Kurretü’l ayn-i “Habîb-i Kibriyâ”sın yâ Huseyn

A+
A-

Kurretü’l ayn-i “Habîb-i Kibriyâ”sın yâ Huseyn

İslam tarihinde okudukça içimizin burkulduğu, ağlamamak için kendimizi zor tuttuğumuz olayların başında Kerbela gelir. Hz. Hüseyin ve ailesinin şehit edildiği bu elim olayı anlatan eserler müstakil bir tür oluşturacak kadar çoktur. Şairlerimiz maktel-i Hüseyin veya Kerbela mersiyesi adı verilen şiirleriyle bu acıyı terennüm ederek hüzünlerini kelimelere dökmüşlerdir.

Hüznünü kelimelere döken şairlerden biri de Kethüdâzâde Ârif Efendidir.

Merhum hocamız Mehmet Arslan’ın verdiği bilgilere göre asıl adı Hacı Mehmed Ârif Efendi olan Kethüdazâde 1768 yılında İstanbul’da doğdu. Şiirlerinde Ârif mahlasını kullanan şairimiz daha çok babasının mesleğiyle anılır. Babasının görevi dolayısıyla Medine-i Münevvere’ye gitti. İstanbul’a döndükten sonra tahsiline burada devam etti. Devrinin önemli isimlerinden dersler aldı ve çok iyi eğitim gördü ve önce müderris sonra kadı oldu. Muhtelif vilayetlerde kadılık yaptı. Beşiktaş Sarayı’nın arkasındaki evinde seksen yaşlarındayken vefat etti. Beşiktaş’ta Yahyâ Efendi Türbesinin haziresindeki kabristana defnedildi.

İbnü’l-Emin’e göre Ârif Efendi orta boylu, doğan burunlu, açık alınlı, beyaz yüzlü, al yanaklı, hafif sakallı imiş, yanaklarında sakal yok gibiymiş. Çok sayıda kedi beslermiş. Ârif Efendi Ehl-i Beyt’e son derece bağlı imiş, mal ve mülke rağbeti yokmuş, fakirliğe ve zarurete tahammül edermiş, hatta kırk yıllık uşağı Beşiktaşlı Seyyid Ağa kayıkçılık ve balıkçılık yaparak Ârif Efendi’nin geçimini sağlarmış, ölümünde evinde bir ibrik ve leğen ile sırtındaki elbiseden başka birşey bulunamamış. Fakat kırk sandık dolusu nefis yazma kitabı varmış ve bunların çoğunu Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey almış (İnal 1988: 36).

Bilinen tek eseri Dîvân‘ıdır. Bu eser Dîvân-ı Kethudâ-zâde Ârif adıyla 1271/1855 yılında İstanbul’da taşbaskı olarak 38 sayfa hâlinde basılmıştır. Felsefî ve tasavvufi bilimlerde özellikle matematik biliminde meşhur olup herkes onun bu konularda bilgisinden faydalanırdı. Kişilik olarak resmiyetten, dünya süslerinden hoşlanmayan, vakur ve mütevazı, ilim ve irfan sahipleriyle ve dervişlerle sohbeti seven bir karakterdeydi. Nesir ve nazımda yazdıkları çok ise de bunlar kayıt altına alınmamıştı. Yazdığı bazı manzumeleri bir mecliste okurken orada bulunanlar bunları kaydederlerdi. Divanı, bulunabilen kayıtlardan derlenen şiirlerden oluşur.

Ehl-i beyt muhibbi olan Kethüdâzâde Ârif Efendi”nin Hz. Hüseyin için yazdığı ve Hacı Arif Efendi tarafından bestelenen içli bir şiiri vardır. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği günün yıldönümünde onu Kethüdazâde’nin bu şiiri ile yâd edelim.

Kurretü’l-ayn-i “Habîb-i Kibriyâ”sın yâ Hüseyn
Nûr-i çeşm-i “Şâh-ı Merdân” Murtezâ’sın yâ Huseyn

Ey Hüseyn, sen Allah’ın sevgilisi Hz. Peygamber’in göz bebeğisin. Yiğitlerin şahı, seçilmiş Hz. Ali’nin gözünün nurusun.

Kurretü’l-ayn, gözbebeği, göz nuru, göz aydınlığı demektir. Burada Hz. Peygamber’in Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için söylediği sözü kısmen iktibas ederek hatırlatır. Şâh-ı Merdân Hz. Hüseyin’in babası, yiğitlerin şâhı Hz. Ali Efendimizin lakaplarındandır. Beğenilmiş, seçilmiş, hoşnut ve râzı olunmuş anlamına gelen Murteza da Hz. Ali’nin lakaplarındandır. Dedesinin ve babasının en kıymetli varlığı demiş olmaktadır.

Hem ciğerpâre-yi Zehrâ Fâtıma “Hayrü’n-nisâ”
Ehl-i Beyt-i Müctebâ Âl-i Abâ’sın yâ Huseyn

Ey Hüseyin, sen kadınların en hayırlısı Hz. Fatıma’nın ciğerparesi, Hz. Peygamber’in abasının altında olan, seçilmiş Hz. Ali’nin ev halkındansın.

Şair ilk beyitte Hz. Hüseyin’in dedesinden ve babasından bahsettikten sonra ikinci beyitte annesini bize hatırlatmaktadır. “Hayrü’n-nisâ” kadınların en hayırlısı demek olup yine bir hadisi bize hatırlatmaktadır. Cennetlik olan kadınların en faziletlisi şu dört kişidir: İmran’ın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed (asm)’in kızı Fatıma, Muzahim’in kızı (Firavun’un hanımı) Asiye.

Hz. Hüseyin’in dünyadaki en hayırlı dört kadından birinin oğlu olduğunu söyleyerek onun ne kadar kıymetli olduğunu bize anlatmaktadır.

Âl-i Abâ ile ilgili şöyle bir rivayet anlatılır. Hz. Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde iken, “Ey Ehl-i beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister” (el-Ahzâb 33/33) meâlindeki âyet nâzil olmuş, bunun üzerine Peygamber Hz. Ali’yi, Fâtıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allah’ım, benim ehl-i beytim işte bunlardır; bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!” diye dua etmiştir. Hz. Peygamber’le birlikte abaya bürünenlerin sayısı beş olduğundan bunlar hamse-i Âl-i abâ, pençe-i Âl-i abâ diye de anılmışlardır. Şîa telakkisine göre Âl-i abâ’ya dahil olan fertler aynı zamanda Ehl-i beyt’i teşkil etmektedir. Müctebâ seçilmiş, seçkin anlamına gelir ve kelime bilhassa Hz. Muhammed için kullanılır. Hz. Hüseyin’in değerini ifade etmek için bu sefer bir başka hadis bize hatırlatılmış oldu.

Vâlidin şânında dendi ”lâ fetâ illâ Alî”
Mazhar-ı sırr-ı etemm-i ”lâ fetâ”sın yâ Huseyn

Ey Hüseyin, senin babanın hakkında “Ali’den başka yiğit yoktur” sözü söylendi. Sen lâ fetâ sırrının kendinde tamamlandığı yiğitsin.

“Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ zülfikâr” meşhur bir söz olup edebiyatımızda sıkça kullanılır. Resûl-i Ekrem’in zülfikarı Hz. Ali’ye ne zaman hediye ettiği kesin olarak bilinmemekte, genellikle Uhud Gazvesi’nde verdiği kabul edilmekte ve bu sırada, “Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār” (Ali’den başka yiğit, zülfikardan başka kılıç yoktur) diye nidâ edildiği rivayet edilir.

Bu beyitte şair, Hz. Hüseyin’in babanın sırrı olduğunu söyleyerek “Evlat babanın sırrıdır.” sözüne telmihte bulunmaktadır. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilene kadar yiğitçe savaşmasını ve kahramanlığını babasından aldığını söylemektedir.

Halkan ve hulkan müşâbihsin Resûlullâh’a sen
Nâzenîn-i enbiyâ vü evliyâsın yâ Huseyn

Ey Hüseyin! Seni yaratılış ve ahlak bakımından Hz. Peygamber’e benziyorsun. Nebilerin ve velilerin üzerinde titrediği Hüseyin.

Halkan, yaradılış, hulkan da ahlâk ve huy bakımından demektir. Enbiyâ vü evliyâ Nebîler ve velîler anlamına gelmekte olup Hz. Hüseyin’in hem bedenen hem de ahlak olarak Hz. Peygamber’e benzediğini söyler. Nâzenîn olduğunu söylemesi ise Hz. Peygamber’in onun üstüne titrediğini hatırlatmak içindir.

Seyyid-i şübbân-ı cennet dendi şânında senin
Pîşüvâ-yı etkıyâ vü asfiyâsın yâ Huseyn

Ey Hüseyin! Senin için cennet gençlerinin efendisi denildi. Sen Allah’ın iyi kullarının ve salihlerin önderi ve rehberisin.

Şair bu beyitte de bize yine birm hadis-i şerifi hatırlatmaktadır. İmam Hüseyn ve İmam Hasan efendilerimiz için vârid olan hadîs-i şerîf şöyledir: Hasan ve Hüseyin, Cennet ehlinin gençlerinin efendileridir.

İkinci mısrada etkiyâ ve asfiyâ sözleri ile müttekîler, Allah korkusuyla günah işlemekten çekinenler ile saf ve temiz, hâlis, her türlü kötülükten arınmış kimselerin, ermişlerin önderi ve rehberi olduğunu söyleyerek Hz. Hüseyin’in muttaki ve kötülüklerden arınmış bir Allah dostu olduğuna vurgu yapar..

Sana gülle dokunan ümmîd eder mi mağfiret
Gonca-i gülşenserây-ı Mustafâ’sın yâ Huseyn

Sana gül ile dokunan mağfiret dilemez. Çünkü sen Hz. Peygamber’in gül bahçesinin goncasısın.

Burada remzi gül olan Hz. Peygamber’in hane-i saadeti gülbahçesine benzetilmekte ve o hanede büyüyen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de gül olmaktadır. Ayrıca gülün rengi ile Hz. Hüseyin’in kanlar içinde şehit edilmesi de hatırlatılmaktadır.

Sad hezâran la’net olsun ol Yezîd’in cânına
Nice kasd etti sana nûr-i Hudâ’sın yâ Huseyn

Yezid’in canına binlerce kez lanet olsun. Sen Allah’ın nurusun, sana nasıl kıyar.

Kerbelâ’da Allah’ın sevgili kulu Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi emrini veren Yezid’e lanet edilmektedir. Kıyamete kadar da lanet edilecektir.

Ehl-i mahşer dest-i Hayder’den içerken Kevser’i
Sen susuzlukla Şehîd-i Kerbelâ’sın yâ Huseyn

Mahşer ehli, halkı Kevser şarabını Hz. Ali’nin elinden içerken sen susuz kalıp Kerbela şehidi oldun.

Ehl-i mahşer ile mahşer gününde toplanan insanlar kastedilmektedir. Haydar arslan demek olup Hazret-i Ali’nin lakabıdır. Yiğitlik ve cesaretinden dolayı “yiğit ve cesur” anlamında onun için Haydar ismi de kullanılmıştır. Senin kahraman baban bu ümmetin susuzlarına mahşer günü kevser suyu dağıtırken senin susuzluk içinde ölmen ne acı, diyerek Hz. Hüseyin ve beraberindekilere yapılan zulmü hatırlatmaktadır.

Kıl şefâ’at Ârif’e ceddin Muhammed aşkına
Arsa-i mahşerde makbûle’r-recâsın yâ Huseyn

Deden Hz. Peygamber şakı için Arif’e şefaat et. Çünkü sen mahşer arsasında istekleri kabul edilen kimsesin ey Hüseyin.

Şair son beyitte Hz. Hüseyin’in mahşer günü kendisini sevenleri affetmesi için Allah’a niyazda bulunacağını, kendisini de unutmamasını isteyerek şiirini tamamlamaktadır.

Ehl-i Beyt-i Mustafâ’nın ve Âl-i Muhammed’in, bütün Evlâd-ı Muhammed’in sahrâ-yı Kerbelâ’da şehîd olduğu bugünlerde sözlerimizi bir dua ile bitirelim:

Yâ Rabbi, Kerbela’da akıtılan Hüseyin’in kânı hürmetine, Ehl-i Beyt-i Mustafâ hürmetine, cümlemizi cümle günahlardan tathîr et, kalblerimizi aşkınla, aşk-ı habîbinle ve muhabbet-i Ehl-i Beyt-i Resûlillah ile tezyîn eyle.

İmâm-ı Hüseyin’e kılıçla, okla karşı gelenleri ve bugün onların yolundan gidenleri, nâr-ı cahîmine ilkâ eyle.

Amin.

İsmail Güleç

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2023/07/27/kurretul-ayn-i-habib-i-kibriyasin-ya-huseyn