Eva de Vitray-Meyerovitch, Bir Kader
Eva de Vitray-Meyerovitch, Bir Kader[1]
Jean-Louis Girotto
Eva Lamacque de Vitray, 1909 yılında Paris yakınlarında, orta burjuvaziye mensup ve kısmen aristokrat kökenlere sahip Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çok küçük yaşlardan itibaren, varlıklı ailelerin çocuklarını kabul eden ve onlara sıkı bir disiplin ile katı bir ahlak anlayışı dayatan rahibelerin yönettiği okullarda eğitim aldı. Genç bir ergen olan Eva, kendisine dayatılan dar referans çerçevelerinden büyük bir rahatsızlık duyuyordu. Bununla birlikte, görünüşlerin ötesine uzanan, derinliklerinde gizli bir kaynaktan beslenen samimi bir inanca sahipti. Eva de Vitray, manevi nitelikli deneyimler yaşamak için yoğun bir ihtiyaç hissediyordu. Geleneksel bir şekilde yetiştirilmiş olmasına rağmen, ağzından çıkan bazı beklenmedik ifadeler, din adamları tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılanıyordu. Örneğin, on iki yaşındayken itiraf papazına bazen daha önce yaşadığı hissine kapıldığı, bir şekilde o anların kendisine tanıdık geldiği durumlar yaşadığını söylemişti; sanki onları bilinmeyen bir geçmişte daha önce yaşamış gibiydi. O yaşta bile, dünyaya uzun zamandır içinde taşıdığı bir şeyle birlikte geldiğine dair bir sezgiye sahipti. Ne var ki, Katolikliğin temsilcilerinden aldığı üstü kapalı ve belirsiz cevaplar, onun bu sorgulayıcı arayışını tatmin etmekten çok uzaktı.
Eva de Vitray’nin önceki yaşamlar ve bilgiyle ilgili gizemlere duyduğu güçlü çekim, ergenlik dönemiyle birlikte daha da derinleşti. Aklı sorularla doluydu: Öğrenme eylemi nedir? Önceden hiçbir fikrimizin olmadığı bir şeyi nasıl isteyebiliriz? Bizi sonsuz bir şekilde aşan bu Mutlak varlığa neden ilgi duyarız?
Eva de Vitray, hukuk lisansını büyük bir başarıyla tamamladıktan sonra felsefe doktorasına yöneldi. Doktora tezinin konusu, “Platon’da Sembolizm”di. Platon (M.Ö. 424 – M.Ö. 348) aracılığıyla, kendini anamnesis olarak bilinen hatırlama kuramının derinlemesine incelenmesine bütünüyle adayabildi. Bu kuram basit bir varsayıma dayanır: Doğmadan önce ruhumuz başka âlemlerde bulunmuş ve orada Fikirler’i (İdealar’ı) tüm mükemmellikleriyle seyretme imkânına sahip olmuştur. Bu nedenle Adalet, Güzellik, Ahenk gibi kavramları ve bunların en yücesi olan İyilik fikrini anımsayabiliriz.
Dünyaya doğmak, yani çelişkili arzularla dolu bir bedene girmek, ruh için sarsıcı bir deneyimdir ve bu durum ruhun önceki varoluşlara dair bilgilerini neredeyse tamamen unutturur. Ancak hakikatler, insan ruhunda ezelden beri mevcuttur; bu da ruhun ölümsüzlüğünü zorunlu kılar. Sonuç olarak, “yeniden hatırlamak” (reminiscere) ile “birlikte doğmak” (co-naître) arasında esasen bir fark yoktur: Ruh, doğduğu anda her şeyi zaten bilmektedir; cehalet yalnızca geçici bir unutmadır.
Platon’un bu sembolik öğretisi, Eva de Vitray’nin zihninde taşıdığı birçok soruya teorik düzeyde cevaplar sunuyordu. Önceki hayatlara dair duyduğu ilk sezgi, Platon’da mantıklı ve yapısal bir temellendirme bulmuştu. Bu, onun derin iç sesini dinleme ve entelektüel arayışını sonuna kadar sürdürme arzusunu daha da kuvvetlendiriyordu.
Ne var ki, Tanrı’yla kişisel bir ilişkinin yokluğunu da derinden hissediyordu. Çocukken kiliselerde katıldığı ayinlerde içini ısıtan o ilahi yakınlığın özlemini duyuyordu ve hiçbir kitabın kendisine sunabileceğine inanmadığı bir ruhsal gıdaya hasret kalmıştı.
Hayatın getirdiği koşullar, Eva de Vitray’yi Nobel Kimya Ödülü sahibi Frédéric Joliot-Curie’nin bilimsel laboratuvarlarında görev almaya götürdü; burada kayıtların tutulmasından sorumluydu. O dönemde, nükleer enerji üzerine yapılan araştırmalar, atomu Nazilerden önce denetim altına alma perspektifiyle hareket eden bilim insanlarının tüm zamanını işgal ediyordu. Eva, bu kendini adamış kadın ve erkeklerin anısını hayatı boyunca hayranlıkla hatırlayacaktır. Görevlerini başarıyla yerine getirmeye adanmış bu alçakgönüllü perde arkası emekçileri, ona Orta Çağ’da ellerindeki metinleri titizlikle kopyalayan keşişlerin idealize edilmiş görüntüsünü hatırlatıyordu.
İlk oğlunun doğumu ve ardından gelen savaş dönemi -ki bu dönemde Eva, Yahudi kökenleri ve eşi Meyerovitch’in Direniş hareketine güçlü katılımı nedeniyle yarı gizlilik içinde yaşamak zorunda kalmıştı- Platon’un sembolizmi üzerine yürüttüğü çalışmaları yaklaşık on yıl boyunca askıya almasına neden oldu. Savaşın ardından, Eva de Vitray Meyerovitch, CNRS’de (Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) yönetici sınavını başarıyla geçti. Saygın bir kamu araştırma kuruluşu olan bu merkezde, beşerî bilimler biriminin geçici direktörlüğünü yürüttüğü sırada, İngilizce yazılmış veya İngilizceye çevrilmiş Muhammed İkbal’in (1877-1938) eserleriyle karşılaştı. Bu tanışma, onun üzerinde derin bir etki bıraktı.
Eva, bu henüz Fransa’da tanınmayan Pakistanlı düşünürün düz yazısında ve şiirlerinde parıldayan İslam’ın evrensel boyutuna karşı karşı konulamaz bir çekim hissetti. Bu okumaların ardından ve geçirdiği kişisel araştırma süreci sonrasında, kırk beş yaşında Müslüman olmaya karar verdi. Çok geçmeden, İkbal’in temel eseri olan İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası adlı kitabın Fransızca çevirisini yayımladı. Kitaba, kendisine tüm manevi sorgulamalarında danıştığı büyük İslam bilgini Louis Massignon (1883–1962) tarafından bir önsöz yazıldı.
Dönemin entelektüel ve akademik çevrelerinde, Eva de Vitray-Meyerovitch’in yürüdüğü yolu bu denli ileriye taşımak oldukça nadirdi. Örneğin, tüm hayatlarını İslam tasavvufunu incelemeye adamış olan Louis Massignon ve Henry Corbin (1903-1978) gibi önde gelen Oryantalistler, buna rağmen Hristiyan kalmışlardı. Oysa Eva de Vitray-Meyerovitch’in Müslüman olmayı seçmesinin temel nedeni, İslam’la, özellikle de Tevhid (Birlik) öğretisiyle çok erken bir aşamada derin bir içsel aşinalık hissetmiş olmasıydı. İslam, onun manevi yolculuğunun doğal bir devamı olarak karşısına çıkmış; içsel dünyasında, Platoncu bir tınıyı andıran bir yankı eşliğinde, köklü ve anlamlı bir manevî geleneğe bütünüyle ve somut biçimde katılma arzusunu harekete geçirmişti.
İkbal, yazılarında sıklıkla Celâleddîn Rûmî’den (1207-1273) söz ediyordu. O zamana kadar Eva de Vitray-Meyerovitch, bu büyük İslam ve Orta Çağ şiiri figüründen hiç haberdar olmamıştı. Bu sürekli atıflar onda merak uyandırdı ve Rûmî’yi daha yakından tanımak için araştırmalara başladı. Ancak o dönemde Fransa’da onun hakkında ciddi hiçbir çalışma yapılmamıştı. Sadece Prof. Reynold Nicholson’ın (1868–1945) İngilizceye yaptığı çeviriler ve bazı dağınık Almanca çalışmalar mevcuttu. Eva de Vitray-Meyerovitch, Rûmî’nin eserlerinden öğrendiklerinden derinden etkilenerek, orijinal metinlere ulaşabilmek amacıyla Farsça öğrenmeye başladı. Platon üzerine sürdürmekte olduğu tez çalışmasını bıraktı ve kendiliğinden, Rûmî’nin hayatı ve eserleri aracılığıyla İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmaya yöneldi.
Bu emek, 1968 yılında yayımladığı Celâleddîn Rûmî’nin Eserlerinde Mistisizm Temaları başlıklı doktora teziyle taçlandı. Bu kapsamlı çalışma, birkaç yıl sonra Desclée de Brouwer Yayınları tarafından İslam’da Mistisizm ve Şiir adıyla yeniden yayımlandı.
Eva de Vitray-Meyerovitch için Platon’dan Rûmî’ye geçiş, bir kopuş değil; bilakis, ilk yola çıkışındaki anlam arayışının sürekliliği ve derinleşmesi niteliğindeydi. Çünkü Rûmî’de, Aşk boyutu Bilgi boyutuyla birleşir; bu birleşme, sonsuz Hikmet kaynağından beslenen cömert bir yönelişle hayat bulur. Gerçekten de Rûmî, tasavvuf geleneğinin en yüce temsilcilerinden biridir. Bu gelenekte zikir —ki bu kelime hem “tekrar”, hem “hatırlama”, hem de “anımsama” anlamına gelir— temel bir yere sahiptir ve Platoncu anlamda bir anamnesis (hatırlama) olarak değerlendirilir. Bu bağlamda, kelime-i tevhidin yani Lâ ilâhe illallah —“Allah’tan başka ilah yoktur”— ifadesinin tekrarı, sufi müritlerinin İslam’ın ilk zamanlarından beri mürşidleri rehberliğinde tecrübe ettikleri temel zikir uygulamasını oluşturur.
Tezini savunmasının hemen ardından, Eva de Vitray-Meyerovitch, Kahire’deki saygın El-Ezher Üniversitesi’ne karşılaştırmalı dinler profesörü olarak atandı ve burada beş yıl boyunca görev yaptı. Bu süre zarfında hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gitti. Fransa’ya döndüğünde ise neredeyse tümüyle mutasavvıfların eserlerinin çevirilerine ve bu eserlerin manevî öğretilerine dair yorumlara kendini adadı.
Ölümüne kadar, İngilizce ve Farsçadan çeviriler ile özgün metinlerden oluşan otuzdan fazla eser yayımladı. Çevirileri arasında, Mevlânâ’nın Fihi-Ma-Fih Kitabı (Le Livre du dedans), Muhammed İkbal’in Benliğin Sırları (Les Secrets du soi) ve Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz (La Roseraie du mystère) eseri sayılabilir. Kendi kaleme aldığı eserler arasında ise özellikle Tasavvuf Antolojisi (Anthologie du soufisme), Mevlânâ ve Tasavvuf (Rûmî et le soufisme) ve İslam’da Dua (La Prière en islam) dikkat çeker.
Yıllar süren aralıksız emeğin ardından, yazılı çalışmalarının tacı sayılabilecek en görkemli eserini de tamamladı: Mevlânâ’nın elli binden fazla beyitten oluşan büyük eseri Mesnevî’nin çevirisi. Yayın faaliyetlerinin yanı sıra, dünyayı dolaşarak İslam’ın giderek unutulan manevî boyutunu, alçakgönüllülük ve titizlikle anlatmaya gayret etti. Bu boyut, o dönemin insanlarının giderek daha çok yüzleştiği ve derinliğini kavrayamadığı bir alandı; zira toplumsal zihin, çok geçmeden en yıkıcı sonuçlara yol açacak olan radikal İslamcılığın yükselişiyle meşgul olmaya başlamıştı.
Eva de Vitray-Meyerovitch, hayatı boyunca ruhunda gerçek bir araştırmacı kimliğini muhafaza etti; fikri çalışmalarıyla olduğu kadar, Doğu ile Batı arasında köprüler kurmaya kararlı bir kadın olarak hayatında da örnek bir titizlik ve adanmışlık sergiledi. Amacı, karşılıklı yanlış anlamaları ve cehaletleri ortadan kaldırmaya çalışmaktı.
Türkiye, Pakistan ve Mısır gibi çeşitli Müslüman ülkelerde onurlandırılmasına rağmen, kendi doğup büyüdüğü ülke olan Fransa’dan hak ettiği takdiri hiçbir zaman tam olarak göremedi. Sıra dışı yaşam öyküsü ve açık sözlülüğü, onu İslam’a karşı mesafeli yaklaşımıyla bilinen hâkim entelektüel çevrelerden uzaklaştırdı. Bununla birlikte, Jean-Yves Leloup veya Peder Michel Lelong gibi bazı Hristiyan temsilcilerle ve Julia Kristeva ile André Velter gibi bazı entelektüellerle iş birliği yapabildi.
Sonuç olarak, karşılaştığı engeller, kalbiyle yaşanmış bir maneviyatın derinliğini tatmak isteyen kadın ve erkekler nezdinde eserlerinin yayılmasını ve ışığını saçmasını engelleyemedi.
Eva de Vitray-Meyerovitch’in kişisel yolculuğu, yalnızca İslam’ı benimsemekle ya da geçmişin sûfî ustalarını incelemekle sınırlı değildi. Olağanüstü bir entelektüel meraka sahipti ve bu merakı, onu birçok temas kurmaya ve sûfî geleneğin sahici temsilcileriyle iş birliklerine yöneltti. Bunlar arasında Türkiye’den Kudsi Ergüner, Mali’den Amadou Hampâté Bâ, Cezayir’den Şeyh Halid Bentounès, Dağıstan’dan Necmeddîn Bammate ve Fas’tan Fevzi Skali sayılabilir.
Necmeddîn Bammate ile birçok radyo ve televizyon programı yaptı; Fevzi Skali ile birlikte Tasavvuf Geleneğinde İsa adlı bir kitap yazdı. Yine Fevzi Skali vesilesiyle, Müslüman oluşunun üzerinden otuz yıl geçtikten sonra Fas’ta, gelecekteki mürşidi olacak kişiyle tanışma fırsatı buldu: 1922 doğumlu Sîdî Hamza el-Kâdirî el-Bûdşîşî.
Yetmiş beş yaşında, Eva de Vitray-Meyerovitch, tüm varlığıyla hissettiği bir çağrıya yanıt vererek, bir sûfî yola tam anlamıyla intisap etti. Bu sayede, her bir müridini içsel hakikate ulaştırmak için İlahi İzin almış bir mürşidin desteğinden istifade etmeye başladı. Sessizlik içinde gerçekleşen bu bağlanma, yaşayan bir mürşidin eğitimiyle uzun bir tasavvuf geleneğine katılmanın özünü teşkil ediyordu ve onu, alışılagelmiş yolların dışına çıkan olağanüstü bir manevî yolculuğun zirvesine taşıdı.
Temmuz 1999’da, Eva Hawa Lamacque de Vitray, Paris banliyösündeki bir Müslüman mezarlık bölümünde, en sade haliyle ve mahremiyet içinde defnedildi. Ancak hayattayken, neredeyse yarım asır boyunca hem entelektüel hem de inanan kimliğine eşlik etmiş olan Celâleddîn Rûmî’nin yakınlarında, Konya’da toprağa verilmek istediğini dostlarına dile getirmişti.
Birkaç arkadaşı ve Türk makamlarının temsilcileri, naaşının nakledilmesi için yıllar süren hassas girişimlerde bulundular. Nihayet Aralık 2008’de bu sabırlı çabalar olumlu sonuç verdi ve Eva’nın bedeni, Konya toprağına taşındı. Türk halkının ve Fransa’dan gelen dostlarının katılımıyla gerçekleşen duygusal bir cenaze töreniyle defnedildi.
Adeta bir sembol gibi, Eva de Vitray-Meyerovitch artık Mevlânâ’nın türbesinin hemen yanı başındaki geniş mezarlıkta yatan tek Batı Avrupalı vatandaştır.
“Düşünen bir toplum için bunda ibretler vardır.” (Kur’an, Zümer Suresi, 13. Ayet)
Eva de Vitray-Meyerovitch’in Biyografisi [3]
- 5 Kasım 1909: Eva Lamacque de Vitray, Boulogne-Billancourt’ta doğdu.
- 1920’li yıllar: Boulogne ve Paris’te rahibeler yönetimindeki okullarda eğitim gördü.
- 1932: Letonya kökenli Yahudi Lazare Meyerovitch ile evlendi.
- 1930’lu yıllar: Felsefe doktorası yaptı, Platon’da Sembolizm üzerine tez yazdı. İlk oğlu dünyaya geldi.
- 1940 – 1944: Corrèze bölgesine sığındı; eşi Özgür Fransız Kuvvetleri’ne katıldı.
- 1945: CNRS’ye (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) bağlı Beşeri Bilimler bölümünde göreve başladı. 75, Rue Claude Bernard adresine yerleşti.
- 1945 – 1950: Louis Massignon ile tanıştı. Muhammed İkbal’in eserlerini (Dinî Düşüncenin Yeniden İnşası, Doğu’nun Mesajı, Ben-Olmamanın Sırları, İran’da Metafizik vb.) keşfetti ve çevirilerine başladı; bu süreçte Mevlana’yı’yi tanıdı. Sorbonne’da üç yıl süren Hristiyan tefsiri çalışmalarından sonra İslam’a girdi.
- 1955: Farsça öğrenmeye başladı ve ilk Rûmî çevirilerini yaptı. İkinci oğlu doğdu.
- 1961: Eşi vefat etti.
- 1968: Paris Üniversitesi’nde “Celâleddin Rûmî’nin Eserlerinde Tasavvufî Temalar” başlıklı edebiyat teziyle akademik kariyerini sürdürdü.
- 1969 – 1973: Kahire’de görevlendirilerek El-Ezher Üniversitesi’nde ders verdi.
- 1971: Hac ibadetini yerine getirdi.
- 1970 – 1980: İslam dünyasında çok sayıda seyahat gerçekleştirdi. Öğretim, çeviri ve konferans faaliyetlerinde bulundu.
- UNESCO nezdinde görevlere katıldı; burada Amadou Hampâté Bâ ile tanıştı. Najm od-Dîn Bammate ile radyo ve televizyon programlarında işbirliği yaptı.
- Rûmî’nin başyapıtı ve İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olan 51.000 beyitlik Mesnevî’nin çevirisine başladı. Gizemli Gazeller (Odes Mystiques) ve İç Kitap (Livre du dedans) gibi eserleri çevirdi. Rûmî ve Tasavvuf adlı eseri yayımlandı ve birçok dile çevrildi.
- 1990: Mesnevî’nin 51.000 beyitlik Fransızca çevirisi yayımlandı. Rûmî’nin Mektupları ve Rubailer’i çevirdi.
- 1995: Rachel ve Jean-Pierre Cartier ile yapılan söyleşiler “İslam, Öteki Yüz” adıyla yayımlandı.
- 1998: Son kitabı “İslam’da Dua” yayımlandı.
Ayrıca aşağıdaki eserlerin de yazarıdır ve birçoğu farklı dillere çevrilmiştir:
Konya veya Kozmik Dans, İslam’da Tasavvuf ve Şiir, Rûmî ve Tasavvuf, Tasavvuf Antolojisi, Mekke ve Medine, Işığın Yolları: 75 Tasavvuf Hikâyesi, Tasavvuf Hikâyeleri, Güneşin Ezgisi, İslam ve Hristiyanlık (Jean-Yves Leloup ile), Sûfî Geleneğinde İsa (Faouzi Skali ile).
Ayrıca İslam konusunda uzman olarak Semboller Sözlüğü ve İşaretlerin Geçişi gibi kolektif eserlerde katkıda bulunmuştur.
- 24 Temmuz 1999: Uzun yıllar süren rahatsızlıklarının ardından Claude Bernard Sokağı’ndaki evinde vefat etti. Paris banliyösündeki Thiais mezarlığında son derece sade bir törenle toprağa verildi.
- 17 Aralık 2008: Konya’da, Mevlânâ Türbesi’nin karşısındaki Üçler Mezarlığı’na nakledilerek yeniden defnedildi.
[1] Çalışma, Eva de Vitray-Meyerovitch’in daha önce yayınlanmış yazılarının Jean-Louis Girotto tarafından derlenmesiyle hazırlanan “İslamın Evrenselliği” başlıklı esere Önsöz olarak kaleme alınmıştır. Bkz. Eva de Vitray-Meyerovitch Universalité de l’islam, Présentation, commentaires et annotations de jean-Louis Girotto, Albin Michel, Paris 2014.
[2] Prof.Dr. Ankara Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Genel Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı
[3] Aşağıdaki kaynaktan çevrilmiştir: Eva de Vitray Meyerovitch, un pont entre Orient et Occident, Par Jean-Louis Girotto, https://consciencesoufie.com/eva-de-vitray-meyerovitch-un-pont-entre-orient-et-occident/