BİR TURİZM OBJESİ OLARAK ‘GÖRSEL MEVLEVÎLİK’

A+
A-

BİR TURİZM OBJESİ OLARAK ‘GÖRSEL MEVLEVÎLİK’

AHMET EMRE BİLGİLİ

Öncelikle belirtelim ki Hazreti Mevlânâ’nın ruhaniyeti açısından bundan daha incitici bir başlık olamaz. Mevlevîlik düşüncesi ve yolu bir turizm objesi haline gelemez, daha doğrusu gelmemeli. Fakat sektör olarak turizmin, simgesel ve görsel yanı güçlü olan değerleri sorumsuzca tüketimi açısından gelinen nokta budur ve maalesef iç açıcı değildir. Netice olarak ‘olana’ baktığımızda, büyük ölçüde bir turizm objesi haline geldiği görülmektedir. Konya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünce de ‘Hz. Mevlânâ ve onun temel yaklaşımının sahip olduğu güçlü doktrin ve kültür, Konya’yı gelecekte dünyanın en önemli inanç turizmi merkezlerinden biri yapacaktır’ ve ‘geleceğe yönelik olarak Konya’daki turizm potansiyelinin geliştirilmesi için turizm endüstrisi bu değerler üzerinde tasarlanmaktadır’ denmektedir. Salt turizm sektörü açısından bakıldığında bu söze bir itirazımız olamaz kuşkusuz fakat turizmin değerleri yaşatan değil öğüten bir yapısının olduğunu da bilmemiz gerekir.

Diğer taraftan Mevlevî Semâ Töreni’nin dejenerasyon tehlikesine karşı tedbir olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2008 yılında Semâ Törenleri Hakkında Genelge yayımlanmıştır. Bu Genelge’ye göre; Semâ Töreni, mutlaka bu kültürün doğru olarak aktarılabileceği, tanıtılabileceği mekânlarda ve gerekli şartların sağlandığı ortamlarda, gelenekten gelen ve Semâ’nın ayrılmaz bir parçası olan Mevlevî Müziği eserleri eşliğinde yapılmalıdır. Programlara katılan semâzen ve müzisyenler gereken teknik ve müzikal yeterliliğe sahip olmalı, program esnasında bir kültürel tanıtımın yanı sıra “aşkın ve tasavvufi özelliklere sahip bir uygulama” yaptıklarının bilinci içinde ciddiyetle hareket etmelidirler. Tedbir, doğru ve yerinde olmuştur ancak netice bağlamında uygulama için aynı şeyleri söylemek maalesef mümkün değildir.

Konya’nın ve Mevlevîliğin uluslararası konumlandırılmasında başka bir husus ise; UNESCO İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirası Başyapıtları Programı çerçevesinde 2005 yılında Başyapıt olarak ilan edilen Mevlevî Semâ Töreni, 2008 Yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasının Temsili Listesi’ne ülkemiz adına kaydettirilerek tüm dünyaya tanıtılmıştır. Bu kabul aslında başlıbaşına değerlidir ve Mevlevî düşüncesinin dünyaya açılımında nitelikli bir fırsat olarak görülmektedir.

Çizdiğimiz tüm bu çerçevenin işin özü açısından artıları eksileri vardır kuşkusuz.

Fakat bizde her olandan bir hayır çıkarma anlayışı olması nedeniyle kendi içinden çok sert bir tepki oluşmamış ve bu evrensel tanıtım imkânından hayır çıkarma doğrultusunda istifade etme yönünde gayret gösterilmiştir. Bu mevcut durum, Mevlevîliğin birey olarak insana ulaştırılmasında bir fırsat olarak da görülmüştür. Bu durum iyi değerlendirildiğinde neticelerden de görülmektedir ki İslam dinini kabulde etkin rol oynamaktadır. Çok sayıda yabancının bunu vesile kılarak müslümanlaşması bu alanda açık bir göstergedir.

Bu doğrultuda konuya, bir tarikat zikri olarak ayin-i şerifin maksadı ve folklorik bir obje olarak semazenlerin dönmesi algısı arasındaki fark nedir diye sual ederek başlamak doğru olur. Bilindiği üzere Mevlevîlikte Ayin-i Şerif, simgesel yanı güçlü olan bir ibadettir, bir iç ritüeldir. Kendi anlayışı içerisinde kendine özgü ve her adımı özel anlamı olan bir törendir. Koreografisi ve karmaşık ama uyumlu müzik yapısıyla hem sanatsal hem de ilahi aşkı anlatır. Sadece Ayin-i Şerifteki selâm bölümünün detayına bakabilsek aslında bütünün esrarını keşfetmiş oluruz. Bilindiği gibi selâm bölümü dört kısımdan oluşmaktadır: 1. Selâm, insanın kulluğunu idrak etmesini; 2. Selâm, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duyulmasını; 3. Selâm, kudret karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesini; 4. Selâm, insanın kulluğa dönüşünü anlatır.

Görüldüğü üzere bir bölümünde bile derin anlam ve mesajlar taşıyan Ayin-i Şerifin bütününü düşündüğümüzde nasıl bir derûni düşünce yapısı barındırdığını müşahade etmiş oluruz. Aslında Mevlevî Semâ Töreni, Allah’a ulaşma yolunun derecelerini sembolize eden, içinde dini öge ve temalar barındıran ve bu haliyle ayrıntılı kural ve niteliklere sahip özgün bir tasavvufî törendir.

Mevlevîliğe özel bu seremoni elbette orijininde seyirlik bir ritüel değildir fakat günümüzde büyük ölçüde ‘seyirlik’ hale gelmiştir. Bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı bir konudur ama geldiğimiz nokta itibarı ile seyircisi olan ve onlar için yapılan törensel bir etkinlik hüviyetindedir. Dolayısıyla ‘olan’ budur ve bundan hareket ederek konuya açıklık getirmeye çalışmak gerekir.

Mevleviliğin yüksek bir ufka açılan entelektüel bir düşünce birikimini de ifade eden tasavvufî yol olduğunu ifade etmiştik. Yolun piri olarak Mevlânâ hazretlerinin felsefî düşünce boyutu, sözlerindeki derinlik, etkilediği entellektüel/ sanatsal çevre, kendisi kadar ünlenen pergel metaforu ve insana dair ortaya koyduğu evrensel bakışı ile dünyaya açılım gösteren ve karşılık bulan en ünlü tasavvufi önder konumundadır. İnsanlığın evreninde özel bir konumu bulunan Hazreti Mevlânâ öteden beri dünyanın farklı bölgelerinde bilinmekte, ritüelleri ve düşünceleri de yaygınlaşmaktadır.

Şimdi kritik soru şudur; günümüzde büyük ölçüde Mevlevîlik düşüncesinden uzaklaşarak folklorik yanı ile sunulan ve görsel tarafı güçlü olduğu için büyük teveccüh gösterilen ayin-i şerife olan bu ilginin ne kadarı Mevlevî düşüncesine doğru ulaşabilmektedir. Eğer bu alanda güçlü bir korelasyon varsa, turizmin bu tahripkârlığına kısmen rıza gösterilebilir. Yani işin görsel tören kısmından düşünce boyutuna bir geçiş sağlanıyorsa bu ilişkilendirme masum kabul edilebilir. Fakat sadece seyirlik düzeyinde kalıyor, bu vesile ile düşünce boyutuna bir geçiş olamıyorsa gösterilen tüm çaba beyhude olmaktadır.

Bu çerçevede gözlem olarak baktığımızda bu türden bir korelasyonun yabancı ülkelerde bir ölçüde kurulmuş olduğunu görmekteyiz. Yurt içinde ise tam tersi olarak büyük ölçüde ‘manevi bir seyirlik’ haline gelmiştir, düşünce boyutunun transferi ise neredeyse yok hükmündedir. Yani manevi olarak bir Hz. Mevlânâ sevgisinden öte gidememektedir. Yurt dışında ise kısmen tebliğ ve irşad çerçevesinde bir rol üstlenebilmekte, yeni hidayetlere vesile olabilmektedir. Bunda şüphesiz ki yurt dışında bulunan Mevlevî düşüncesinin pratikte aktif olmasının da büyük payı vardır. Dünyanın bir çok yerinde bulunan günümüz Mevlevîhaneleri ve buradaki yeni müslümanlar önemli bir tamamlayıcı fonksiyon üstlenmiş olmaktadırlar. Merhum Tuğrul İnançer hocamızın da bulunduğu bir ekiple yaptığımız Meksika ziyaretimizde bu durumu yakından müşahade etmiş idik.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, Mevlevîlik düşüncesi ve ülkemiz açısından en önemli husus; dünya insanına açılımda ve dini tebliğde bir fırsat olarak bakılması gereğidir. Bu sebeple de ritüelin, Kültür ve Turizm Bakanlığının hazırladığı genelgeye hassasiyetle uyulmasını sağlamak konusunda titiz davranmak gerekmektedir. En azından görsel cazibenin işin aslını dejenere etmeden ruhuna uygun şekilde icrasını muhafaza etmeyi başarmalıyız. Aksi durumda kabullenmemizin mümkün olmadığı salt bir turizm objesi haline gelmesidir. Bir çözüm olarak kültürel ve manevî değerleri turizmde sektörün ticari dayatmalarına karşı yaşatmanın mücadelesi de yapılmalıdır.

Konya’nın ise şehir olarak bu potansiyel değerden işin felsefesine ve ruhuna uygun şekilde yararlanmasında elbette büyük fayda var. Bilindiği üzere Hz. Mevlânâ’nın vuslata erişmesinin yıl dönümü olan Şeb-i Arus törenleri nedeni ile binlerce insan Konya’ya akın eder. Dolayısı ile bu hususlarda hassasiyet gösterilmesi ve orijininin korunması yönündeki gayretler en çok işin merkezi olan Konya’nın ve Konyalının sorumluluğundadır. Zira, ünlü metaforla yazımızı noktalamak gerekirse; Pergelin sabit ucunun burada olduğuna inanılır.

Dârülmülk Konya 2. Sayı

Bir Turizm Objesi Olarak Gorsel Mevlevilik