KONYA MEVLÂNÂ MÜZESİ HAZÎNE-İ EVRÂK ARŞİVİ’NDEKİ BELGELERE GÖRE MUĞLA MEVLEVÎHÂNESİ

A+
A-

KONYA MEVLÂNÂ MÜZESİ HAZÎNE-İ EVRÂK ARŞİVİ’NDEKİ BELGELERE GÖRE MUĞLA MEVLEVÎHÂNESİ

Mustafa ÇIPAN

Konya Mevlânâ Müzesi Hazîne-i Evrak Arşivi’nde 96 numarada kayıtlı zarfta Muğla Mevlevîhânesi’yle ilgili 15’i yazışma, l’i inşaat keşif evrakı ve l’i de plân-kroki olmak üzere toplam 17 adet belge mevcuttur (1).

Bu belgelerden 4 tanesi R. 1326 – M. 1910 (2), 1 tanesi R. 1327 – M. 1911 (3), 8 tanesi R. 1328 – M. 1912 (4) ve 3 tanesi de R. 1329 – M. 1913 (5) tarihlerini taşımakta olup, konuları bakanından çeşitli sebeplerle mevlevîhâneden menfaat temini, postnişîn değiştirilmesi talebi, savaş için gönüllü toplanması, ihvanın siyasetten uzak tutulması gayreti ve yapılan tamirlerle ilgilidir.

Tebliğime malzeme teşkil eden belgeler hakkında takdim ettiğim bu kısa bil­giden sonra, müsâadenizle Muğla Mevlevîhânesi’nin tesisi hakkında malumat arz etmek istiyorum.

Muğla Mevlevîhânesi, bölge halkı tarafından çok tanınan, sevilen ve hürmet du­yulan – Dîvân ve Gülşen-i Vahdet isimli eserleri üzerinde Yüksek Lisans tezi ha­zırladığım- (6) Mevlevi şeyh ve şâiri Şâhidî İbrahim Dede’nin babası Hüdâî Sâlih Dede’nin himmetleriyle kurulmuştur. Bu hadise Esrâr Dede tarafından şöyle anlatılmaktadır : “Babası tarafından, Muğla’da ikâmet eden Seyyid Kemâleddin Hazretleri’nin manevî terbiyesine tevdî edilen Hüdâî Dede, ta’lîm-i envâ-ı ‘ulûm-ı dîniyye ve ledünniyyeden sonra Mevlevîlik yoluna girmiş ve şöhret kazanmıştır. Irak ve Acem diyârını ziyâretini müteakip İstanbul’a gelmiş, sadrazam tarafından Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın huzûruna çıkarılmış; Sultan, kendisiyle tanışmaktan müşerref ve bereketli sohbetlerinden müstefîd olduğunu söyleyerek bir arzuları olup olmadığını sormuş, Hüdâî Dede’de, Muğla’da Seyyid Kemâleddin Hazretleri’nin medfûn oldukları Türbe-i Şerîfe’nin kendilerine Mevlevî Zaviyesi olarak ihsân olunmasını taleb etmiştir. Sultan Fâtih de bu arzuyu kabul ederek ziyâdesiyle ihsânda bulunmuştur.” (7) şeklinde anlatılmaktadır.

Sûfîliği yanında güçlü de bir şâir olan, buna delil olmak üzere :

“Ey dil istersen eğer kâmil ola noksânın
Sikkesi altına gir hazret-i Mevlânânın”

matla beytini sunabileceğimiz Hüdâî Sâlih Dede’nin, ömrünün kalan kısmını bu­rada halkı irşâd ederek ve risâleler yazarak geçirdiği, ve 90 yaşını aşkın bir halde (H. 885-M. 1480) tarihinde vefat ettiği (8) düşünülürse, Mevlevîhâne’nin tesisinin 1470’li yıllarda olduğu söylenilebilir.

Şimdi elimizdeki belgeleri konularına göre tasnif ederek yaptığımız de­ğerlendirmeyi arz edelim.

Komisyon reisi ve mütevellî kaymakamı ile birlikte beş a’zanın daha mührünü ta­şıyan R. 4 Temmuz 1328/M. 1912 tarihli belgede (9); Muğla Mevlevîhânesi Postnişini Cemâl Efendi’nin idare noksanlığı ve Dergâh’ın harab hali dikkate alınarak, Şeyhlik ma­kamınca tedkik için Denizli Şeyhi Haşan Ali Dede’nin görevlendirildiği, Cemâl Efendi zamanında 18.000 kuruş borca girildiği, bunun % 30’u tenzil edilerek kalanının taksitler halinde ödenmesinin mümkün olacağı, ancak Müftü Hacı Mehmed Efendi’nin, gerek Şeyh Efendi gerekse eslâfının Dergâh’a ait borçlar dışında, şahsî menfaatlerinin vakıfça karşılanma mecburiyetinin bulunmadığını bildirdiği ve nihayet Cemâl Efendi’nin aldığı 3 lira maaşla bu borcu ödeyemeyeceğinin anlaşıldığı, borcun tesviyesi için muamelenin süratle tayin ve iradesi hususunun Şeyhlik makamına arz edildiği ifade edilmiştir.

Bunun arkasından Muğla eşrâfından Es-Seyyid Kemaleddin Hüseyin, R. 7 Tem­muz 1326/M. 1910 tarihli belgede (10), Muğla Mevlevîhânesi Postnişini Cemâl Efen­di’nin iktidarsızlığının, Denizli Şeyhi Haşan Ali Dede tarafından bir çok kere beyan edil­miş olduğunu bildirerek adeta : “Mevlevîhânelerde iktidâra mâlik çilekeş kalmamış mı? Söz çok, lisâna getirmeye destûr yok. Madem ki Muğla Şeyhi Eûzü Besmele okumaktan âciz olup, bu bâbda tekâsülü ve iltimâsı hususunda bulunanlar Allah’ın Kahhâr ismiyle kahrına uğrasın.” diyerek feverân ettikten sonra: “Hazret-i pîr-i destgîr aşkına azliyle di­ğerinin tayinini Hak erenlere havâle eylerim efendim.” cümlesiyle arzusunu dile getirmiştir.

Aylık talebinde bulunulan ve Muğla Mevlevîhânesi’ndeki usulsüzlükleri anlatan bir belge ise R. 14 Temmuz 1326/M. 1910 tarihli olup (11) Mevlevîhâne hatip ve âyînhânı Süleyman Fâik Mührünü taşımaktadır.

Bu belgede, 25 seneden beri devam eden “âyîn-i şerifin bir senedir icra edil­mediği, adı geçen şahsın va’zhân ve hatip olarak görev yaptığı, Dergâh-ı Şerifin 20.000 kuruşa yakın geliri olduğu ve gûyâ borç sebebiyle Dergâh’a gelen fukaraya lokma ve­rilmediği; Muğla şeyhinin komisyondan 300 kuruş maaş alıp, başka bir işe karışmadığı; Abdülhalim Çelebi’nin meseleyi tahkîk için Denizli Şeyhi’ni görevlendirdiği, bazılarına usulsüz olarak varidattan maaş bağlandığı bildirilip, Dergâhın akşam sabah göz önün­deki hademesi olmakla emsâli misillü 5-10 kuruş nüzûrât-ı mevleviyyenin i’tâsı talep edilmekte, yaptıklarının teyidi kasdıyla evrakın sonunda : “Fakîr, hîtâbet ve âyinhân ve vâizlik vezâifıni ifâ idegelmekde olup olmadığı Muğla’dan dilediğinüz ulemâ ve şâir zevâtdan münâsib ise istîzâh buyurun sultanım.” denilmektedir.

R. 14 Mart 1328 – M. 1912 tarihli ve Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekîli Muhammed Hilmi mühürlü belgede (12), yukarıda harap halde bulunduğu bildirilen Mev­levîhâne ile ilgili Muğla Evkâf Memurluğu’ndan Evkâf Nezâret-i Celîlesi’ne bir kıt’a keşif evrâkı ile Fen Dâiresi’nden bir kıt’a rapor gönderildiği, bunların Nezaret’çe Muğla Evkâf Memurluğu’na iâde edildiği, Şâhîdî Hazretleri Vakfı’nın, gâsıpların elinde bu­lunan kısmının kurtarılması için Mahkeme-i Şer’iyye’ye dava açılmasının ve elde edi­lecek gelirden tamir masraflarının karşılanmasının istendiği, ancak kendi ellerinde bu­lunan evrâkın dava açabilmek bakanından yeterli olmadığı ve Kemâl Dede’de bulunan evrâkın kendilerine iâdesi için ferman buyurulması hususu anlatılmaktadır:

Aynı tarih ve mührü taşıyan ikinci bir belgede (13), Dergâh-ı Şerifin tamiri için Evkâf Nezâreti’nin tahsîsât vermediğinin evvelce arz edildiği, Şeyh hazretlerinin himmetiyle Eytâm Sandığı’ndan, dört ayda geri ödenmek üzere % 9 faizle 5.000 kuruş alı­narak (R. 20 Nisan 1328 – M. 1912) tarihinde inşaata başlanıldığı, tahminen haziranın so­nuna kadar bitirileceği, sonunda inşaat masraflarına ait bir kıt’a defter ile Dergâh-ı Şerifin resminin Konya’daki şeyh hazretlerine takdim edileceği, bu işleri takip eden Cemâl Dede’ye ayda 2 Osmanlı lirası i’tâsının irâde buyurulması hakkında bilgi verilmektedir.

Aynı tarih ve mührü taşıyan üçüncü belgede de (14) inşaatın plân ve yapımı hak­kında : Hücrelerle duvarların tamamen yıkılarak sekiz ayak merdivenle dört hücreyi hâvi 4.5 m. murabba’ında karşılıklı dört oda ve odaların ortasında uzunluğu 9 m. ve eni 4 m. bir salon ve salonun arka tarafında bir kiler ve binanın sonunda altlı üstlü kandilhâne ve hücrelerin alt katma taban döşenirse ikâmete uygun olacak şekilde inşâ edil­diği ve dülgerlik hizmetinin sona erdiği şeklinde bilgi verilmiş; kalan çatı, sıva ve çer­çeve camlarının 2.000 kuruşla yapılabileceğinin tahmin edildiği, ancak para kalmadığı için işe ara verildiği bildirilmiştir. Ayrıca minârenin tamirinin 2.000 kuruş sarfla Sâbık Menteşe Mebusu Hamza Bey Efendi, mefrûşâtının da eşrâfdan Şerîf Efendi Hazretleri tarafından yaptırıldığı, Hacı Hamdi Efendi’nin de 3.000 kuruşluk kereste hediye ettiği işin 15.000 kuruşa bâliğ olacağı ve ertesi sene yapılması düşünülen Türbe-i Şerifin sıva vs. giderlerinin de 2.000 kuruşa ulaşacağı belirtilmiştir.

Mevlevîhânenin tamiri ile ilgili bahse konu olan ve Muğla Belediye Reisi ile beş azanın da mühürleri bulunan 14 Kânûn-ı Evvel 1327 – M. 1911 tarihli keşif evrakında (15): “Yukarıda gösterilen inşaat malzemelerinin, beldenin râyicine uygun olduğu” zik­redilmiş ve 26.751 kuruşluk bir yekûn çıkarılmıştır.

Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekili Muhammed Hilmi mühürlü ve R. 21 Temmuz 1328 – M. 1912 tarihli belgede (16) ise, yukarıdaki belgelerde bahsedilen inşaatın ta­mamlandığı bildirilmiştir.

Sonunda Komisyon Reisi, Mütevelli Kaymakamı ve beş azanın mührü bulunan R. 4 Temmuz 1326 – M. 1910 tarihli belgede (17) Mevlevîhâne’ye iki yönden tatlı su geldiği, birine Şâhidî suyu, diğerine âl-i Abbâs namlı Yılanoğlu suyu denildiği, ikinci suya Yılanoğlu isminin verilmesinin 60 – 70 sene evvel bu isimli bir şahsın suyu ge­tirmiş olmasından kaynaklandığı; eşrâfdan birisinin her iki suyun mecrâ’ını tamirine kar­şılık Yılanlıoğlu suyunun yarısını Dergâh dışından bahçesine götürmek talebinin uygun görülmediği; bir sene kadar evvel Satıroğlu Hacı Süleyman adlı birisinin hasbete’n li’llâh Yılanlıoğlu suyunu tamir isteğinin kabul edildiği, ancak kısmen tamir, kısmen tecdid ve mecra değişikliği yoluyla suyun Dergâh’ın arkasına kadar getirildiği, mezkûr ta­rafından çok az bir kısmının Dergâh’a terkle büyük kısmının evine ve yakınlarına sevk edildiği, yavaş yavaş Dergâh’ın genel muamelelerine de kötülüğünü bulaştırmış ol­masının, sonunda tekkenin mahvına sebep olabileceği anlatılmış, mahkemeye müracaat edildiği bildirilmiş, Cenâb-ı reşâdet-penâhîleri tarafından ilgili kişilere tebligatın ya­nında, pâdişâhın iradesinin temin edilmesi talebinde bulunulmuştur.

Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekîli Muhammed Hilmi mühürlü ve R. 21 Temmuz 1328 – M. 1912 tarihli belgede (18), şeyh vekîli bir başka ve düşündürücü hususu dile getirerek, Dergâh-ı Şerîf in sâhipsiz ve hâmîsiz kaldığı bir dönemde, Dergâh’dan meşru olmayan yollarla istifâde temin etmeye kalkanlara muhâlefet ettiğini, Dergâh’a akan tatlı suyun Satıroğlu Hacı Süleyman ve mehpâlarınca zabtedildiğini; suyun ellerinden alın­masına dâir teşebbüsleri sebebiyle tehdîd edildiğini; ancak eşrâf ve ulemânın kendisine sahip çıkarak cesâretlendirdiklerini, bu hususda hakkında beslenen kin ve garazdan do­layı vukû bulabilecek bir şikâyet sebebiyle ayıplanıp azarlanmaması gerektiğini ifade ediyor.

Aynı tarih ve mühürlü bir başka belgede (19) ise yine su meselesi üzerinde du­rularak, Satıroğlu’nun Mahkeme-i Şer’iyye’ye dava edildiği ve davanın nasıl cereyân et­tiği bildirilmiş, hâkimin Satıroğlu lehine iltiması anlatılmış ve temyize gidileceği ifade edilmiştir.

Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekîli Muhammed Hilmi mühürlü ve R. 21 Temmuz 1328/M. 1912 tarihli belge de (20) su ile ilgili olup, Satıroğlu’nun gasbettiği sudan başka beş şehadet parmağı miktarı diğer suyun kanavâtının (bu su Şâhîdî suyu olmalıdır) eşrâftan Rıfat Efendi tarafından tamir ettirildiği, kendi hanesine bir, 3.000 kuruşluk ke­reste ihdâ eden Hamdi Efendi’nin hanesine de bir şehadet parmağı mikdarı su verildiği ve şiddetle ihtiyaç duyulan Demirci Dükkânı Meydanı’na da bir çeşme inşâ ettirilip bir mikdar su verildiği ve üzerine : “Mevlevî Dergâh-ı Şerifinin Çeşmesidir” cümlesinin yazdırıldığı belirtilmiştir.

İlgi çekici bulduğumuz bir diğer belge, Muğla Jandarma Tabur Kumandanı im­zalı ve R. 26 Kânûn-ı Evvel 1329 – M. 1913 tarihli olanıdır (21). Belgede kumandan, kendisinin Muğla’da vazîfeye başladığını, Şâhidî Dergâhı’nı ziyaretle, kalplerindeki elem ve kederin izalesi için rûhâniyetinden istimdâd olduğunu, Muğla Müftüsü Mu­hammed Zekâî Efendi’nin, her cum’a günü Mesnevî-i Şerîf okuyarak müminlerin kalp­lerini nurlandırdığını belirterek, Evkâf-ı Celâliye tahsisatından aylık 2’şer liranın tahsis ve i’tâsını “ubûdiyyet-i kadîmeme mağrûren” ifadesiyle temenni etmektedir.

Daha sonraki üç belge : Düşmanların din ve memleketimize taarruz ve tecâvüzünün bertaraf edilmesi maksadıyla gönüllü kaydedilmesi ve levâzımatının ikmalinin duyulması üzerine Mevlevî meşâyıhından Şeyh Selîm Efendi dâîlerinin dindarâne bir gayretle mücâhid kafilelerini teşyi etmeleri (22); Muhammed Emin Zekâî ta­rafından, uhdesine Mevlevîhânlık tevdî’i münasebetiyle, yazılan teşekkürnâme (23) ve Şeyhlik makamınca istenilen evrâkın gönderildiğine dâirdir (24).

Elimizdeki son belge ise, Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekîli Muhammed Hilmi imzalı olup R. 24 Mail 1328/M. 1913 tarihini taşımaktadır (25). Belgede; Emirnâme-i reşâdetpenâhî gereğince, ihvanın cümlesinin kendi vazifelerini yapmaları, siyasetle meş­gul olmamaları ve hükümeti desteklemeleri hususunda uyarıldığı bildirilmiş, Mu­hammed Hilmi’nin Meşrûtiyet ve yaşanılan buhranlı günler hakkında kaleme aldığı dört kıt’ası takdîm edilmiştir.

Hepsi de Arûz’un, şâirlerimizce çok kullanılan “Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün” vezniyle yazılan kıt’alardan ilkinde, Meşrûtiyet ve çok partili dönem dikkate alı­narak :

“Devr-i hürriyetde lâzım gerçi bir çok fırkalar
Çünki meşrûtiyyetin ahkâmı böyle iy baba
Vakti var tatbîk ider millet bu ahkâmı fakat
Şimdilik bu şöyle bir nâzük zemânda nâ-revâ”

denilmiş, ikinci kıt’ada, i’tilâfın maksadının ne olduğu :

“Anlaşıldı i’tilâfın maksadı cem’iyyeti
Mahv idüp yıksın da isterse vatan olsun harâb
Farz olunsun kim kazandı intihâbda i’tilâf
Sanma itmez cem’iyet ferdâ yeni bir inkılâb”

şeklinde anlatılmış, inkılâb hakkında ne düşündüğü ve intihâb vakti ne yapılmak ge­rektiği ise:

“Gayr-ı kânûnî degüldür inkılâbdan maksadım
Hüsn-i niyyetle ç-alışmakdan kinâyetdür hemân
İntihâb vakti bu millet çâı-çeşm olmaz ise
Mahv olur mülk ü vatan müşkilleşir iş ol zemân”

kıtasıyla dile getirilmiştir. Nihayet son kıt’ada hürriyetin hakkıyla tecellîsinden sonra, i’tilâfın mı yoksa ittihâdın mı haklı olduğunun anlaşılacağı söylenilir.

“Sahib-i meslek isen Hilmî bugün cem‘iyyete
Hizmet-i kün der-zemân-ı intihâb bâ-adl ü dâd
İtmeli hakkıyla hürriyyet tecellî bizde kim
Anlaşılsın i’tilâf mı haklı yâ hod ittihâd”

Bu belgeler hakkında, arz etmeye çalıştığımız değerlendirmelerden, çı­karabildiğimiz sonuçları şöylece sıralayabiliriz.

1- Osmanlı Cihan Devleti’nin zayıflaması, müesseselerde de bir çözülme ve za­yıflama meydana getirmiş, bazı nüfûz sahibi kimselerin Mevlevîhânelere tasallutu ve meşrû olmayan yollarla kazançlar elde etme peşinde koşmaları sonucunu doğurmuştur.

2- Mevlevîhânelerde postnişinlik gibi önemli görevlere liyâkatsiz kişilerin getiıilebildiği görülmüş, bunların, halkın şikâyeti üzerine değiştirilebilmesi bile uzun zaman almışur.

3- Mevlevîhânelerin ve tabiatiyle burada ikamet eden, günlük hayatımıza ne­zaket ve zarafeti yerleştiren, Mevlevîlerin, sosyal hayattan tecrîd edilmiş değil, bilhassa halkla içiçe ve meselelerle muhatab yaşadıklan (halkın ihtiyacını karşılamak mak­sadıyla), meydanlara çeşme yaptırdıkları, memleket taarruza uğrayınca düşmana karşı gönüllü yazıldıkları görülmüştür.

4- Devrin siyasî ve askerî şartları gereği, mevlevîlerin kendi vazifeleriyle uğ­raşmaları, günlük siyasete bulaşmamaları hususunda dikkat gösterilmiştir.

5- Son olarak, mevlevîhanelerden çeşitli sanat şubelerine mensup insanlar ye­tiştiği gibi, bilhassa şiirle meşgûl olanlar da çıkmış olup; Muğla Mevlevîhânesi Şeyh Vekîli Muhammed Hilmi de bu yolu ilıtiyâr etmekle birlikte, konu değişikliği yaparak, şiirlerinde; meşrûtiyet, ittihad, i’tilâf gibi hususlara yer vermiştir.

Muğla Mevlevîhânesi’nin tarihçesi ve yüklendiği fonksiyonlar hakkında geniş bir çalışma içinde olduğumuzu ifade ediyor, mevlevîhânenin kuruluşunu gerçekleştiren Muğlalı Hüdâî Sâlih Dede’yi, oğlu Şâhîdî İbrâhim Dede’yi ve huzurlarında bulunmakla iftihar ettiğimiz gönüller sultanı Hazret-i Mevlânâ’yı rahmet ve minnetle anıyor, beni sa­bırla dinlemek nezaketi gösterdiğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

 

ETİKETLER: