Mahzun bir tekke: Eskişehir Mevlevihanesi

A+
A-

Mahzun bir tekke: Eskişehir Mevlevihanesi

Birkaç gün önce bir vesile ile Eskişehir’e gitmiş ve Eskişehir Mevlevihanesi‘ni de ziyaret etme imkânı bulmuştum. Bu muhteşem külliyeyi gezince hem sevinmiş hem de üzülmüştüm. Önce neden sevindiğimi, sonra da neden üzüldüğümü anlatmaya çalışayım. Ama öncesinde külliyeyi daha iyi tanımanız için tarihini özetleyerek aktarayım.

Hasan Hüseyin Adalıoğlu’nun verdiği bilgiye göre Mevlevihane, Çoban Mustafa Paşa tarafından 1525 yılında inşa edilen külliyenin bir parçası ve külliyede tekkenin yanı sıra, imaret, camii, şadırvan, mektep ve kervansaray da bulunuyor. Mevlevihane ise Gazi Melek Mustafa Paşa tarafından 1572’de inşa edilir. Afyon ve Kütahya’da olduğu gibi külliyenin camiinde de sema yapılırmış ve bu haliyle cami-tekke örneklerinin en tipik olanı. İçinde “Yâ Hazret-i Mevlana” yazılı hat ve mihrap ve farklı yerlere yerleştirilmiş sikke ve Mevleviliğe dair remizler ile kendine has, oldukça özgün bir cami olduğunu özellikle belirtmek isterim.


Camide sadece bayram veya kandil gecelerinde kandili ihya için semaa çıkılırmış. Bunda dergahtaki meydanın dervişler dışındakilerin sığamayacağı kadar küçük olmasının da etkisi olsa gerek. Mutad haftalık semalar veya zikir âyinleri genellikle dergahtaki semahanede yapılırmış.

Caminin hemen arkasında yer alan derviş hücreleri ile dervişlerin toplandıkları ve sema talim ettikleri meydanın olduğu yapı var. O yapının güneydoğusuna gelen köşesinde de hâmuşân adı verilen mezarlık bulunuyor. Kuzeyinde ise bugün müze olarak kullanılan imarethane ve kervansaray var.

Bir tekkeden çok daha fazlası

Bu tekkenin diğer Mevlevihanelerden farkı daha kamusal olması. Mevlevihanelerin büyük bir kısmında tekke şeyh efendinin aynı zamanda evi ve mülkü iken burası halkın özellikle yolcuların ihtiyacını karşılamak üzere yapılmış bir külliye mahiyetinde. İmaret, kervansaray, mektep, cami gibi kamusal yapılar klasik tekkelerden farklı olarak burayı hayatın merkezine alıp şehrin bir parçası haline getirmiş. Bunda külliyenin İstanbul-Hicaz arasındaki yolun menzillerinden biri olmasının da katkısı var şüphesiz. Bu da Eskişehir Mevlevihanesi’ne has bir diğer özellik.

Eskişehir Mevlevihanesi’nin önemli bir diğer yönü birçok Mevlevi şeyhi, dedesi ve sanatkâr yetiştirmesidir. Muhyiddin Celal Duru, özellikle, 1865 yılında posta geçen dedesi Hasan Hüsnü Dede‘nin uzun süren şeyhlik döneminde şeyh efendiler, semazenler ve Mesnevîhanlar olduğunu söyler. Tire Mevlevîhânesi şeyhi Hayrullah Dede, ilk Meclis-i Meşâyih şeyhi Osman Selahaddin Dede’nin oğlu Mehmed Celaleddin Dede, İhtifalci Mehmed Ziya, Kemâlî Aşçı Tahir Dede, Kasımpaşa Mevlevîhânesi Mesnevîhanı Muhammed Es’ad Dede, meşhur bestekâr, hanende ve hattat Hasan Sırrı Efendi, Kütahya Mevlevîhânesi postnişinliği yapmış şair ve hattat Hacı Pesendî Dede, Kütahyalı Şeyh Rıfat Efendi, Konya çelebilerinden Abdülvahid Çelebi, Hasan Hüsni Dede’nin oğulları Şemseddin Dede ve Bahaeddin Dede isimleri bildiklerimiz. Buradan anladığımız Eskişehir Mevlevihanesi’nin bir zamanlar ilim, edep ve kültür mektebi olduğu.

Üzüldüğüm konulara gelince;

Konular dedim çünkü iki konu var. İlki Eskişehir Mevlevihânesi hakkında yapılmış kapsamlı bir monografi olmaması. Arama motorlarına Eskişehir Mevlevihanesi yazdığınızda karşınıza birkaç paragraflık bilgi dışında bir şey çıkmıyor. YÖK Tez kataloğunda “Eskişehir Mevlevihanesi” olarak aradığımda da bir şey çıkmadı. Kurşunlu Külliyesi olarak taradığımda ise biri Anadolu, diğeri Uludağ Üniversitesi‘nde yapılmış iki sanat tarihi tezi var. Onlarda da mevlevihaneye dair bilgi bulunmuyor maalesef. Hasan Hüseyin Adalıoğlu’nun yayınlanmış birkaç makalesi de olmasa böylesine büyük ve önemli bir Mevlevihane hakkında neredeyse hiç çalışma yapılmamış. Türkiye’nin en köklü ve büyük üniversitelerinden birinin bulunduğu şehrin en önemli yapılarından biri hakkında bu kadar az yayın olmasına çok üzüldüm ama şaşırmadım.

Üzüldüğüm ikinci husus Mevlevihane’nin bir nevi işgal altında olması ve Mevlevihane olduğunu gösterecek neredeyse hiçbir alametin bulunmamasıdır. Mevlevi dervişlerin hücreleri turistler için hediyelik eşya satan dükkanlara dönüştürülmüş. Dervişlerin toplandıkları ve sema talim ettikleri meydanın girişine içeriyi gösteren camdan kapı takılmış. Meydanda mutrip için ayrılan mahfil ve maksure kaldırılmış, duvarlarında meydan-ı şerif olduğunu gösteren hiçbir hat ve levha yok. Bu haliyle boş bir salon gibi.

Cam Sanatları Müzesi, Lüle Taşı Müzesi de külliye içinde. Bu müzeler çok değerli ve önemli olmakla birlikte olması gereken yer kanaatimce burası değil.

Eskişehir’de bugün iki büyük üniversite var. Külliye, bu üniversitelerden birinde kurulacak Tasavvuf Kültürünü ve Musikisini Araştırma Merkezi’ne tahsis edilebilirdi. Veya hali hazırda mevcut Eskişehir Mevlevihanesi Kültür Derneği‘ne vakfiye ve tekkenin amacına uygun bir şekilde kullanmak şartıyla tahsis edilebilirdi. Bugün Eskişehir’de en zengin tasavvuf araştırmaları kütüphanesi bu külliyede kurulabilirdi. Odunpazarı’nın herhangi bir sokağında satılabilecek hediyelik eşyaların bulunduğu hücreler, tasavvuf kültürünün aktarıldığı ve Türk musikisi ile birlikte hat, tezhip gibi geleneksel sanatların öğretildiği bir akademiye dönüştürülüp şehrin kültür hayatını zenginleştiren bir merkez olabilirdi. Hatta oranın bir menzil dergâhı olduğunu hatırlatacak şekilde gelenlere küçük ikramlarda bulunmak da mümkündü.

Oysa bugün turistlerin birkaç hediyelik eşya almak için uğradıkları çarşı durumunda. Bu hem tarihe hem de şehre büyük haksızlık değil midir sizce de?

Eskişehir Mevlevihanesi’ni kurucu vakfın hukukuna ve bize o külliyeyi bırakanların ruhunu şad edecek şekilde Türk tasavvuf musikisinin ve kültürünün öğretildiği bir merkeze dönüştürerek aslına irca ederek hepimizi mahcup eden bu ayıp ve kusurdan kurtulacağımız günleri hasretle bekliyorum.

Mahzun bir tekke: Eskişehir Mevlevihanesi – Fikriyat Gazetesi