Neveser Âyin-i Şerîf

Rıfat Bey

BİRİNCİ SELÂM

Mâ der dü cihan gayr-ı Hudâ yâr ne-dârîm
Cüz yâd-ı Hudâ hîç diger kâr ne-dârîm

Müştâk-ı dil ü cân-i tü Şemsü’l-Hak-ı Tebrîz
Der âyine cüz vâye-i dîdâr ne-dârîm

Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]

Bizim iki dünyada da Hak’tan başka yârimiz, Hakk’ı zikretmekten başka işimiz yoktur. Tebrizli Hak Güneşi, senin gönlünün ve canının özlem çekenidir. (Gönül) aynasındaki yüzünden başka nasibimiz yoktur.

Mazhar-ı Hak bâşed ô râ in cihân
Dem be dem bîned cemâl-i Hak ayân

İn-çünan ki güft Mevlânâ-yı mâ
An ki pîr-i kâmil ü dânâ-yı mâ

Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

Bizim Mevlâna’mızın, o kâmil ve ârif pîrimizin söylediği gibi bu âlem, Hakk’ın mazharı olan kişinin olur; (o kimse) her an açıkça Tanrı’nın cemal (sıfatını) müşâhede eder.

Bâz ez an kûh-i kâf  âmed ankâ-yi aşk
Bâz ber âmed zi can na‘ra-i heyhâ-yi aşk

Aşk nidâ-yi bülend kerd be âvâz-i pest
K’ey dil-i bâlâ niger der kad-i bâlâ-yi aşk

Bin’ger der Şems-i din hüsrev-i Tebrîziyân
Şâdi-i canhâ-yı pâk dîde-i dilhâ-yı aşk
Vezni: Müfteilün fâilât müfteilün fâilât [Münserih]

Yine aşk ankası, o kaf dağından çıkageldi; yine candan, aşk hayhuyunun narası çıkmaya başladı. Aşk, hafif bir sesle yüce bir seslenişte bulundu; (dedi ki) ey yüce gönül!  Aşkın yüce boyuna bak. Din güneşine (Şemseddin’e), Tebrizlilerin padişahına bak da arınmış ruhların mutluluğunu, aşka (düşmüş) gönüllerin gözlerini (gör).

Merhabâ ey cân-ı bâkî pâdişâh-ı kâmkâr
Rûh-bahş-i her kırân ü âfitâb-i her diyâr

İn cihân ü an cihan her dü gulâm-i emr-i tüst
Ger ne-hâhî ber hemeş zen v’er hemî hâhî bi-dâr

Cism-i hâk ez Şems-i Tebrîzî çi külli kîmyâst
Tâbiş-i in kîmyâ râ ber mis-i îşan güzâr

Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

Ey ebedî can, muradına ermiş padişah! Sana selâm olsun. Ey her kırâna ruh veren!(1)  (Ey) her diyârın güneşi! Bu dünya da, o dünya da senin emrine köledir. İstersen tut, istemezsen hepsini birbirine vur (kır, at.) Toprağa mensup beden, Şems-i Tebrîzî’den dolayı nasıl tamamen iksir oldu! Bu iksirin parıltısını, onların da bakır (gibi vücutlarına) koy.

İKİNCİ  SELÂM

Bâz âmedem bâz âmedem ez pîş-i an yâr âmedem
Der men niger der men niger behr-i tü gam-hâr âmedem
Vezni: Müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün [Recez]

Yine geldim, yine geldim; o sevgilinin yanından geldim. Bana bak, bana bak; senin derdine ortak olmaya geldim.

ÜÇÜNCÜ SELÂM

Ey bi-güfte der dilem esrârhâ
Ey ki dâred bâ fakîran kârhâ

Ey hayâlet gam-güsâr-ı sînehâ
Vey cemâlet revnak-ı gülzârhâ

Şems-i Tebrîzî be şehr-i aşk-ı tü
Geşt eymen ez heme ağyârhâ
Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün [Remel]

Ey gönlüme sırlar söyleyen! Ey dervişlerle ünsiyet eden! Ey hayâli, gönüllere tesellî veren! Ey güzelliği, gül bahçelerini süsleyen! Tebrizli Şems, senin aşk şehrinde, bütün yabancılardan emin oldu.

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur

Vezni: Müfteilün fâilün müfteilün fâilün [Münserih]

Binlerce tebrikler! Bu nasıl bir sultandır ki hizmetçisi olanlar, padişah olur. Bugün her kim (Sultan) Veled’e inanıp (dergâhına) yüz sürerse, fakir ise bey olur, bey ise sultan olur.

İnhâ ki talebkâr-ı Hudâyîd hudâyîd
Hâcet be taleb nîst şümâyîd şümâyîd

Harfîd ü kelâmîd ü hurûfîd ü kitâbîd
Cibrîl ü Burâkîd ü resûlân-ı Hudâyîd

Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]

(Ey) Tanrı’yı arayanlar! Aramaya gerek yok, (o) sizsiniz, sizsiniz! Harf, kelime, kelâm, kitap da (sizsiniz); Cebrâil, Burak ve Tanrı’nın elçileri de…

Der hâne hemî yâftem ez şâh nişânî
Engüşter-i la‘lin kemer-i hâsa-i kânî

Dûş âmede bûdest ü me-râ hâb rubûde
An şâh-ı dil-ârâmem ü an mahrem-i cânî
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün [Hezec]

Evde padişahtan bir iz buldum; lâl taşından bir yüzük ve mücevher dolu, (padişahlara) mahsus bir kemer. O gönle huzur veren sultan, o can mahremim dün gece gelmiş; ben ise uykuya dalmışım.

Ey dil bu yeter iki cihanda sana iz‘ân
Birdir bir iki olmaya yok bilmiş ol imkân

Hak söyleyicek sende senin ortada nen var?
Âlemde heman ben dediğindir sana noksan

Sa‘y eyle rızâ gözle ko ıtlâk ile kaydı
Âlemde Semâî bu yeter sâlike irfan
Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]

Ey gönül! İki dünyada da inanç olarak sana şu yeter: Bil ki Allah birdir; birin iki olmasına imkân yoktur. Sende Allah konuşunca senin ortada neyin kalır? “Ben  (yapıyorum)” demen, senin noksanlığını (gösterir). Gayret et, (Hakk’ın) rızasını gözet, dünya ile bağını kopar. Ey Semâî! Hikmet olarak âlemde sûfiye, bu yeter.

DÖRDÜNCÜ  SELÂM

Ey âşıkan ey âşıkan Mollâ-yı Rûmî mî resed
Ey ârifan ey ârifan Mollâ-yı Rûmî mî resed
Vezni: Müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün [Recez]

Ey âşıklar, ey âşıklar! Mollâ-yı Rûmî (Mevlâna Celâleddin) geliyor. Ey ârifler, ey ârifler! Mollâ-yı Rûmî geliyor.

1-   Kıran, iki gezegenin aynı burçta bulunmasına, özel olarak da Zühre (Venüs) ile Müşteri (Jüpiter) gibi kutlu sayılan iki gezegenin  beraberliğine denir. Böyle bir zamanda dünyaya gelen padişaha, talihli, kutlu anlamında sâhib-kırân adı verilirdi.

Çev: Yakup Şafak