Kuş Dilini Bilenler Okusun

A+
A-

Kuş Dilini Bilenler Okusun

Tasavvuf son yıllarda popülerleşti. Yazılı ve görsel medyada konusu tasavvuf olan programlar çoğaldı. Mutasavvıf kişiliği ile bilinen insanlar medyada sıkça görülmeye başladılar ve meşhur oldular. Bunun doğal sonucu da ülkenin dört bir yanında çeşitli vesilelerle düzenlenen programlara katılıp konuşmalar yaptılar. Bunlar toplumda kendilerine bir karşılık buldu ve büyük bir kitle tarafından takip edilmeye başlandı.

Tasavvufun veya diğer deyişle manaviyatın bu kadar yaygınlaşmasının nedenleri arasında insanların yalnızlaşması, psikolojik bir takım sıkıntılara düçar olması, müspet bilimlerle bazı sorulara cevap bulamaması gibi kişisel nedenlerin yanı sıra sosyolojik bir takım nedenler de sayılabilir.

Bu kadar popülerleşmenin kitap dünyasına yansımaması muhaldi ve tasavvuf konulu kitaplar peşpeşe yayınlanmaya başlandı. İnsanlar bu kitaplara rağbet gösterince yayınevleri piyasaya bu konuda daha çok kitap arz etmeye başladılar. Bunun doğal sonucu isimleri, kapakları, konuları birbirine benzeyen bir çok kitap yayınlandı. Maalesef bu kitapların çok azı özgün ve çoğu ya kendilerinden öncekilerin, veya birbirlerinin tekrarı veya benzeri. Bu kitap furyası zaman içinde çekilecek ve geriye ancak çok az bir kısmı kalacak.

Peki o zaman soralım; bir kitabın tasavvufi kitap olarak kabul edilmesi için hangi kriterleri göz önünde bulundurmalıyız? Bundan yüz yıl sonra hangileri hâlâ okunur olacak?

Şu sorunun cevabını vermeden tasavvufi kitaplar üzerine konuşmaya devam edemeyiz. Biz de kısaca tasavvufi kitaptan ne anladığımızı ifade etmeye çalışalım.

Gelenekten gelen bir mutasavvıf tarafından, gelenek içinde kalmak şartıyla, mensubu bulunduğu tarikatın mahiyetini, adabını ve mutasavvıfların menkıbevi hayatlarını veya kişisel tecrübelerini müridlerine ve dervişlere öğretmek veya hissetirmek üzere kaleme alınan eserlerdir.

İsterseniz bu tanımla ne kastettiğimizi açıklamaya çalışalım.

  1. Gelenekten gelmiş olmak: Tasavvuf, günümüzde ortaya çıkmış bir düşünce veya hayat biçimi değildir. Mutasavvıflar, silsilelerini Hz. Peygamber’e kadar götürürler. Dolayısıyla özellikle Batı’da New Age başlığı altında geçen asrın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başlayan ruhçu görüşleri dışarıda tutuyorum. Bu akım içinde İslam tasavvufundan da beslenenler olabilir. Ancak onlar meşruiyyetlerini dinden ve gelenekten almadıkları için tasavvuf dairesi içinde kabul etmiyorum.
  2. Yazarının mutasavvıf olması: Bu en önemli kriterlerden ikincisidir. Bir üniversitede yapılmış konusu tasavvuf olan bir doktora tezini veya bir monografiyi tasavvufi kitap olarak kabul etmeyiz. Ona, konusu tasavvuf olan bir kitap deriz. Bilimsel metodlarla yazılmış, herhangi bir mutasavvıfı tanıtan veya bir konuda bilgi veren, inceleyen kitaplar tasavvufi kitap olarak kabul edilmez. Çünkü amaçları farklıdır. Amacı tasavvufî olduğunda da bilimsel eser olmaz.
  3. Yazar, bir tarikatin müntesibi olduğuna göre yazdıkları ya bilgi aktarmak amaçlı, ya da duygu aktarmak amaçlı olacaktır.

a.) Bilgi amaçlı olanlar: Bunlar meşhur mutasavvıfların menkıbevi hayatlarını anlatan, (Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya’sı, Cami’nin Nefahatü’l-Üns’ü, İhsan Oğuz’un Arifler Silsilesi gibi) biyografik eserler, tarikat adabının anlatıldığı (Ankaravi’nin Minhacu’l-Fukarası, İbrahim Fahreddin Dede’nin Cerrahi Tarikatına Dair Sualname, Hüseyin Top Dede’nin Mevlevi Usul ve Adabı gibi) eserler, evrad ve zikir mecmuaları sayılabilir.

Bilgi amaçlı olan eserler arasında işari tefsirler (Bursevi’nin Ruhu’l-Beyan’ı, Kuşeyri, Sühreverdi ve Kaşani’nin tefsirleri), sufiler tarafından yazılan eserlere yapılan şerhler (İbn Farız’ın kasidelerine, İbn Arabi’nin eserlerine ve Mevlana’nın Mesnevi’sine yapılan şerhler gibi) de sayılır. Bu şerhler, aynı gelenekten gelen birisi tarafından dervişlerin istifadesi için hazırlandığı takdirde tasavvufi eser olarak kabul edilir. Bunun dışında dini bir konuda bir mutasavvıf tarafından yazılmış eserler de (Füsusu’l-Hikem, Mişkatu’l-Envar gibi) bu bağlamda değerlendirilebilir. Örnekler çoğaltılabilir.

b.) Duygu amaçlı: Bu tür kitaplar mutasavvıfların sülukları esnasında girdikleri halleri dile getirdikleri eserlerdir. Bunlar daha çok manzum olurlar. Ahmed Yesevi’nin hikmetleri, Yunus Emre ilahileri, İbn Farız’ın kasideleri, Hafız’ın gazelleri, Mevlana’nın Divan-ı Şems’i ve Mesnevi’si, Niyazi Mısri, Aziz Mahmud Hüdayi, İsmail Hakkı Bursevi, Bektaşilerin beş büyük şairinin şiirleri ve burada ismini zikremediğimiz sayısız eser bu başlık altında incelenebilir. Bu tür eserlerin temel özelliği müelliflerinin şahsi tecrübelerinin ve duygularının aktarılmış olmasıdır. Dolayısıyla bu tür eserleri okuyarak tam manasıyla anlamak her okur için mümkün değildir. Olsa olsa bazı duygular sezinlenebilir. Eskilerin dedikleri gibi tatmayan bilmez. Dolayısıyla ancak böyle bir tecrübesi olanlar tecrübeleri ölçüsünde anlayacaklardır. Aslında bunun gelenekteki karşılığı zevk etmekdir. Bu tür eserler anlamak ve öğrenmek için okunmazlar. Ya bir dönem yaşadıkları tecrübeleri tekrar hissetmek için okunurlar, ya da yaşayacakları tecrübeleri önceden görmek için okunurlar ve ikisinde de okuyan için zevk vardır. Bu zevki keyif ile karıştırmıyalım.

Özellikle son yıllarda ihtida eden Batılılıların kimi eserleri bu bağlamda zikredilebilir. Onlar nasıl Müslüman ve mutasavvıf olduklarını, sülukları boyunca başlarından geçen olayları ve halleri kaleme almışlar, zevklerini paylaşmışlardır. Bu eserler bir sufi tarafından zevk alınarak okunurken aynı satırlar sufi olmayanlara bir adamın başından geçenler gibi gelecek, onlar hakkında bilgi sahibi olacaklardır.

Günümüzde yazılan kimi romanlarda karakter olarak sufilerin yer aldıklarını görüyoruz. Bu romanlar yukarıda sıraladığımız özellikleri taşıyorlarsa tasavvufi eser sayılabilir. Örnek vermek gerekirse, Sadık Yalsızuçanlar’ın kimi romanlarını bu tür eserlere örnek verebilirim. Biraz iddialı gelebilir, bence Türk romanı dünyada kendisine özgün bir edinecekse bunu ancak tasavvuftan beslenen sanatçılarla başarabilecektir.

Buradan yola çıkarak şu soruyu sorabiliriz: Tasavvufun kitaplardan okuyucuya aktarılması mümkün müdür?

Tasavvuf bilgisinin verilmesi mümkündür, ancak bir kişi, sadece kitap okuyarak mutasavvıf olamaz. Mutlaka o kitabı canlısından, kamil bir mürşidden okumalıdır. Kitab-ı natık dediğimiz mürşidler olmadan mutasavvıf olunmaz. Geleneğimizde Üveysilik diye bir husus var. Bu günümüzde istismar edildiği için çok dikkat etmek gerekir. İnsanlar işin kolayına kaçıp ben Üveysiyim deyip kendilerine bir değer yüklüyorlar. Bu o kadar kolay bir şey değildir. Onun Üveysi olduğunu ancak kamil bir mürşid söyleyebilir.

Herkes tasavvufi bir eseri, mesela İbn Arabi’nin bir eserini okuyup anlar mı?

Tasavvufun kendine has bir terminolojisi ve düşünce sistemi vardır. Bu sistem çoğu kez diğer bilimlerle çelişir. Bir disiplin içinde ak sayılacak bazı nesneler tasavvuf içinde değerlendirildiğinde kara olabilir. Bu yüzden İbn Arabi’nin bazı yorumları dinin zahirine göre hüküm veren kimi ulema tarafından eleştirilmiştir. Bu yüzden formal yollardan edindiğimiz bilgilerle tasavvufi metinleri anlayamayız.

Bu metinleri anlamanın metnin sadeleştirilmesi ile de bir ilgisi yoktur. Bir cümledeki tüm kelimelerin anlamını bilsek bile anlamayabiliriz. Çünkü bir ilmi bilmek demek, o ilmin terimlerini bilmek ve sindirmek demektir. Tasavvufi kavramları bilmeden, içselleştirmeden tasavvufi metinleri tam manasıyla anlayamayız. İbn Arabi metinlerini anlamak için maalesef o da yetmez. İbn Arabi’nin kendine has düşünce biçimini ve kelimelere yükledikleri anlamı da bilmek gerekir. Bu açıdan bakıldığında kimi tasavvufi gelenekten gelenler bile anlamayabilir.

Burada anlamamak ile kastımız söylenenlerin bizim gönlümüzde ma’kes bulmasıdır, aklımızda ve dimağımızda değil. Bundan dolayı bir çaycı ve terzi bir profesörden çok daha iyi anlayabilir. Burada marifet tasavvufun dilini, kuş dilini öğrenmektir. Bu dil de ancak marifet okullarında öğretilir.

(Bu yazı Yeni Şafak Kitap Eki’nde (18 Ağustos 2012) yayınlanmıştır.)

ETİKETLER: