EDEB YOLU MEVLEVÎLİK – Esin Çelebi Bayru

A+
A-

EDEB YOLU MEVLEVÎLİK, MEVLEVÎHÂNELER VE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER

Esin Çelebi Bayru

Bilindiği üzere Mevlevîlik, Hz. Mevlâna’nın öğretilerini gelecek nesillere aktarmak üzere oğlu Sultan Veled, talebesi Çelebi Hüsameddin ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından kurulmuş ve yüzyıllar boyunca o soydan gelen Çelebiler arasından seçilen Makam Çelebisi tarafından idare edilmiştir.

Bu edeb oluşumunda Konya’daki Mevlâna Türbesi ve Mevlevîhâne makam olarak kabul edilmiştir. Makam Çelebileri burada ikamet etmişlerdir. Türbenin etrafında kurulan bu ilk Mevlevîhâne “Âsitâne-i Âliye” olarak adlandırılmıştır.

Mevlevîhâneler 1001 günlük eğitimi verebilen Âsitâneler ve bunlardan daha küçük olan, eğitim teşkilatı bulunmayan Zâviyeler olmak üzere iki çeşittir. Âsitâneler diğerlerine göre daha merkezi idiler ve daha örgütlü bir yapıları vardı. Osmanlı İmparatorluğunun birçok şehrinde, hatta pekçok köyde dahi zâviyeler kurulmuştur. Dîvâne Mehmed Çelebi`nin gayretleri  İstanbul’da ki ilk mevlevihane olan  Galata Mevlevîhânesi’nin tesis edilmesine de vesile olmuştur.

Tarihte Mevlevîlik eğitiminde erkekler ön planda olsada Mesnevîhânlık, hocalık, halifelik ve hatta reşit olmayan oğulları için vekil postnişînlik yapmış kadın dervişler de olmuştur. Hz. Mevlâna’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin isteğiyle 14. yüzyıla kadar Mevlevîlerin tarihini yazan Eflâkî’den ve daha sonra yazılan kaynaklardan öğrendiğimize göre Sultan Veled’in kızı Şeref Hatun Konya’da kadın erkek pek çok talebesini aydınlatırken, Tokat’ta Mevlevî halifesi olan Ârife-i Hoşlikâ’ya rastlıyoruz. Afyonkarahisar’da Dîvâne Mehmed Çelebi torunlarından Destina Hatun sırtında hırka, başında sikkesi ile Mevlevîhânede söz sahibi idi. Daha sonra yine Afyonkarahisar’da Küçük Mehmed Çelebi’nin büyük kızı, şeyhlik ve halifelik yapmış olan Güneş Han’ı görüyoruz. Küçük Ârif Çelebi’nin kızı Güneş Hân-ı Suğrâ da şeyhlik yapmış kadınlardandır. Değişen ülke şartlarına rağmen Mevlevî kadınlarına arakiyye ve sikke giyme izni verilmiş, Semâ öğretilmiş ancak onlar kendi aralarında Semâ etmişlerdir.

700 yılı aşkın bir geleneğe sahip olan Mevlevîlik âdâbına dair çok şey söylemek mümkündür. Mevlevîhânelerde nasıl bir eğitim verildiği, canların nasıl 1001 günlük hizmetle piştikleri ve olgunlaştıkları; böylece edeb yolunda hizmete soyundukları, her biri ayrı ayrı incelenen ve yazılan konulardır. Bendeniz yakın tarihimize gelerek bazı hususları dile getirmek istiyorum.

1925de  yurdumuzda tekkelerin kapatılma kararı alınmadan önce Konya Makam Çelebisi, Türkiye Cumhuriyeti 1. Meclis Reis vekili, büyük dedem Abdülhalim Çelebi’ye Mustafa Kemal Atatürk’ün Mevlevîlik hakkında söyledikleri aynen şöyle: “Siz Mevlevîler asırlardır cehaletle, yobazlıkla mücadele ettiniz. İrfanla ilme ve sanata katkıda bulundunuz. İnkılâpta istisnai bir muamele yapmamak için Mevlevî Tekkelerini ‘Tekaya ve Zevaya Kanunu’ içinde mütalaa etmek mecburiyetindeyiz. Ancak Hz. Mevlâna’nın düşünceleri ve ilmi ebediyen yaşayacaktır. Hatta istikbalde daha köklü bir şekilde zuhur edecektir inancındayım.”  Bugün de dünyanın her yerinde gösterilen ilgi Atatürk’ün sözlerinin doğruluğunu ortaya koymaktadır.

Bu sözlerin ışığında, 1996 yılında İstanbul merkezli kurmuş olduğumuz ve başkanlığını kardeşim Faruk Hemdem Çelebi’nin üstlendiği, benim başkan vekili olduğum Uluslararası Mevlâna Vakfı’nın  titiz bir çalışma ile hazırlamış olduğu iki önemli projeden bahsetmek isterim. Her iki proje öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığımıza sunulmuştur. Bakanlığımız ve Vakfımızın işbirliği ile UNESCO’ya gönderilen projeler içerikleri ve hazırlanış şekilleri ile beğeni kazanmış ve kabul edilmiştir.

İzninizle önce hepinizin çok iyi bildiği ikinci projemizden bahsedeceğim. Bu proje Hz. Mevlâna’nın 800. doğum yılı dolayısı ile 2007 yılının Mevlâna Celâleddin-i Rumi Anma Yılı ilan edilmesi projesi idi. Kabulü neticesi Uluslararası Mevlâna Vakfı danışmanlığında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Konya Valiliği, Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin hazırladığı bilimsel toplantılar; yine Bakanlığa bağlı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu ve İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu ile birlikte düzenledikleri Semâ törenleri; bu mevzuda hazırlanan sergiler, yayınlar gibi çeşitli etkinlikler ile bütün dünyada anıldı ve proje başarı ile tamamlandı.

Birinci projemize gelince 2002 yılında, Semâ ve Mevlevî Müziğinin Korunma Altına Alınması  için, Uluslararası Mevlâna Vakfı’nın hazırlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunduğu proje ile müştereken müracaat etmesi üzerine UNESCO tarafından “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” ları arasına muhtemel aday olarak seçildi. [1]

 1[Konuşmamın bu bölümü UNESCO’ya sunulan söz konusu dosyanın içeriğinden faydalanılarak hazırlanmıştır.]

2004 yılı ilkbahar-yaz dönemi sonunda teslim edilmek üzere bir dosya hazırlanması talep edildi. Dosyanın içeriğinin hazırlanması UNESCO Türk Milli Komitesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü’ne verildi. Adı geçen Genel Müdürlük, Uluslararası Mevlâna Vakfı’na bu aday dosyasını hazırlaması için müracaat etti. Vakıf tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı adına hazırlanan gerekçeli dosyanın UNESCO’ya gönderilmesi üzerine, 2005 yılında, Mevlevî Semâ Âyini, “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” kapsamına alındı.

UNESCO’nun Mevlevî Semâ Âyinini “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” lar listesine dahil etmesinin gerekçesi; XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yasaklanması yüzünden doğan istismarın sonucu olarak   yeniden    canlandırma ve bunun getirdiği dejenerasyon sürecine girmiş olmasıdır.

Semâ Âyini Türk tarihinin orta çağlarından gelen ve meşk ile intikal üzerine kurulmuş 700 yıllık bir gelenek olarak gerekçelendirilmiştir. Bu istismarın, Türkiye’deki Mevlevî geleneğini ve Semâ’sını korumaya yeterli yasal mekanizma eksikliğinden doğduğu bir gerçektir.

Türk kültürünün en eski geleneklerinden birinin dünya sahnesinde bir şaheser olarak kabul görmesi ve yaşatılması için Türk insanının da  bu değerli miras hakkında daha fazla bilgi edinmeye teşvik edilmesi gerekir. Böylelikle Mevlâna’ya ve oluşturduğu geleneğe olduğu kadar hangi şartlar altında icra edildiğine de gerekli saygıyı gösterecektir.

 Mesela:

  • Mevlâna’nın isminin işyerlerinde saygısız şekilde kullanımı;

Örneğin: Mevlâna Kasabı, Mevlâna Un Fabrikası, Mevlâna Kebap Salonu ve Mevlâna Kuaförü – Mevlâna Berberi vs.) gibi

  • Semâ Âyini’nin geleneğe uygun icra edilmeyerek istismar edilmesi;
  • Semâ’nın dekoratif ve reklam aracı haline getirilmesi;
  • Semâzen figürünün her türlü reklamda istismar edilmesi;
  • Mevlâna adının her türlü farklı amaç doğrultusunda kullanılması;

Kanunlar yoluyla Mevlâna ve Mevlevî geleneğinin milli ve manevi değerler olarak korunması sağlanabildiği takdirde, bu saydığımız Mevlevî geleneğinin istismarı örnekleri gelecekte engellenebilecektir.

 “İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” olarak tanımlanması ile geleneksel Mevlevî Semâ Âyini’nin ve alanlarının korunmasından sorumlu hükümetin Bakanlıkları ve Devlet Daireleri ile devlet dışındaki organizasyonlar, hareket planını hayata geçirmek için gerekli yasal mekanizmalar hakkında kararlar almak üzere toplanmalıdır. Bu çerçevede;

  1. UNESCO, Mevlevî geleneğine saygıyı koruyarak icranın şartları ve durumlarıyla ilgili ahlaki bir kural oluşturulmasını ve uygulanmasını istemektedir. Bu kural yerel ve idari mekanizmalar tarafından hayata geçirilmelidir ve kuralı bozanlar için bir tür yasal ceza uygulanmalıdır.
  2. Semâhâne olarak görev yapan Mevlevîhâneler, bu alanları korumak için geleneksel yasal kuralları inceleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenmiştir. Bu çerçevede restore edilmiş Mevlevîhâneler amacına uygun olarak ehil kişilerin eline teslim edilmeli; Valiliğiyle, Belediyesiyle, Üniversitesiyle devlet bu organizasyonun içinde olmalı, ancak bu konuda samimi çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinden mutlaka istifade etmelidir.
  3. Mevlevî Semâ Âyinini,“İnsanlığa Bırakılan Sözlü ve Manevi Başyapıt” olarak tanımlamasıyla UNESCO, dünyanın Mevlevî geleneğini entelektüel düşüncelerini ve manevi değerlerini kabul etmesini istemiştir. Türkiye Mevlâna’yı, Mevlevî geleneğini ve onun manevi değerlerini kanunlar yoluyla güvence altına almalıdır. Uluslararası topluluklar da Mevlevî Semâ Âyini ve kaynakları hakkında bilgiyi kullanma, belgeleme ve intikal ettirme hususunda bir kural benimsemesi için teşvik edilmelidir.

Çok değerli Mevlâna dostları;

Sonuç olarak söylemek gerekirse;

Mevlevîlik tarih boyunca, sadece Anadolu’da değil Balkanlar’da, Asya’da, Afrika’da ve Arap Yarımadası’ndaki insanları da yüzyıllarca aydınlatan ve bugün ise Amerika, Avustralya dâhil bütün dünyayı aydınlatmaya devam eden bir “olgun insan” yetiştirme yolu olmuştur. Türk Kültürünün önemli bir bölümünü teşkil eden bu yolun, aslına uygun bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılması için çaba gösterilmesi ve bu konuda bilimsel ve geleneksel birikimin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Eğer yukarıda kısaca arz etmeye çalıştığım hususlar başarıyla hayata geçirilebilirse, kısa süre içerisinde Türk halkında Mevlâna ve Mevlevîlik’in gerçek değerleri hakkında bir bilinç uyandırabiliriz. Böylece bu geleneğin varlığına ve yaşatılmasına saygı duyulması, aynı zamanda yeni nesillerin eğitim ve yaşatma çalışmalarına katılmaları konusunda teşvik edilmesi ve insanlık için bu değerin canlı tutulması sağlanabilir. Bu yolla Mevlâna’nın fikirleri ve Mevlevî öğretileri ilahi aşk, birlik ve beraberlik gibi evrensel değerlerde önemli bir rol oynayabilir.

Burada bulunmamıza vesile olan büyük cedlerimden Sultân Divâni’nin, Mevlevîlik yolunun önemli bir neferi olması, Ulu Ârif Çelebi’den sonra bu gönül ve edeb yolunun yayılmasında büyük katkılarının bulunması ve tarihte Afyon Mevlevîhânesi’nin Konya Mevlâna Dergâhından sonra ikinci büyük misyona sahip olması nedeniyle siz Afyonkarahisarlılar’ın önemli bir görevi üstlendiğinizi, bugün de 750 yıllık kültürün geleneğe uygun olarak korunması, yaşatılması ve tanıtılmasına yapacağınız katkılardan dolayı şimdiden hepinize teşekkür ederim. Vakit geçmeden gerekli tedbirler alınarak bu edeb ve olgun insan yolunun geçmişte olduğu gibi günümüzde de kanun çerçevesinde yaşatılabilmesinin hepimizin üzerindeki bir görev, hattâ bir sorumluluk olduğunu hatırlatmak isterim.

Siz dinleyenlerimize şükranlarımı sunar, bu sempozyumun düzenlenmesinde   emeği geçen ve maddi, manevi katkıda bulunan herkese can-ı gönülden şükranlarımı arz ederim.

Yüce Allah yardımcımız, Hz. Mevlâna  ve Sultan Dîvâni destgîrimiz olsun.

Esin Çelebi Bayru

(Hz.Mevlâna’nın 22. Kuşak Torunu ve

Uluslararası Mevlâna Vakfı Başkan Vekili)

esin.bayru@mevlana.net

* Bu Yazı, 27-29 Mayıs 2010 tarihlerinde Afyon’da yapılan, 1. Uluslararası Sultan Dîvânî ve Mevlevîlik Sempozyumunda sunulmuştur.