VEFA VE 10 KASIM
VEFA VE 10 KASIM
Bu haftaki Cuma hutbesinin konusu vefaydı. Başlığı da “Vefa İmandandır.”[ https://www.diyanethaber.com.tr/7-kasim-2025-cuma-hutbesi Erişim: 8.11.2025 15:05]. Hutbenin bir yerinde “Cennet yurdumuzu bize vatan kılan aziz şehitlerimizi, ahirete göç eden kahraman gazilerimizi ve bütün geçmişlerimizi hayırla yâd etmek ecdadımıza bir vefa borcudur.” dendi. Ve bir hadis-i şerif nakledildi: “Ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır.”[Hâkim, Müstedrek, I, 20. (1/16).]. Hutbede 10 Kasım’dan ve Aziz Atatürk’ten bahsedildi-bahsedilmedi polemiğine girmeyeceğim. Yukarda bahsedilen “ahirete göç eden kahraman gazilerimizi ve bütün geçmişlerimizi hayırla yâd etmek ecdadımıza bir vefa borcudur.” sözü gereği, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Aziz Atatürk ve onun yakın dostu Abdülhalim Çelebi arasında geçen bir olaydan bahsetmek ve bu iki dost arasındaki vefalı davranışa dikkat çekmek istiyorum. Abdülhalim Çelebi aynı zamanda Manisa’da yetişmiş, Manisa Mevlevihanesi’nde postnişinlik/şeyhlik yapmış bir isimdir. Birinci Meclis’te de ikinci başkandır. İstiklal Madalyası sahibidir. Bu madalya şimdi ailenin intisabıyla, en büyük torunu Muhterem Esin Çelebi Bayru Hanım tarafından korunmaktadır. Olayı bizzat Esin Hanımefendi’den duydum ve yazılı kaynaklarda da mevcuttur. Anekdot, Atatürk’ün yaveri Halil Nuri Yurdakul’un oğlu Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul’un, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar [Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul, Truva Yayınları. ISBN: 975-6297-37-6. Sayfa:104-106] adlı eserinde de anlatılmıştır.
Olay Atatürk’ün yaveri Muzaffer Kılıç tarafından nakledilir:
Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçerken Kitapçı Ali Efendi’nin dükkânının kepenklerinde, nefis bir halı gözlerine ilişir. Savaş yıllarının Ankara’sında böyle bir halı hemen dikkatleri üzerine çekmektedir. Hemen arabayı durdurtup inerler. Heyecanla onları içeri buyur eden Ali Efendi’den halıyı sorarlar. Kitapçı:
– Paşam, halı paraya ihtiyacı olan bir dostuma ait, satılması için bana bıraktı.
diye cevap verir. Atatürk halının sahibini öğrenmek ister ama Ali Efendi de söylemek istemez. Kitapçının diretmesine karşılık Atatürk
– Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz.
der. Ata’nın ısrarına dayanamayan kitapçı ezile büzüle;
– Paşam 40 lira istemişlerdi.
der, yine de halı sahibinin ismini vermez. Atatürk halı sahibini iyice merak etmiştir. Israrla tekrar be tekrar sorunca, kitapçı zorla:
– Abdülhalim Çelebi Hazretleri.
yanıtını verir. Abdülhalim Efendi, Hz. Mevlânâ’nın on dokuzuncu kuşak torunudur. Yazının başında da arz ettiğimiz gibi Manisa Mevlevîhânesi postnişinliği/şeyhliği yaptıktan sonra Konya’ya Makam Çelebisi [Mevlevilikte en üst makam] olarak tayin edilmiştir. Vatanın kurtarılması için Konya’da epeyce gayret göstermiştir. Konya milletvekili olarak I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev alır. Aynı zamanda Meclis’in II. Başkanıdır, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yardımcısıdır. Kapısı daima herkese açık, cömert, gayet güzel konuşan, destarlı Mevlevî sikkesiyle ile dolaşan, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Paşa, duygulanarak kitapçıya 40 lira bırakmasını yaverine emreder.
– Asalete bak! Abdülhalim Efendi, halısını satacak kadar yoksul düşüyor ama kapısını herkese açık tutuyor, kimseye kapamıyor.
diyerek kendi kendine söylenir. Kitapçıya dönüp:
– Ali Efendi, biz halıyı aldık ama siz halıyı Abdülhalim Çelebi Efendi’nin evine gönderir misiniz, biz oradan aldırırız. Akşama da kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi haber veriniz.
der.
Neyse… Akşam olur, Abdülhalim Çelebi Efendi’nin evine gidilir. Çelebi, misafirlerini avlu kapısında karşılar. İçeri giren misafirler halıyı, kapı arkasında paketiyle görürler. Sohbetler yapılır, kahveler içilir. Bir ara Abdülhalim Efendinin:
– Paşam halıyı siz almışsınız fakat benim evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.”
demesine karşılık, yüce gönüllü Gazi:
– Abdülhalim Efendi, halı yine bizimdir. Arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üstünde içeriz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.
der ve halıyı odaya serdirtir.
Kahve içer, sohbet eder ve veda edip ayrılırlar.
İşte dostun dosta vefası böyle olur. Darda olan dostuna hissettirmeden yardımda bulunurlar. Bu tür vefa ancak büyük insanlara özeldir. Yardım yapacaksa kendi hesabından, şahsî bütçesinden yapar ve onun dillendirilmesini de istemez. Abdülhalim Çelebi de bulunduğu Meclis II. Başkanlığı makamını kötüye kullanmamış, bir takım rant peşinde, getirim peşinde koşmamıştır. İşte gerçek dindarlık budur.
Bir dikkat çekici yön de Atatürk’ün bir kanaat önderine, bir tarikat liderine gerekli saygıyı göstermesidir. Yıllar sonra Tekke ve Zaviyelerin kapatılması Kanunu çıkartılırken, dostunun başında olduğu Mevlânâ Dergâh-ı Şerifi de kapatılmış ve kimseye ayrıcalıklı davranılmamıştır. Atatürk bu duruma üzüldüğünü ama kimseye farklı davranılmaması gerektiğini de Abdülhalim Çelebi’ye bizzat söylemiştir.
Halı meselesi burada bitmez… Devlet büyüğünün yaptığı hediye yine devlete dönmelidir. Almış olduğu terbiyenin gereği de budur. Dergâhlar sedd edildikten sonra Abdülhalim Çelebi Efendi de o halıyı evinde kullanmamıştır. Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca halıyı oraya armağan eder.
Yine bir 10 Kasım arafesinde her iki büyük insana vefa duygularımızı arz etmek için minnetle anıyoruz. Bu millet sizin yüce ahlakınıza minnettardır. Bu duygular bir vefa borcudur.
Bu vesileyle hutbedeki hadis-i şerifi tekrar ediyoruz:
“Ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır.”

