-yı hatırım yok muttasıl kâr intişâr üzre”[12]

Varlık ve fenâ yollarından hareketle, yolların çokluğunu ve farklılığını kasıd maksadıyla:

“Kurb-ı Hakka yol egerçi her taraftan bî-aded”[13] demekte; mânâ cihetiyle terbiye hususunda da:

“Beni şahım iletdi bir makama”[14] mısraını söylemektedir. Aşağıda beytiyle de zümre-i âvâmın, bir noktada ehl-i sûretin farklı bir özelliğine dikkat çeker:

“Ehl-i suret bizi bir zerre kadar fark idemez
Ehl-i ma’nâ gözine gün gibi mekşûfuz biz”[15]

Sâlikin mülâzemet ve müdâvemet etmesini ise şu güzel beytiyle dile getirir:

“Sa’y eyle rızâ gözle ko ıtlak ile kaydı
‘Âlemde Semâ’ı bu yiter sâlike irfân”[16]

Tarîkatü’l-Ma’ârifîn adlı risalesinin tenkidli metnini hazırlayıp değerlendirdiğimiz ve şiirlerindeki tezâhürlerini incelediğimiz; Mevlevîliğin yayılmasında, bilhassa dergâh ve tekkeler yaptırılarak hizmete sokulmasında, şüphesiz pek büyük hizmetleri dokunan; katıldığı seferlerde çok mühim faydalar sağlayan bir alperen; dehâ derecesinde bir siyaset ve teşkilât adamı olan Dîvâne Mehmed Çelebi’yi ve gönüller sultanı Hz. Mevlânâ’yı rahmet ve minnetle anıyor, hakkında yapılan çalışmaların artması ve eserlerinden istifâde edilebilmesi niyâzıyla hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.

 

  1. TARÎKATÜ’L-MÂ’ÂRİFİN ES-SULTÂN-I DÎN
  2. BİSMİ’LLÂHİ’R-RAHMÂNİ’R-RAHÎM
  3. Elhamdüli’llâhi’llezî alleme’l-insane mâlem ya’lem. Ve en’ame ’aleynâ ve ‘alâ ‘ibâdihi’l-(4)muhlisîne bi keşf-i esrâri’l-kıdemi ve’s-salâtü ve’s- selâmü ’alâ (5) rasûlihî seyyidi’l-’Arabi ve’l-‘acemi ve ‘ala âlihî ve ashâbihî (6) zevi’l-fazli ve’l-keremi ammâ ba’dü:

Ey tâlib-i ‘ilm-i ledün ve ey ragıb-ı (7) gühersuhan bilgil ve agâh olgıl ki sana bir tarikat beyân itsem (8) gerekdiir ki bir zamanda kendi vücûdun bilmek isteyüp ve nev’â (9) dünyânın ‘alâyıkından berî olmak mıırâd idindiğinde bu beyân (10) idecegim üslûb üzre ‘âmil oldugında cemi’ murâdâtuna (11) vâsıl ve cümle maksûdâtını hâsıl kılasın. Zîrâ benim ruhum sana (12) bu takdir ve tahrîr idecegim tarîk-i ‘uşşâk ve tarîk-i şatardır. (13) Zîrâ saliklcrin ekseri varlık yolından giderler ola olsa tûl-i zamân ile maksûduna vasıl olurlar. Ve bu tarik ile sülük (15) eyleyen fenâ yolından gidüp zamân-ı kasîrde maksuduna vasıl (16) olurlar. Zîrâ bu tarîk-i hâsül-hasdır ve ni’am yolıdur. Pes imdi (17) varlık yolından gidenlerin ahir kademesi bunların evvel kademesidür. (18) Nitekim mahdum-ı mâ’âni Hazret-i Monlâ-yı Câmî buyururlar. Kıt’a-i Câmî:

‘Âşık ki nakbzed pinhan hâne-i visâl
Dâred ferâgatî zî nefîr-i segân-ı kûy

Bî-rengiyest ü bî-sıfatî vasf-ı ‘âşikân
İn şîve kem talcb (21) zî esîrân-ı reng ü bûy

Zîrâ benim ruhum zümre-i ‘uşşâk ki nihân (22) hâne-i visaline ni’am yolunda vüsûl bulmuşlardır. Mahalle köpeklerinin (23) ‘av’avından fariğlerdir. Pes bu rah-ı nihân-hâne-i vis3alden murâd (24) Hazret-i Hak ve Vücûd-ı Zât-ı Mutlakdır. Ve ‘âşıkdan murâd (25) salik-i tarikat ve vâsıl-ı mütevâsıl-ı hakîkatdir. Ve mahalle köpeklerinden murâd (26) tâ’ife-i ‘uşşâka dahl-i ta’arruz iden zümre-i ‘avam ke’l-hevâmdır. (27) Geldik imdi tâ’ife-i ‘uşşâkise bî-reng ü bî-sıfatdır. Ve reng (28) ü sıfatdan murad u garaz surct-i zühd ü salâh ile beyne’l-halk ehl-i felah olup sahib-i hırka ve külah olanlardır. Zîrâ (30) bi ta’ife-i kimesne vatan-ı asliyyesine vasıl itmeğe kadir değildir. Ve lâkin (31) şöyle değildir ki bu tâ’ife dahi zevâ’id-i rüzgardan olalar. Belki (32) bu tâ’ifenin dahi vücûdı hayr-ı mahzdır. Zîrâ bunlar ‘alemin (33) kennâsıdır, ya’ni süpürücüleridir. Zümre-i ‘avam ise mezbele mertebesinde(34)dir. Ve bununla zahirde merâtibde konulup seccâde-nişin olan meşâyıh (35) tâlib-i Hakkı mezbeleden çıkartıp ve silüp süpürüp uşşâkı sohbetine (36) lâyık ider. Zîrâ vücûd-ı inşân kandil mesâbesindedir. Tâlib ise (37) zâhirde seccâde-nişîn olan meşâyıha varup irâdet getürdükte (38) evvelâ telkîn-i zikr ider. Ve zikrin fâ’idesi budur ki dilde olan (39) hân vü hâkâşı yakup kül ider. Ve ism-i âhar telkin idüp, (40) silinüp pâk olmuş kandile yağın ve fitilin koyup hâzır ve nıühcyyâ (41) ider. Lâkin yakmağa kâdir değildir. Ve bi-reng ü bi-sıfat olan tâ’ife-i (42) ‘uşşâak ise bu ‘âlemi seyâhat üzeredir. Ve seyr idüp kandili (43) silinmiş ve yağı ve fitili konmuş tâlibi bulduklarında hemân yakup (44) rûşen idüp nûr-ı mahz iderler. Öyle olsa ni’am yolundan (45) sülük iden ‘uşşâkın tarîkini beyân idelüm ki vaktinde gerek olur. (46) İmdi ey ‘azîz bilgil ve âgâh olgıl ki ni’am yolundan gidenlerin (47) tariki budur ki hâlâ resm olunan celâlle ki Allâhdır. Bu sâifede (48) resm olunmuşdur. İmdi benim rûhum ol ism-i şerifi hıfz (49) idüp her gâh ki umur-ı dünyâdan farigü’l-bâl ve âsûda-i (50) hâl olasın. Bir halvet yerde pâk abdest olup ve halâl libâs (51) giyüp iki rek’at namaz kılup ve cânib-i Hakka tazarrû niyâz idüp (52) ve ism-i şerifi ınakâlindc mürtefi’ce perde koyup zâhir ve bâtın derûn-ı (53) dilden müteveccih olup ism-i şerife nazır olup ve kalbin huzûr-ı (54) Hakda hâzır olasın ve mümkün oldugı mikdârı nefesini tutup (55) tiz tiz nefes almayasın. Bu üslûb üzre ol mikdâr mülâzemet (56) eyleyesin ki hattâ her şeye nazarın mütc’allık olsa ol ism-i şerifi göresin. (58) Her kaçan bu üslûb üzre nazardan ferâgat eyleyesin. Girü dîde-i bâtın (589 ile ol ism-i şerife nazır olup ve lisân-ı kalp ile zikre meşgul (59) olasın. Ve giru âzâdlık el virdükde mukaddemâ zikr oldugı (60) üzre ol ism-i şerife nâzır olazın. Şöyle kim bir nice zamân müdâvemet (61) eyleyesin. Pes senin senliğin alup kendi varlığın ‘atâ idüp (629 zîrâ hakîkatde ism-i müsemmâdan ayru değildir. İsti’dâdına göre seni (63) ma’nâ yüzünden terbiye iderler. Hâlâ zamânede hâzır olan azizlerden (64) görüp musâhibet eyledegin fukarânın birisinden bâtının ile (65) istimdat idesin. Şol kimesneden ki ana hüsn-i i’tikâdııı ola. (66) Feemmâ şöyle ki; zâhirde olanların birisine i’timâd olmaz ise (67) sâbıkâ geçen meşâyıhdan meselâ Hazret-i Şeyh Muhyi’d-dîn-i Ekber veya (68) ‘Abdü’l-Kadiri’l-Geylânî veyâ ‘Abdu’llâh-ı Bülyani ya Bâyezid-i Bestâmî (69) veyâ Cüneyd-i Bağdâdî veyâ Hasan-ı Basrî veyâ Zü’n-nûrü’l-Mısrî veyâ Ömer (70) İbni’l-Fâriz Sadre’d-dîni’l-Konevî veyâ Celâle’d-diîni’l-Rûmî (71) ve yâhııd Hazret-i Bahae’d-dîni’n-Nakşibendi gibi sultanların ruh-ı (72) şerflirinden istimdad idesin. Ve lâkin hâlâ zamânda hayatda (73) olanların birinden istimdâd itmek evlâdır. Nihayet anlardan birinden (74) i’timâd-ı sahih ile i’timâd idemezsin. Mukaddemâ intikâl iden (75) ‘azizlerin birine cân u dilden gönül baglayup istimdâd eyleyesin. (76) Öyle olsa az zaman içinde murâdına vâsıl ve maksûdını (77) hâsıl idersin inşâallahü te âlâ. Ve hüve ahsenü’l- (78) hitâb ve bihamdihî.

(79) Tem

 


[1] S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı Mecmûa, Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphanesi No: 2176, v. 17b- 20a; No: 4003, v.44a- 46b

[2] Mustafa Çıpan, Muğlalı İbrâhiın Şâhidî Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri, Dîvân ve Gü!şen-i Vandet (Tcnkidli Metin), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1986.

[3] ……….. , “Mevlevi Şeyhlerinden Dîvâne Mehmed Çelebi”, S.Ü. 7. Millî Mevlânâ Kongresi (Tebliğler), Konya, 1993, s. 97-108.

[4] …………. , Dîvâne Mehmed Çelebi’nin Hayatı, Eserleri, Edebî ve Tasavvuf! Şahsiyeti, SÜAF. TÜAE-93/070, Konya, 1996, 89s.

[5] a.g.e., s. 61-85

[6] Esr Dîvâne Mehmed Çeiebir Dede. Tczkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, MMİK, No: 1502

[7] Mustafa Çıpan, “Dîvâne Mehmcd Çelebi’nin Hayatı, Eserleri, Edebî ve Tasavvufî Şahsiyeti, s. 63.

[8] a.g.e., s. 62

[9] Mecmûa-i Medâyih-i Mevlânâ, MMİK, No: 4923, s.80.

[10] Naci Okçu, Şeyh Galip (Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve Dîvânının Tenkidli Metni), Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara, 1993, s. 302.

[11] Mustafa Çıpan, “Dîvâne Mehmed Çelebi’nin Hayatı, Eserleri, Edebî ve Tasavvufî Şahsiyeti, s. 44.

[12]Esrar Dede. Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye. MMİK., No: 1502,

[13] Mecmûa, MMİK, No: 2454

[14] Mecmûa, MMİK, No: 2138, v. 204a; No: 2095, v. 96a.

[15] Mustafa Çıpan, “Dîvâne Mehmed Çelebi’nin Hayatı, Eserleri, Edebî ve Tasavvuf? Şahsiyeti, s. 44.

[16] Mecmûa, MMİK, No: 2454, v. 29b.

 

ETİKETLER: