Mevleviliğe Kimler Girebilir, Nasıl Mevlevi Olunurdu?

A+
A-

Mevleviliğe Kimler Girebilir? Nasıl Mevlevi Olunurdu?

Tarih boyunca 100 kadarı Osmanlı tarihi içerisinde açılan (diğerleri Selçuklu son dönemleri ve Beylikler döneminde açılmıştı) yaklaşık 140 kadar irili ufaklı mevlevihâne vardı. Bu mevlevîhânelerin sınırları Avrupa’da Peç (Macaristan), kuzeyde Kırım Gözleve. Balkanların hemen hemen tamamında Yunanistan, Mısır, Kıbrıs, Mekke-Medine, Tebriz ve Anadolu idi. Bunların sadece 14 tanesi âsitâne idi, diğerleri zâviye. Âsitâne dediğimiz yerlerde “Dede” unvanı almak ve Mevlevi olmak için eğitimler veriliyordu. Zaviyelerde ise Dede olarak yetişmiş Mevlevîler görevlendiriliyor; çevre insanlarına, halka ya da “çile” çıkarmadan “muhib” sıfatı almak isteyenlere Kur’ân-ı Kerim, hadis-i şerif, Mesnevi, Mevlâna’nın hayatı gibi derslerle birlikte semâ eğitimi, evrâd-ı Mevlâna okuması ve zikir veriliyordu. Ya da insanlar istedikleri zaman bu zâviyelere gelip bu dersleri dinliyorlar, semâ seyrediyorlar ancak muhib sıfatı kazanmıyorlardı. Geliş gidişlerinde bir sınırlama ya da mecburiyet yoktu.

Mevlevîliğe girecek aday adayı dergâha gelir, müracaat ederdi. Dergâhın iki üst görevlisi vardı. Birincisi Tarikatçı Dede, İkincisi Mevlânâ zamanında aşçılık görevini üstlendiği kaydedilen Âteşbâz-ı Velî’nin makamını temsil eden Aşçı Dede. Bunların başında da Mevlânâ soyundan olması gereken dergâhın “Çelebi”si vardı.

Mevlevi adayını önce Tarikatçı Dedeye götürürlerdi. Dede kendisini sıkı bir imtihana tabi tutar; ailesinden izin alıp almadığını sorar, dergâhta nefse verilen eziyetlerle, dertlerle dolu 1001 gün çile çıkarmadan Mevlevi olunamayacağını, bu yoldan dönüşün ise veballi olduğunu detaylarıyla anlatarak adayın samimiyetini ölçerdi.

İkrâr vererek, yani bütün şartları kabul ederek ilk aşamayı gecen aday önce hamama götürülüp ciddi bir beden temizliğinden geçirilir, sonra genellikle “Can” (bazen “Nev- niyâz” nadiren de “Sâlik”) ad ve sıfatıyla dergâhın mutfağında (matbah) bulunan Saka Postuna oturtulurdu. Can artık üç gün boyunca bu postta oturacak, yemek ve diğer zaruri haller dışında hiç kalkmayacak, kimseyle konuşmayacak, kimse ona bir şey demeyecek ve kendisinden önce 1001 gün çile çekip Dede olan Mevlevîleri seyredecektir. Tabii ki bu sırada kendisi de ilgili Dede tarafından gözlemlenmektedir. Tavırları neticesinde sınavın ilk aşamasını geçecek ya da postun ön tarafında, uçları kendisine dönük ayakkabıları ters çevrilerek nazikçe “bu işi başaramayacaksın, evine geri dön” denilmiş olacaktır.

Üç günü başarıyla geçirebilmiş Can’ı ise Aşçı Dede teslim alır. Can’la diz dize oturarak başını kıbleye gelecek şekilde dizine yaslatır; Can’a giydireceği sikke ve tennureyi önce kalbine götürür, sonra öperek Can için Hz. Peygamberden (s.a.v.) şefaat, Hz. Mevlânâ’dan himmet diler. Üç defa Fâtiha, üç defa İhlâs surelerini okur, sonrasında üç defa tekbir getirerek yedi salâvât-ı şerife okur Devamında da üç kez daha tekbir getirerek ikinci tekbirde göğsü üzerinde tuttuğu sikkeyi Can’ın başına kor. Buna Mevlevîlikte “Sikke Tekbirlemek” denir.

Daha sonra sikkesi tekbirlenen Can’ı alıp odasına götürür. Karşısında bulunan bir posta oturtarak, “İşte üç günden beri Mevlevî Tarikatı’nın namaz, niyâz, hizmet ve mihnetini gördün. Bu, tahammül ve sabır işidir. Birisi sana kötülükte bulunursa dahi, sakın karşılık verme; kimseye el, dil uzatma; herkese eyvallah de, tevazulu ol. Burada daha üç gün bulundun; daha görmediğin ve bilmediğin çok şey var” şeklinde nasihat eder. Mevlevîlik Tarikatı hakkında bilgi vererek bu yolun aslının edepten geçtiğini, beden temizliğinden daha önemli olan ruh temizliğinin esas olduğunu, bu sebeple de öncelikle nefsin isteklerini terk etmek gerektiğini, tam bir niyâz ile dinî gerekleri yerine getirmesi gerektiğini iyice vurgulayarak, bu samimiyet ve özelliklerden dolayı devlet büyüklerinin bile Mevlevîlere sayg1 gösterdiklerinin altını çizerdi. Daha sonra adaya ebced hesabında karşılığı rıza olan 1001 gün içerisinde dergâhtan hiç ayrılmadan (zaruri hallerde Can dışarı çıkabilir, ancak gece mutlaka dergâha dönmesi gerekirdi) birçok hizmeti yerine getirmesi gerektiğini söyler; ondan son bir kez daha söz (ikrâr) alırdı.

Aşçı Dede, Can’dan “hepsine razıyım, hizmet ve ibadetle vaktimi geçireceğim. ..” cevabını aldıktan sonra onu Matbah-ı şerif diye adlandırılan ve Mevlevîlikte kutsal sayılan mutfağa alırdı. Bazen de bu 3 günlük imtihanın sonunda 18 günlük bir çile donemi daha geçirilerek asıl çileye soyunulurdu… Böylece 1001 gün boyunca devam edecek ve Mevlânâ’nın bizzat eliyle yazdığı Mesnevi’nin ilk 18 beytine istinaden 18 hizmetin birincisine başlayan Can, burada da hizmetlerin her aşamasında olduğu gibi diğer Dedelerin gözlemlerinden oluşan imtihanlarla dolu dokuz gün daha geçirir, sonra çivili tahta üzerinde Semâ tâlim etmeye başlardı. Bir taraftan 1001 günlük çile hizmetlerini yerine getiren Can diğer mûsikî veya yetenekli sanat ve işlerde eğitim almaya başlardı. Tamamen cahil olan Canlara ise okuma yazma öğretildikten sonra diğer eğitimler verilirdi.

Süpürgecilik, bulaşıkçılık- abrîzcilik…

Artık Can için nefsin için ön planda tutulduğu imtihanlar başlamıştır. 1001 gün boyunca çoğu eziyetlere dolu hizmetler arka arkaya yapılacak; getir-götür işlerinin verildiği Ayakçılık hizmeti ile başlayıp, dergâhın temizlenmesinin üstlenildiği Süpürgecilik görevi ile devam edecektir. Bu arada eksik olduğu veya yeteneği bulunduğu konularda Dedelerden sürekli eğitim görecektir.

Süpürgecilik görevini de başarıyla tamamlayan Can, kendisine hissettirilmeden her aşamasında farklı sabır imtihanlarına da tâbi tutulacağı Bulaşıkçılık, Pazarcılık, Dolapçılık (yemek kaplarının kalaylı ve temiz tutulması), Tahmisçilik (kahve hazırlama), Meydancılık, Kandilcilik (Dergâhın kandillerini yakıp söndürme), Somatçılık (sofra kurup kaldırma). Çamaşırcılık, Yatakçılık, şerbetçilik gibi görevlerini yerine getirerek çeşitli aşamalardan geçecek; “artık yetiştim, olgunlaştım, kıdem kazandım” diye aklından geçirdiği zamanlarda ise hizmetlerin en aşağısı olan Abrîzcilik görevi verilecektir.

Abrîzcilik tuvalet temizliği işiydi ve Can’ın Dede unvanı almadan önceki çiledeki son hizmeti idi. Fakat 1001 gün boyunca zaman ve tarih mevhumunu kaybeden Can, çilesinin bitmek üzere olduğunun ve bu hizmetin son imtihanlardan en ağırı olduğunun farkına bile varmazdı.

1001 gün hizmeti boyunca birçok eziyetlere katlanıp nefsini ayakları altında ezmeyi başarabilen ve tuvalet temizliği hizmetinden de başarıyla çıkıp sabırla hamlığını yok ederek Mevlevîlik’e ilk adımını atan Can, bunları yerine getirirken dergâh görevlisi Dedeler tarafından da dinî bilgilerle birlikte Mesnevi ve Mevlevilik’in âdâb ve erkânının öğretildiği dersler alırdı.

Matbah-ı şerifte çiğ yiyecekle; pişmesi gibi güç hizmet ateşinde pişen ve bu hizmetlerin her aşaması da başarıyla geçen Can ilk liyâkati elde etmiş; dünyevî ve uhrevî bilgilerle teçhiz olmak üzere derslerine daha da ağırlık vermeye başlamıştır

Can artık 3 gün Saka Postu’nda oturmuş, 1001 gün çilesini tamamlamış ve 18 hizmeti yerine getirmiştir Bu rakamların toplamı 1022 etmektedir ve bunun ebced karşılığı da rızâ-yı Hû yani “Allah’ın kendisinden razılığıdır”. Ancak hizmet daha bitmemiştir. Meydancı Dede akşamüzeri elinde bir şamdanla Can’ı namaza götürür ve sonrasında da bir yemeğin ardından dergâhın meydanında niyâz vaziyetinde dururken Tarikatçı Dede, “Vakt-i şerifler hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin niyâzı kabûl ola, âşiyân-ı Mevleviyyede rahatı müzdâd demler-safalar ziyâde ola; dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Şems-i Tebrizi – kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim- Hû…” şeklinde gülbang çekerek 3 gün sürecek hücreye kapanma günleri başlar. Can burada kendini iyice tanır; sır olur ama çile henüz bitmemiştir.

Eskilerin deyimiyle bu hâl, “Mevlevînin çilesi bitmez” şekliyle dillerde dolanır ve bu yola girenin hayatı boyunca her türlü cefa ve eleme katlanması, iradesinin güçlü olması gerektiği vurgulanırdı.

Hücre çilesi

Can’ın 3 günlük çilesinin ardından Aşçıbaşı yanına gelerek Cana öğütler verecek ve çektiği “Vakt-i şerifler hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, derviş kardeşimizin hizmetleri mübarek ola; dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Şems-i Tebrizî, kerem-i İmâm-ı Ali; Hû diyelim. Hû…” gülbangiyle 18 gün daha hücre çilesine kapatacaktır.

18 günlük son çilesini de çıkararak Dede unvanı almaya hak kazanan Can, Meydancı tarafindan dergâhın Çelebisine götürülür, önünde diz çöker vaziyette oturtulurdu. Çelebi, Can’ın sağ elini kendi sağ eliyle tutarak, Kur’ân-ı Kerim’in, “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir” meâlindeki Fetih Suresi’nin 10. âyetini okur; daha sonra yanındaki makasla Can’ın kaşlarının ortasından ve bıyığından birkaç kıl keser ve Mevlevi hırkasını tekbirleyerek giydirir.

Üç sene kadar önce dergâha Can olarak giren aday artık bu “insan gibi insan” yetiştirme okulunda Dede unvanı almış, olgunlaşma yolunda bir hayli yol kat etmiştir. Kendisine 2-3 Dede ile birlikte kalacağı bir hücre tahsis edilen Dede, artık hem kendini yetiştirmeye devam edecek, hem de çile döneminde aldığı dersler neticesinde uzmanlaştığı konuda yeni gelen Can’lara ders verecektir. Ya da kendi istediği takdirde başka yerlerde bulunan mevlevîhânelere aynı unvan ve görevle naklini isteyebilecektir. ..

Mevlevîlik tarihi boyunca 1001 günlük bu çileye soyunan Can’lar genellikle bu zamanı başarıyla tamamlar ve Dede olurlardı. Ancak çeşitli vesilelerle çileyi kıran, yani yarım bırakan Can’lar da olurdu. Bu Can’lar ileriki bir zamanda, kendileri istedikleri takdirde hangi döneminde çileyi kırmış olurlarsa olsunlar, Saka Postu’nda 3 gün oturmayla işe baştan başlarlardı. Tekrar çile çıkarmak istemeyenler ise dergâha gelip gitseler dahi hem kendilerinde bir eksiklik hissederler, hem de diğer Mevlevîler nezdinde az itibara sahip olurlardı.

“Muhib” derecesi

Mevlevîlik’te genel çoğunluğu teşkil eden bir de muhib sınıfı vardır. Bunlar ikrâr vermeyip 1001 gün çile çıkarmadan tarikata intisap edenlere verilen sıfat olup bu yolun ilk halkasını oluşturur.

Muhib olmak isteyen aday dergâhın şeyhine müracaat eder, o da eğer reşit değilse velisinden izin almak şartıyla samimiyetine inandığı adayı karşısına alır, önce tam bir beden temizliğinden geçip abdest almasını söyler. Daha sonra kendisi de abdestli olduğu halde her ikisinin yüzleri de kıbleye gelecek şekilde adayı soluna oturur. Şeyh, “Bilerek veya bilmeyerek işlediğim günahlardan duyup bilen Allah’a sığınırım…” tarzında duada bulunurken, aday da aynını tekrar eder. Bu duanın ardından adayın beraberinde getirdiği sikkeyi iki eliyle tutan şeyh, üç kez İhlâs Suresini okur ve sikkenin her bir yönüne üfleyerek, adayı, başı kıbleye gelecek ve ayakları toplu olacak vaziyette sol dizine yatırtır. Sikkeyi kıbleye karşı tutarak Mevlânâ’yı tavsif eden cümleler söyledikten sonra sikkenin sağ, sol ve ön kısımlarını öper; adaya da aynı şekilde öptürdükten sonra başına giydirir ve elini sikkenin üzerine koymak suretiyle, “Allahu ekber, Allahu ekber, lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber, Allahu ekber ve li’llâhi’l hamd” der. Adayın sırtını üç kez sıvazlayarak dizinden kaldırır; sağ elini iki eliyle tutar, aday da aynı şekilde şeyhin elini tutar ve bu şekilde aynı anda birbirlerinin ellerini öperler. Artık aday muhib, yani Mevlâna dostu olmuştur. Muhib bu törenin ardından sırtını şeyhe dönmeden geri geri giderek kapıdan çıkar; Mevlevi âdâbı, Semâ, mûsikî, Mesnevi, güzel sanatlar gibi dersleri almak ve yetenekli olduğu konuda yetiştirilmek üzere ilgili Dedeye teslim edilir.

Osmanlılar döneminde başta Sultan III. Selim ve Sultan Reşad olmak üzere bazı sultanlar ve çok sayıda devlet ileri gelenleri muhib sıfatıyla Mevlevîlik’e hizmetlerde bulunmuşlar; birçok şâir, yazar, edîb, hattât, hakkâk ve musikişinas da aynı sıfatla eserler meydana getirmişlerdir.

 

Nuri Şimşekler

Mevleviliğe Kimler Girebilir, Nasıl Mevlevi Olunurdu?
Derin Tarih – Hz. Mevlâna ve Mevlevilik – Özel Sayı 16, 2019