Sevakibu’l-Menâkib: MEVLEVÎLİK HAKKINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK – Bekir ŞAHİN
Sevakibu’l-Menâkib: MEVLEVÎLİK HAKKINDA ÖNEMLİ BİR KAYNAK
Bekir ŞAHİN
Hz.Mevlana şair, mutasavvıf, manevi bir öğretmen ve erdem sahibi bir kişiydi. Kur’an ve dini ilimler hususunda bir otorite ve dünya hayatı ile ilgili sorunlarının çözümünde bir üstad idi. Onun erdem zenginliği ve örnek yaşam tarzı insanlığa hep örnek olmuştur.
Asirlar boyunca sesiyle , soluğuyla, varidâtıyla, aşkıyla heyecanıyla, vadettikleriyle çağlar geçse de onlar hep taze ve canlı kalmıştır. Zaman onları eskitememiş, olaylar ve esen rüzgarlar tesirsiz kalmıştır.Onlar yüzlerce önce yıl yaşamış olsalar da her zaman eskimez yeniler olarak kalacaklardır.
Ortaya koyduğu Çağlar üstü ölümsüzlük mesajları,Fazilet ve meziyet yüklü öğretileri,uyuyan gönülleri uyarmış ve uyandıtmıştır. Ortaya koyduğu ruhî ve ahlakî kaideler o kadar yenidir ki, kendisini bu yolda yetiştirmeye çalışacak olanlar bunun ne kadar doğru olduğunu anlıyabilecek seviyeye ulaşmıştır.
Hz. Mevlâna bütün gücünü Kur’an ve sünnetten almış; Kur’na-ı Kerim’in Kölesi , Hz. Muhammed (SAV)’in yolunun tozu olduğunu söylemekten herzaman onur duymuştur. 700 yıl kadar önce bugün Türkiye olarak adlandırılan Anadolu’da, Konya’da mutasavvıf, ve mukaddes bir şahsiyet olarak yaşayan Celaleddin-i Rumî İnsanlara; İlahi aşkı, Hoşgörüyü, Umudu, Eğitimi öğretti. Günümüze kadar bu değerler geçerliliklerini kaybetmedi. Özellikle gerçek değerlerin yitirildiği zamanlarda…
Arif ve sufilerin meclisleri, şair ve ediplerin toplantılarında, ehl-i hikmetin ders halkalarında onun şiirleri okunmuş, menkıbeleri dinlenmiş,onun aydınlattığı meclisler müstena bir eğitim- öğretim meclisleri haline gelmiştir. Belh’ten yayılan nur; ediplere, şairlere, ressamlara ilham kaynağı olmuştur.
Arastırmacılar, yazarlar Mevlâna’nın hayatı, onun şiirsel ve fikri özellikleri konusunda o kadar çok inceleme, araştırma yapmışlardır ki; onlann sadece fihristi kalın bir kitapta toplanabilir. Mevlâna hakkindaki yazı ve makalelerin çokluguna ragmen bazi kaynaklar gerektigi ve layık oldugu sekilde tanıtılamamıştır. Bu temel kaynaklardan biri de Sevakıbu’l Menakıb isimli önemli eserdir.
Bu eser; Ahmet Eflakî’nin hazırladığı, Menakıbü’l-Arifinin isimli menkıbname, Abdulvehhab b.Celaleddin Muhammed Hemadâni tarafından incelenerek Farsça olarak kısaltılmış ve Sevakıbu’l-Menakıb-ı Evliyaullah ismi verilmiştir. Daha çok Türkiye havzasında bilinen ve bugün itibariyle 70’in üzerinde yazma nüshasını tespit ettiğimiz, Sevakıbu’l-Menakıb ‘dan meşhur Mevlâna uzmanı Bediuzzaman Firuzanferin dahi hakkıyla haberdar olmadığını görüyoruz.
MÜELLİFİN HAYATI:
Müellifin; asıl adı Abdülvehhab olup Hemedanlıdır. Babası Celaleddin Muhammed bir Nakşi şeyhi olduğu için kendisi de Nakşibendi tarikatının büyüklerinin yanında yetişti. Şah Tahmasb(H.930-984)’ın Hemedan’ı aldıktan sonra Sünnilere karşı baskıcı uygulamaları sonucu birçok âlim gibi ülkeyi terk etmek zorunda kalan Abdülvehhab, Kınalızade’ye göre önce Anadolu’ya, Esrar Dede’ye göre ise Mısır’a gitti. Mısır’da zamanın Mevlevi şeyhi Abdülcelil Efendi’ye intisap etti. Şeyhinin vefatı üzerine kendisine meşihat makamı teklifi yapıldığı halde, uzleti sevdiği için bu teklifi reddetti. Kınalızade Ali Çelebi’nin Kahire’deyken Abdî ile görüştüğünü ve şairi pek fazla sevdiğini oğlu Hasan Çelebi tezkiresinde kaydetmektedir. Esrar Dede, ömrünün sonlarında Hicaz’a gittiğini ve Hz Peygamber’i ziyaretinden sonra Medine’de vefat ettiğini, Kınalızade Hasan Çelebi ise Şam’da gömülü olduğunu bildirmektedir. Muammalarının renkli olmamakla beraber tertibinin kuvvetli olduğunu söyleyen Kınalızade, şairlikte hayli kudretli olduğunu özellikle zikretmektedir. . H.945 senesinde Mısırda olduğunu kendi ifadelerinden anlamaktayız. Aynı zamanda Kahire’de Mevlevi şeyhi ile görüştüğü sırada bu tekkede bulunan Menakıbu’l-Arifin’in nüshasını gördü. Kahire Mevlevîhanesinde ikamet eden Abdü’l-Vehhab dede (Ö. 954/1547) Sevakıbu’l- Menakıb isimli eserini burada yazmıştır.1 Mevlevihane’nin şeyhi vefat edince müridleri Abdulvehhab’ın şeyhliği kabul etmesini isterler ancak o bunu kabul etmez. Kahire’den ayrılarak Medine-i Münevvere’ye gider ve H.954 (1547) senesinde vefat eder. Ravza-ı Nebi yakınındaki Mevlevihane’de defnedilir.
Nevâ-yı Horos, Sırât-ı Müstafim, Muammiyât-ı Esmâü’l-Hüsnâ isimli eserleri vardır.
Asıl mühim eseri Mevlevilik tarihi bakımından kaynak kabul edilen Sevâkıbu’l-Menâkıb isimli eseridir. Bu eser, bazı kısımların çıkarılmasıyla beraber, Ahmed Eflakî’nin Menâkıbü’l-ârifîn adlı eseri temel olmak üzere Farsça olarak kaleme alınmıştır. 1540’ta tamamlanmış olan eser bir mukaddime ile her birine “zikr” adı verilen dokuz bölümden oluşmaktadır ve her bir zikir Bahaeddin Veled, Mevlâna, Şems-i Tebrizî, Selahaddin-i Zerkûb, Çelebi Hüsameddin, Sultan Bahaeddin, Çelebi Arif, Şemseddin Emir Çelebi gibi Mevlevi büyüklerine ayrılmıştır. Özellikle Bahaeddin Veled çok geniş olarak anlatılmaktadır. Eserin birçok yazmaları arasında 1577’de yazılmış olan Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüsha (Emanet Hazinesi, no. 1194) nadide bir eserdir. Eser, yazıldıktan kısa bir süre sonra Türkçeye çevrildi. Bu tercümelerden ilki Kanunî’ye sunulan ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde iki nüshası bulunan (Halet Efendi ilavesi, no. 49 ve 50) Derviş Halil Senaî’ye aittir. Mesnevihan Derviş Mahmud Dede’ye ait olan ikinci tercüme ise Konya’da tamamlandı2 (15120). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüsha (Revan, no. 1479) minyatürleriyle birlikte Mevlâna dan Hâtıralar: Sevâkıb-ı Menâkıb adıyla Süheyl Ünver tarafından neşredildi (1973).
ESERLERİ:
1-Neva-ı Horos H.930 senesinde telif edilmiştir. Görevleri insanları uyandırmak olan horoz ile müezzinin konuşma münazaralarını konu edilen manzum bir eserdir. Eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi bölümü 3911 numarada kayıtlıdır. H.1249 istinsah edilen eser 6 varaktır.
2- Muammayatı Esmaü’l-Hüsna: Allahın güzel isimleri muhamma tarzında ifade edilmiştir. Eser Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü 3827 numarada kayıtlıdır. Ve 4 varaktır.
3- Şerhi Muammayatı Mir Hüseyin: İsfehan’da ki Seyyid Muhammed Ali Ravzati’de bir nüshası bulunmaktadır.
MÜTERCİMİN HAYATI:
Dervîş Mahmûd Dede Mesnevihvan Konavî ( 998/15120’da sağ) meşrebi itibariyle şeyhi ve senedi saydığı Abdüllâtif bi Şeyh Sinan Dede Mevlevi’ye intisap ile 15 yıl hizmet eder. Sonra Kâbe’ye gider, avdetinden sonra şeyhi ölür. Şeyhi’nin birâderi Abdülkerim bin Sinan Dede, Konya Dergâhı’na Şeyh ve Mesnevihan olur. Derviş Mahmud 17 sene bu zâta hizmetten sonra 983 (1575) de Mevlevî icâzeti ve hilâfet alır. İkinci şeyhi de ölünce garip, yetim ve kimsesiz kalır. Recep Ay’ının ilk günü 997 (1589) de İstanbul’a gelir. Aziz-i Uhrevi diye meşhur Şemi Efendi’den, Mevleviliğe dair eserlerin kabul gördüğünü öğrenir.
Şeyh Ahmed-i Eflâki’nin, mürşidi olan Çelebi Feridüddin Arifi (Ulu Arif Çelebi) Hazretlerinin iltifat ve irşâdları ile topladığı «Menâkıb-ül Ârifin» adlı eserinden, Abdülvahab b. Muhammed Hemedâni’nin yaptığı kısaltılmış Farsça toplamayı tercüme etmeyi düşünen Mahmud Dede, tasavvurunu III. Sultan Murad’ın yakınlarından, fakirler muhibbi ve zayıfların mürebbiyesi Zeyrek Ağa’ya söyler.O da bir münasebetle Padişah’a arzeder. Padişah, «Mahmud Dede yine Konya’ya, Mevlânâ Âsitânesine varıp, benim için de huzûr’da dua etsin, gönül huzûru ile tercümeyi yapsın ve hitâmında yine İstanbul’a gelsin» der. Maddeten de kendisini fakirlikten kurtaracak derecede taltif eder. Bunun üzerine Mahmud Dede Konya’ya döner ve tercümeye başlar.
Bu nüshanın Padişah’a takdiminden 12 sene sonra, tercüme eden Mahmud Dede H.1011 (1602) tarihinde ölmüştür.
SEVÂKIBU’L-MENAKIB
Bu eser H.947’de yazılmıştır. Müellif 945 senesinde Mısır da olduğunu ve Menakıb-ı Arifi’ni3 orada gördüğünü, söylendiğine göre bu eser o bölgede kaleme alınmıştır. Hemedanî Eflaki’4nin Menakıb-ı Arifi’nin gözden geçirmiş, özetleyerek tanzim etmiştir.5
Bu eser Sinan Dede oğlu Şeyh Abdüllatif’e onbeşyıl hizmet eden, sonra da Mevlâna Dergahında şeyh ve mesnevîhan olan kardeşi Abdülkerime intisab eden onun ölümünden sonra 998 H (1588-1589) da İstanbul’a gelip bir süre burada kalan Derviş Mahmud Mesnevîhan tarafından “Terceme-i Sevakıb” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. lll.Murat’ın Zeyrek Ağa Vasıtasıyla emrettiği Tecüme işi 998.H (15120) tarihinde Konyada tamamlanmıştır.6
O zamanlar Anadoluda örneği pek bulunmayan biyoğrafi türü eser olması bakımından önemlidir.7 Hazreti Mevlâna’nın seçkin dostlarının biyografilerinden bahsetmesi eserin önemini artırmaktadır. Eser Anadolu târihinin bilhassa on üç ve on dördüncü yüzyıllardaki toplum hayâtına, dînî ve medenî yaşayışa yer vermesi bakımından mühim bir kaynaktır.
Bu eser Anadoluda iyi tanınmaktadır. İnsanların kalblerine dokunmakta ve onlara mutluluk getirmektedir. Müellif Sevakıbu’l-Menakıb-ı hazırlama nedenlerini mukaddimede açıklamıştır.
Hemedanî, Eflaki’nin eserindeki kusurları saydıktan sonra “Bu özellikleri saymaktan maksat Menakıb müellifine acizlik kusur ve noksan nispet etmek değildir. Çünkü; tasihde başarılı olmakla birlikte asıl metinde kastedilen manayı ve inceliği yakalayamamak da mümkündür. Aynı şekilde maksadımız edebi kudret, kuvvet ve şöhretimizi ortaya koymak değildir. Aksine bu fakir her yönüyle bundan uzak olmalıdır. Diyerek tenkit adabını ortaya koymaktadır.
Sevakıbu’l-Menakıb-ı Evliyaullah; Mukaddimeden sonra 9 bölümden oluşmaktadır. Ayrıca sonunda da bir hatime bulunmaktadır.
MİNYATÜRLER
Minyatürlerin Özellikleri:
Burada bulunan 22 adet minyatür 16.yy sonunda yetişen Türk Ressamların eserleridir. Bunlar Türk Resim Sanatı açısından önemli belgelerdir. Ressamların imzaları bulunmamaktadır. Eserler Türk zevk ve sadeliğinin örnekleridir.
İstanbul’da yaşayan Türk ressamların müşterek çalışarak meydana getirdikleri eserler olduğunu tahmin ediyoruz.
İşlemesindeki renk ahengi ve yüzdeki ifadeler değişik olup, derin izler taşımaktadır. Hikâyeler minyatürlerle de adeta canlandırılmıştır.
Resimler çok serbest işlenmiş üzerinde lüzumsuz ayrıntılara yer verilmemiştir.
Resimlerde incelikten çok, sanat sadeliğine yer verilmiştir.
Sayfalardaki kompozisyonlar birbirlerine benzemiyorlar, metin aralarında anlatıma, hikâyelere canlılık katıyor.
Özetle bu minyatürler devrin her yönüyle sanat şaheserleridir. Ayrıca, hikâyelerin resmedildiği minyatürler 16.yy insanlarının Hz. Mevlâna ile ilgili düşüncelerini yine o döneme ait giyim, kuşam ve yaşam tarzlarını aksettirmesi bakımından da önemlidir. Menkıbelerde anlatılan olaylar olağan üstü öğelerle bezense de geçmiş yüzyılların geçeklerini günümüze yansıtmaktadır.
O dönemin meşhur şahsiyetleriden;
Sultan-ül Ulem Bahaeddin Veled8, Mevlna Celtleddin , Ahi Çoban , İstanbul Baş Keşiş’i , Müinüddin Pervane, Bacu ve askerleri , Sultan Veled , Avc İbni Unk,, Şeyh Şemseddin-i Tebrizi 9, Salhaddin-i Zergüb-i Konevi , Çelebi Arif 10, Ahi Mehmed , Sultan Mahmud Sevüktekin resm edilmiştir11
1. Miyatür: Sultan Ulemanın Konya Şehir Mezarlığındaki Hutbesi (14b)
2. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın belindeki kemeri kör bir dilenciye vermesi(34a)
3. Minyatür: İstanbulda yaşayan baş rahibibin Konya’ya gelerek Hz. Mevlâna ile buluşması.(52b)
4. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın mumu dinlendirmesi12 ve tekrar mumun yanması. (80b)
5. Minyatür: Konyalı genç bir hacının Hz. Mevlâna’ya bağlılığı.(86a)
6. Minyatür: Bacu askerlerinin Konya’yı kuşatması (93b)
7. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın batmak üzere olan bir gemiyi batmaktan kurtarması.(99b)
8. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın dedikoduya müdahale etmesi ve edebe teşviki(108a)
9. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın bir Ilıcada yaptığı nasihat.(113a)
10. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın hamamda yıkanan dervişlere Mevlevilik kimliği konusunda ki öğütleri.(130b)
11. Minyatür: Sultan Veled’e yapılan bir ikaz. (133a)
12. Minyatür: Hz.Mevlâna’nın huzurunda Hasis başına gelenler.(144b)
13. Minyatür: Selçuklu Veziri Mueyünüddin Pervaneyi ile ilgili eğitici öğütler.(164b)
14. Minyatür: Kasabın elinden kaçıp Hz. Mevlâna’ya sığınan bir öküzün hikâyesi.(169a)
15. Minyatür: Besmele ile başlanan bir işin bereketli olacağına dair.(174a)
16. Minyatür: Şemsi Tebrizi’nin ortadan kaybolması ve şehitlik mertebesine ulaşması.(211a)
17. Minyatür: Selaheddin Zerkubi’nin Hz.Mevlâna ile münasebeti.(215b)
18. Minyatür: Ulu Arif Çelebi’nin rahatsızlanması. (234a)
19. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın oğulları ile ilgili kerametleri.(241b)
20. Minyatür: Hz. Mevlâna’nın torunu ve oğlunun tedavi etmesi ile ilgili menkıbe.(255a)
21. Minyatür: Ulu Arif Çelebinin Amasya hayatı. (270b)
22. Minyatür: Hakim Senai’nin tevbe etmesi ve günahının affına dair menkıbe.(274)
YAZMA NÜSHALARI:
Sevakıbu’l-Menakıb-ı Evliyaullah’ın tespit edebildiğimiz ülkemizde ve dünyanın değişik kütüphanelerinde 80 civarında yazma nüshası bulunmaktadır.
Bunlardan en önemlisi diyebileceğimiz nüsha: Sevakıb-ı Menakıb tercümesi K.1479 R.1068 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, 289 varak olup, 22 adet minyatür bulunmaktadır. Serlevhası tezhipli, nesih, 17 satır, bablar mavi, fasıllar ve ayetler kırmızı mürekkeplidir. H.1007 (1599) ‘da yazılmıştır. 17×27-16×10 cm Ahmed isminde bir zatın özel kitaplığından Topkapı sarayı kitaplığına geçmiştir. Birinci sultan Mahmud vakfına ait bir mühür bulunmaktadır.Bu nüshanın bir bezeri;
Sevakıb-ı Menakıb Tercümesi : 184 varaktır. The Pierpont Library 3313 minyatür mevcuttur.14 Her sayfa 15 satırlıdır.Topkapı nüshasında bulunmayan(12b ve 162a) açıklamalar vardır
Sevakıbu’l-Menakıb-ı Evliyaullah Tercümeleri:
Sevakıbu’l-Menakıb yazıldığı ilk dönemlerde Anadolu’daki ilim ve kültür halklarında kabul görmüş ve o bölgenin değerli insanları onu tercümeye girişmişlerdir. Önce Senâî mahlasıyla anılan Derviş Halil Konevî (ö.950 civarında) onu Türkçeye çevirmiş ve Sultan Süleyman’a (h.926-974) ithaf etmiştir. Mütercimin vefat tarihini takriben h.950 olarak kabul edersek, Sevakıbu’l-Menakıb’ın 947’de telif edildikten sonra hemen Anadolu’da ki Mevleviler’in eline ulaştığı ve üç yıl içinde hatta müellif hayatta iken tercüme edildiği nüktesi ortaya çıkar. Senâî’nin tercümesi hem tam metin çevirisi değil, hemde pek başarılı değildi. Bu yüzden onun nüshaları günümüze ulaşmamıştır.. Daha sonra Derviş Mahmud Mesnevihân Konyevi Zi’l-Ka’de 998 tarihinde eseri (Sevakıbu’l-Menakıb’ın fasıllarına uygun olarak) dokuz fasıl halinde Türkçe’ye çevirmiş ve Sultan III.Muradâ (982-1003) ithaf etmiştir. Bu tercümenin yazma nüshalarını Türkiye Kütüphanelerinde bol miktarda bulmak mümkündür. Eser bir defa İstanbul’da Rabîu’l-evvel 1281’de İznikli
Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekki’n-Nüfus İsimli Türkçe eserinin kenarında Hacı Ali Rızâ Efendi tarafından taş baskı olarak neşredilmiştir.15
1 – Sezai KÜÇÜK, Mevleviliğin Son Yüzyılı. Simurk Yayınevi, İstanbul 2003
2 Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn, II, 1077, 1742, 1981; A. Alparslan, “Abdülvehhab es-Sâbûnî”, I, 286, 287; Divan Edebiyatı isimler Sözlüğü, Ank., 1988.
3- Menâkıbü’l-ârifîn: Mevlânâ hakkında yazılan eserlerin ve mevlevîliğin kaynaklarının başında gelen, doğu ve batı dillerine çevrilmiş olan bu eser, o devri gösteren bir aynadır. sultân-ül-ulemâ Bahâeddîn Veled, Burhâneddîn et-Tirmizî, Mevlanâ Celâleddîn-iRrûmî, Şemseddîn-i Tebrîzî, Salâhaddîn-i Zerkûbî, Çelebi Hüsâmeddîn, Sultan Veled, Celâleddîn Çelebi, Emir Ârif Çelebi, Emir Âbid Çelebi ve onların oğullarının, halîfelerinin zikir silsilelerini ve menkıbelerini anlatan eser on bölümden meydana gelmiştir. Mevlânâ ve mevlevîlik hakkında en önemli ve en eski kaynak olan eserde Sultân-ül-Ulemâ Bahâeddîn’e, Mevlânâ Hazretleri’ne ve Şemseddîn-i Tebrîzî’ye ait husûsî bölümler vardır. Onun sözlerinde bizler, düşüncelerimize ilham, davranışlarımıza tavsiyeler ve hayatımızda faydalı ve doğru kararlar verebilmemiz için uyarı ve yardımlar buluyoruz. Tahsin Yazıcı tarafından Ariflerin Menkıbeleri ismiyle 1953 de tercüme edilip, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra değişik yayın evleri de bu kitabın baskısını yapmıştır.
4-Ahmet Eflaki; Türkiye Selçukluları zamanında yaşamış, Ariflerin Menkıbeleri’nin yazarıdır.On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Anadolu’da yaşamış olan âlim ve velîlerdendir. İsmi, Şemseddîn Ahmed olup,Ahî Natur’un oğludur.İilm-i nücûm yâni astronomi ve felekiyyât ilminde meşhûr olduğu için Eflâkî, hocası Arif Çelebi’ye nisbetle de Arifî nisbeleriyle tanınmıştır. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1360 (h.761) senesinde Konya’da vefât etti. tasavvufun inceliklerine ve mevlevîliğin sırlarına vâkıf olan, allahü teâlânın, resûlullah efendimizin ve mevlânâ celâleddîn-i rûmî hazretlerinin aşkıyla dolu bir ömür geçiren ahmed eflâkî, mevlanâ dergâhının hizmetleri yanında, etrafında toplanan insanlara islâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak, iki cihân seâdetine kavuşmalarına vesîle oldu. 1360 (h.761) senesi haziran ayının on altıncı günü konya’da vefât etti. mevlânâ celâleddîn-i rûmî hazretlerinin türbesinin doğu tarafında defnedildi.Zamânın geçmesiyle kaybolan ve yapılan istimlâklar sırasında bulunarak mevlânâ müzesinde muhâfaza altına alınan mezar taşındaki arapça kitabenin tercümesi şöyledir:
“Büyük âlim, her şeyi gereğince bilip haber veren, zamânın eşsiz, asrının tek âlimi, rahmete mazhar olmuş, suçları örtülüp, bağışlanmış olan ârif’e mensûb bulunan Eflâkî yedi yüz altmış bir senesi recebinin sonuncu pazartesi günü, yokluk evinden, varlık yurduna göçtü. Allah onu rahmetine kavuştursun ve suçlarını bağışlasın.” kabri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesinin doğu tarafındadır . Mezar taşı da Mevlâna Müzesinde sergilenmektedir,
5 – Mecdüddin Feridun, Risale-i Sipehsalar, Rumî Yayınları 2005.
6. Abdülbaki GÖLPINARLI Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik İnkilap ve Aka Kitabevleri, İstabul.1983, s.15.
7-Mustafa AŞKAR, Tasaffuf Tarihi Literatürü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s.183.
8 -SULTAN VELED (1226-1312):Muhammed Sultan Bahaeddin Veled, 25 Rebiülevvel 623 Hicri, 26 Nisan 1226 Miladi yılı, Cuma günü Karaman’da doğdu. Babası Mevlâna Celaleddin Rumi, annesi Semerkand’lı Şerafeddin Lala’nın kızı Gevher Hatundur. Annesinin Harzem prenslerinden olması dolayısıyla, Sultan Veled diye anıldığı rivayet edilir. Dedesi Sultan’ül Ulema 628 Hicri yılında Vefat ettiği zaman Sultan Veled beş yaşlarındadır.
Okuma ve yazmaya küçük yaşlarda başlar. İslami ilimleri ilk defa babasından tahsil eder. Akıncı Medresesi’nde babasından “Hidaye” okur. Daha sonra kardeşiyle birlikte tahsil için Şam’a gider. Babası gibi, Hanefi fıkhında üstattır.
Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri isimli eserinin yedinci bölümünü ona tahsis eder ve pek çok kerametinden bahseder. Sultan Veled’i, yakin sırlarının mahzarı ve hakikatları arayanların sultanı olarak vasfeder.Neticede Sultan Veled, Çelebi Hüsameddin’i babasının halifesi olarak bilir ve onbir yıl ona bağlı kalır.Mevlâna’nın Sultan Veled’e hitaben: “Ey Bahaeddin! Benim dünyaya gelişim, senin dünyaya gelmen içindi, çünkü benim bütün söylediğim sözler, benim sözüm (kavlim) dir. Halbuki sen, benim eserimsin (fiilimsin). Dediği rivayet olunur.
Baha Veled, ilk hanımının vefatından sonra iki kere daha evlenir. Bu evliliklerden de üç oğlu daha olur. İsimleri Şemseddin Emir Abid, Selahaddin Emir Zahid ve Hüsameddin Emir Vacid’dir. Bunlardan Ulu Arif Çelebi, Abid Çelebi ve Vacid Çelebi Şeyhlik postuna oturmuşlardır.
Sultan Veled, Hüsameddin Çelebi’nin 1284 tarihinde Vefatı üzerine, müridlerinin de ısrarlarına dayanamayarak babasının postuna oturur. 1312’de vefatına kadar bu makamda kalır. Mevlevi Tarikatı’nın temellerini atar.Babasının açtığı çığırda ve hak yolda yetmiş yıla yakın, ilim, irfan ve marifet ışığında insanları irşad etmiş ve doksan yaşlarında olduğu halde geride, Rebabname, İbtidaname, İntihaname adında üç mesnevi ile Maarif gibi eserler bırakarak ebedi aleme göç etmiş ve Kubbe-i Harda altında babasının yanına defnedilmiştir.Vefat tarihi, hicri 712 yılı Recep ayının onuncu Cumartesi günüdür. (1312)
9- ŞEMS-İ TEBRİZİ (1185-1247)Asıl ismi Mevlâna Muhammed’dir. Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur. 1185 yıllarında Tebriz’de Dünyaya gelmiştir. Azeri Türklerindendir. Şemseddin yani dinin güneşi lakabıyla anılmıştır.
Daha küçük yaşlarda manevi ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf’a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine “Şemseddin Perende” uçan Şemsed din denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pirleri ve hakikat arifleri ona “Kamil-i Tebrizi” adını vermişlerdir.
Peygamber Efendimiz’in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizi, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevi bir işaret üzerine de Hz. Mevlâna’yı arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlâna ile üç- üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahi aşkın potasında eriterek, kamil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.Şems 645 H. 1247 M. Tarihinde şehit mi edildi, yoksa geldiği gibi, kimseye haber vermeden Konya’yı mı terk ettiği bilinmemektedir.
10 – ULU ARİF ÇELEBİ (1272-1320); Ulu Arif Çelebi, Sultan Veled Hazretleri’nin büyük oğludur. Annesi Selahaddin-i Zerkubi’nin kızı Fatma Hatun’dur. 670 Hicri ve 1272 Miladi yılı Zilkade ayının 8. Salı günü dünyaya gelmiştir.
Ulu Arif Çelebi’ye kadar Sultan Veled’in pek çok çocuğu olmuşsa da hepsi de küçük yaşlarda Vefat etmişlerdir. Bu sebeple Ulu Arif Çelebi’nin doğumu başta Hz. Mevlâna olmak üzere, ailede büyük sevince vesile olmuştur.
Ulu Arif Çelebi’nin emriyle Ahmet EFLAKi, meşhur Menakib’ül Arifin isimli eseri yazmış ve böylece kaynak olabilecek büyük bir eser meydana getirilmiştir.
Arif Çelebi, yanında Ahmet Eflaki de olduğu halde, başta Tebriz ve Azerbaycan olmak üzere, Anadolu’nun pek çok yerini defaatle gezmiş, oralarda irşadlarda bulunmuşlardır.
1312’de babası Sultan Veled’in Vefatı üzerine, Mevlevilik postuna oturmuştur. Bu sıralarda kırk yaşları civarındadır. Mevleviliğin kurulması ve gelişmesinde babası Arif Çelebi’nin de büyük emeği geçmiştir
Ulu Arif Çelebi, 1320 yılında 48 yaşlarında iken Vefat etmiştir. Bazı eserlerde doğum tarihi 1271, Vefat tarihi ise 1319 olarak gösterilmiştir. Bir de Divanı vardır.
11 -Süheyl ÜNVER Sevakıb-ı Menakıb, Organon İstanbul 1973, s.6.
12 Dinlendirme; Mevlevilik adabında,” Ocağın sönsün”,”Yuvan sönsün”gibi olumsuz anlamları çağrıştırdığı için” kandili söndürüver”, “sobayı söndürüver” yerine “sobayı dinlendiriver”, “Kandili dinlendiriver” şeklinde gayet nezih ve ediphane ifade ve tabirler kullanılır.
13 -Süheyl Ünver’in Sevakıb- Mekıb ismli eserinin s.4 te Morgan Librari nüshasında 27 minyatür olduğundan söz edilmektedir. Anılan kütüphanede bulunan nüshanın Konya Bölge Yazma Eserlar Kütüphanesinde bulunan dijital kopyasında yaptığımız incelemede 29 Minyatürün olduğunu gördük.
14- Bu kitabın dijital kopyası Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Dijital arşivinde bulunmaktadır.
15 -Konya Bölge Yazma Eserle kütüphanesi D.No:8483, 1281, Karahisarî Ali Rıza Efendi’nin taş destekahınta tab olunmuştur.359 Sayfadır.