Mağaradan Çıkış…
~
Mağaranın dışını görmek için gözlerini kapat.
Bak… Işık, hiç gitmediği yeri nasıl da aydınlatır:
Rüyâları aydınlatan bir güneş vardır
[L. Tzu’dan]
Kaçmaya çalıştıkça mağaraya zincirlenirsin.
Olduğun yerde ışık olduğunu gör;
Zincirler, gölgeden ibâretti.
[Wei Wu Wei]
Onlar, kabir’deki gibi uykuda oldukları hâlde (demek ki olayda ruh beden şartları da geçerli) sen onları ayıktırlar ve uyanıktırlar sanırsın, demek ki zâhirî bedenleri faal, beş duyu, algı işler durumda…)
[Sûret-i Kehf’den]
İster
Felsefede Platon’dan
“Mağara Alegorisi”
İster dinlerde
Ashâb-ı Kehf
“Mağara uyurları”
Olarak geçsin
Dünyâ hikâyemiz ne yapsan bundan ibâret:
“Bir ekrana düşen ışık oyunları”
Ve çoklarımız, gerçekten hiç kaçamadık bu oyundan…
Uykusu en derin olan kimileri ise, “uyanış” metaforu diye anlatıp durur bunu bilip bilmeden…
Ama gerçekten öyle mi?
Aslında canlı bir uyarı bu:
“Uyanık olan sadece benim sanıyorsan, işte asıl tuzağın ta kendisisin sen!”
Duvarın üstündeki gölgeler yalnızca illüzyon değildi…
Onlar, ışığın kaynağını elinde tutanların yansıttığı kurmaca anlatılardı.
Ve asıl tuzak mağara değildi.
Kıpır kıpır kırpışan şeylere ‘hakikat bu’ diye kanmandı.
Duvarda görünen sûretin ‘aslı var’ sanıp kanmandı.
Düşe düşüp aldanma
Kendin hayrete salma
Hak’tan gayri ne vardır
Tâbire muhtaç ola
[Gaybî nefesi’nden]
Ve neredeyse kimsenin dile getirmediği şey şu:
Bu mağara yalnızca fiziksel değildi
Sembolik bir hafıza bastırma yöntemiydi
Aklıma ‘geldi!’ dediğin, düşüncelerin mi?
Tasarlanmıştı.
Canım öyle ‘istedi’ dediğin, arzuların mı?
Koşullandırılmıştı.
Işıktan, gerçekten korkman mı?
Programlanmıştı.
Ve olur da biri, mağaradan kaçtığında, sâdece “gerçeği” görmez: “Mağaranın dilini unutur.”
Artık ikinci el idraklerle, ödünç-eğreti sembollerle konuşamaz olur.
Gölgeler üzerine kurulu sistemlerle “rezonansa girmez”
Artık onun geçer akçesi, şehirde geçmez olur…
Belki de bu yüzden böyle buyurdu Platon:
“Kaçanların çoğu geri dönmeye çalışır ve öldürülür.”
Artık mağarada hoş karşılanmazlar.
Varlık komasından çıkanlar
Kollektif illüzyonu
Ortak transı bozarlar çünkü.
Ve artık gerçek kaçış nasıl olur hatırlarsın:
• “Gölgeler üstüne” tartışmayı bırakırsın
• Gerçeği hatırlamak için “izin beklemeyi” kesersin
• “Onaylanma ihtiyacı” hissetmezsin
• Farkındalığın, aydınlanmanın, “kendini bilmenin” marifetullâhın, birilerince verilen manevî unvanlarla, makam ve derecelerle ilgili bir şey olduğunu düşünmekten vazgeçersin.
Hâsılı “O şehir”den hicret edersin
Arkanı dönüp bir kez bile bakmadan
Geçip gidersin
Duvardaki gölgelere değil
Doğrudan ışığın kaynağına doğru bakarsın.
Algını,
Gölge oyunlarından
Duvardaki ekrana düşen kukla gösterisinden
Çekip çıkarırsın.
Gerçeği ararken zihnini öldür. Çünkü zihin, seni gölgelerle oyalayan sopayı atandır. Düşüncelerinin peşinden koştuğunda, bir sopayı kovalayan köpek gibisindir: Her sopa atıldığında, ardına düşersin. Oysa aslan gibi ol; sopanın peşinden koşmak yerine, dön ve sopayı atana meydan oku. Bir aslana sopa sadece bir kez atılır.
[Milarepa’dan]
Sonra ne mi olur?
İlk defa nefes almaya başlarsın, gerçekten nefes alana dönersin…
Zira her şeyin başlangıcı buradadır:
“İsyanla değil, rezonansla”
Sadâ-yı hem-âheng
Çıkış asla dışarıda değildi.
Bu bir alan kaymasıydı,
At-tention
Gerilimin dinmesi
Algının kendine dönmesiydi…
Ve ezelde yüklü hafızamız geri döndüğünde
Dikkat, kaynağına geri çekildiğinde
Mağara-simülasyon çöker
Olaylara dâir kişisel hafızanız değil
“Birliğin Ahenginin Hafızası”
“Bilgi, dışımızdaki şeyleri görmek, bilgelik ise zâten içimizde olanı hatırlamaktır” buyuran aşkın bilge Platon, bize öyle böyle bir hikâye anlatmıyordu.
Aslında bir harita veriyordu…
Ve bu haritanın gösterdiği gerçek şu:
Sen aslında mağarada hiç bulunmadın
“Sen, çarpıtılan ışıktın”
Şimdi n’oldu mu?
O ilk söz çınnnlıyor kulağında
Nasıl “ışıdığını” hatırlıyorsun.
Öyle değil mi?
–*–
–*–
–*
~
“Kapıyı açıp dışarı çıkmaya çalışma…” dedi, girip çıkanları izleyen,
“Kapı zaten açık. Sen sadece içeride olduğunu sanıyorsun”
~
Işık, kaynağına dön-üş-düğünde, gölgeler sen-i-n olur.
[A. Kadrî]
~