İki Beden Tek Gölge:  “Mevlânâ Celâleddin-i Rumi ve Şems-i Tebrizi”

A+
A-

İki Beden Tek Gölge:  “Mevlânâ Celâleddin-i Rumi ve Şems-i Tebrizi”

ŞEMS – Güneşle Aydınlananlar Sempozyumu

 

Hikâyeyi az-çok biliyorsunuz. Hz. Mevlâna aldığı eğitimlerden sonra babasının makamına geçmiş,  medresesinde öğrencilerine ilim tahsili yaptırmakta. Ancak gece olup da tefekküre dalınca, öğrendiği ve öğrettiği zâhirî ilimlerden daha farklı bir ilmin hayalini kurmakta. İlm-i kâl ile öğrencilerine kulluk kapısını açmayan çalışan Hz. Mevlâna, gönlünde iyiden iyiye yer eden ve bir türlü açılmayan ilm-i hâl kapısının anahtarını aramakta.

Kâl ile söylediklerini hâl ile hissetmeye çalışmakta.

Diğer tarafta ise, uzun süre aramasına rağmen, ne babasında, ne hocasında, nede sıkça yaptığı seyahatlerde karşılaştığı kişilerde içindeki sorulara cevap verebilecek ve hâl dilinin şifrelerini çözecek bir kişiyi bulamayıp tekrar Tebriz’e dönen Şems-i Tebrizî.

Tebriz gecelerinde bir rüya…

Öyle bir rüya ki, ayrılığı vuslata bağlayan.; öyle bir rüya ki, karanlıkta bir mum gibi Şems’in yolunu aydınlatan; öyle bir rüya ki, onu Tebriz’den alıp Konya’ya kadar sürükleyen… ve öyle bir rüya ki, yatarken yaptığı; “Ey Rabbim! Kendi gizli velîlerinden benim sohbetime tahammül edecek birini karşıma çıkar” duasına, Anadolu’daki Mevlâna Celâleddin’i bulması için ilham verilen.

Günümüzden 765 yıl önce…

Kendisine ayna olacak bir dostun peşinde ülke ülke dolaştığı için “Uçan Şems” lâkabı takılan Şems, dostuna kavuşacağı Konya’ya doğru kanat çırpıyor. Yılların yorgunluğundan kanatları güçsüz kalmış belki, ancak gönlü mânâ ile dolmuş. Ama, artık yuvasını bulmuş, gönlündeki anahtarın kilidinin kimde olduğunu anlamış. Öyle ya; “arayan ister yavaş gitsin ister hızlı sonunda aradığına kavuşur.” (Mevlâna, Mesnevî, III, 978). “Susuz kalan,  su diye inler; su da susamış kişi nerede diye inler durur.” (Mevlâna, Mesnevî, III, 978).

“Bir” olmuş iki can, aynı gölgeyi paylaşan iki beden:

در اصل يكي بُد است جانِ من و تو
پيداي من و تو و نهانِ من و تو
خامي باشد كه گويم آنِ من و تو
برخاست من و تو از ميانِ من و تو
(مولانا: دیوان کبیر: رباعی  ١٥٦٦)

Gerçekte birdir benimle senin cânın
Hem ortadayız, hem gizli; oyunu bu devrânın
Hamlığımdan hâlâ ben ve sen diyorum
Ne sen kaldı, ne ben; onlar sadece bu dünyânın
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 1566)

İki denizin kavuşmasından aylar sonra…

İki dost. Birbiriyle aynı “hâl”i yaşayan iki dost. Biri Tebriz’den Anadolu’ya sefer etmiş, diğeri “zâhir”den “bâtın”a terfi eylemiş. Biri ten kafesindeki canı bağışlamış, diğeri dersinden, öğrencisinden el çekmiş:

زاهد بودم ترانه گويم كردي
سرفتنة بَزم و باده خويَم كردي
سجاده نشينِ با وقاري بودم
بازيچة كودكانِ كويم كردي
(مولانا: دیوان کبیر: رباعی  ١٨١٥ )

Zâhid idim, şiirler söylettin bana
Meze ettin, eğlence düşkünü insanlara
Vakarlı bir hâlde seccademde oturup dururken
Oyuncak ettin beni mahallenin çocuklarına
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 1816)

Bir gölgede iki beden. Evin içinde dilsiz, dudaksız; diz dize gönül gönüle oturmuş iki beden. Dışarıda ise dillerinde dedikodu ve tehdit eksik olmayan ham kişiler.

Evin içinde iki ayrı bedende bir can, olgunluğun zirvesine tırmanmakta.

Dışarısı ise câhiliyye çukuruna inmeye çalışan insanlarla kaynamakta.

گفته بودند اگر رود زينجا – مانَد آن شاهِ ما بما تنها
همچو اوّل از او عطا ببريم – بی لب و کام قندهاش خوريم
بار ديگر ز پندهای خوشش – بجهيم از جهان و پنج و شش
(سلطان ولد: ولدنامه: ص. ٤٦)

Dediler: Eğer Şems buradan giderse – Şahımız Mevlâna bize kalır sadece
Eskiden olduğu gibi ondan feyizler alırız –
Dilsiz dudaksız onun şekerlerinden tadarız
(Sultan Veled, Velednâme, s. 46)

Birkaç yıl sonra…

Uçan Şems cahiller yüzünden Şam’a kanat çırptı, ancak kilitli kapı henüz açılmamıştı. Sultan Veled Şam’a sefer etti, anahtarın diğer parçasını yalınayak başıkabak getirdi. Mevlâna ise bu kavuşmayı şiirlerle kutluyordu:

باز برآمد ز كوه خسرو و شيرينِ من
باز مرا ياد كرد جان و دل و دينِ من
سوره ی ياسين بسي خواندم از عشق و ذوق
زانكه مرا خوانده بود سوره ی ياسين من
(…)
(مولانا: دیوان کبیر: غزل  ٢.٦٦ )

Dağdan tekrar çıka geldi, Hüsrev’im-Şirin’im benim
Tekrar beni hatırladı, canım, gönlüm, dînim benim
Aşkımdan, zevkimden tekrar tekrar Yâ-Sin sûresini okudum
Artık yüzüm gülmeye başladı, geldi sûre-i Yâ-Sin’im benim
(…)
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Gazel No: 2066)

Tekrar oturdu iki can suskunluk kilimine, ateş salmaktaydılar istekli gönüllere. Bazen rükûya kalktılar, bazen secdeye kapandılar; abdestlerini kanlı gözyaşlarıyla aldılar. Birbirlerini tanıdılar, birbirlerine sarıldılar; birbirleri vasıtasıyla “Bir”i anlamaya çalıştılar. “Bir” i anladılar, yeniden doğdular.

من پيرِ فنا بُدم جَوانم كردي
من مرده بُدم ز زندگانم كردي
مي ترسيدم كه گُم شوم در رهِ تو
اكنون نشوم گم كه نشانم كردي
( مولانا: دیوان کبیر: رباعی  ١٨١٤  )

Fenâ ikliminde yaşlı biri idim, gençleştirdi beni
Ölü biri idim, tekrar canlandırdı beni
Senin yolunda hep kaybolmaktan korkardım
Kaybolmam artık şimdi, iyice belirginleştirdi beni
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 1814)

Bir müddet susmuştu, ham diller; ancak aşkı henüz tatmamışlardı gönüller. Tövbeler ettiler, “hamlık ettik bağışlayın bizi” dediler; bundan sonra bir daha size isyan etmeyeceğiz, diye söz verdiler.

Tekrar iki beden sözlü-sözsüz sohbetlere başladılar; söylenmemiş, işitilmemiş sözler söyleyip, görülmemiş güzellikte inciler deldiler. Mâşûka ulaşmak için aşkın yolunda ilerlediler, karşılarına çıkan dikenleri görmezden geldiler.

Sonunda yol aşıldı, kapılar açıldı; Hem Mevlâna’nın, hem Şems’in gönlü tazelendi. Aslında kapı da kalmamıştı; kapı da ne demek duvarlar bile yok olmuştu.

از آبِ حیاتِ دوست بیمار نماند
در گلبنِ وصلِ دوست یک خار نماند
گویند درچه ایست از دل سوی دل
چه جای دریچ های که دیوار نماند
(  مولانا: دیوان کبیر: رباعی   ٥١١  )

Sevgili’nin âb-ı hayâtı ulaştı, dert kalmadı
Sevgili’yle buluşma bahçesinde bir diken bile kalmadı
Gönülden gönüle bir kapı vardır, derler
Kapı da nedir ki, ortada duvar bile kalmadı
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 511)

Birkaç ay sonra…

Evet, Sevgili ile arada duvar kalmamıştı, ancak ham kişilerin dedikodusu âsumana yükselmişti. Verdikleri sözlerde durmamış, kıyl u kâlleri gönüllerine perde olmuştu. Berrak hâl denizine dalmak varken, akmadığı için kirlenmiş kâl su birikintisinde dalgıçlık yapmaya çalışıyorlardı. Mevlâna ise kendini şiire vermiş gazeller söylüyordu:

اي خدا اين وصل را هجران مكن
سر خوشانِ عشق را نالان مكن
باغِ جان را تازه و سرسبز دار
قصدِ اين مستان و اين بُستان مكن
چون خزان بر شاخ و برگِ دل مزن
خلق را مسكين و سرگردان مكن
بر درختي كآشيانِ مرغِ تست
شاخ مَشكن مرغ را پرّان مكن
جمع و شمعِ خويش را برهم مزن
دشمنان را كور كن شادان مكن
گرچه دُزدان خَصمِ روز روشنند
آنچ مي خواهد دلِ ايشان مكن
كعبه ی اقبالِ اين حلقه ست و بس
كعبه ی اومّيد را ويران مكن
اين طُنّابِ خيمه را برهم مزن
خيمه ی تست آخر اي سلطان مكن
نيست در عالم ز هجران تلخ تر
هرچ خواهي كن وليكن آن مكن
مولانا: دیوان کبیر: غزل)
(٢.٢.

Ey Allah’ım, bu kavuşmayı ayrılıkla sonlandırma Aşk sarhoşlarının başını dertle yoğurma
Can bahçesini daima taze ve yeşil tut

Bu âşıklara ve bu bahçeye kötülük sokma
Sonbahar gelse de gönül dalına, gönül yaprağına uğramasın Şu insanları miskin ve âsi kılma

Senin kuşunun yuvası olan şu ağacın Dalını kırma, kuşunu uçurtma
Şu topluluğu birbirine düşürme, kendi mumunla aydınlat Düşmanları ise kör et, asla mutlu kılma

Hırsızlar her ne kadar gündüze düşman olsalar da Onların bu huylarını al, gönüllerini kırma
Bu halkamız yönelme kâbesidir

Artık ne diyeyim, ümit kâbesini yıkma
Bu çadır senin çadırındır ey Sevgili

Çadırın urganlarını birbirine dolaştırma
Dünyada ayrılıktan daha kötü başka bir şey yoktur

Her ne istiyorsan yap, fakat bize bunu yapma
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Gazel No: 2020)

Bir gece oturmuşlardı diz dize mumla pervane; Sevgili’den dem vu ruyorlardı, hem canları hem gönülleri dîvâne. Mum kalktı aceleyle  kapıya yöneldi; pervane şaştı, aceb mumun demek istediği neydi?

Pervanenin dilinden o “an”ın şiiri döküldü

سبحان الله من و تو اي دُرّ خوشاب
پيوسته مخالفين اندر همه باب
من بختِ توام كه هيچ خوابم نبرد
تو بختِ مني كه برنيآيي از خواب
( ١.٣  )  مولانا: دیوان کبیر: رباعی )

Sen ve ben bir olmuşuz temiz Allah’ın aşkıyla
Muhalifler ise toplanmış her daim kapımızda
Ben senin âkıbetini düşünüyorum, gözüme uyku girmiyor
Sen ise benim âkıbetim için dalmaktasın uykuya
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 103)

Mum ise kendini verirken açık kapının rüzgârına şu beyitleri söylüyordu:

خواهم اين بار آنچنين رفتن – که نداند کسی کجايم من
همه گردند در طلب عاجز – ندهد کس نشان ز من هرگز
.سلطان ولد ولدنامه: ص )
(٤٦

Bu kez öyle bir gideceğim ki buralardan
Kimse bilmeyecek merak edecek, nerde bu adam?
Herkes peşime dönüp dolaşacak
Ancak kimse benden bir iz bulamayacak
(Sultan Veled, Velednâme, s. 46)

Evet, pervane misal Mevlâna, mumun peşine dönmüş dolaşmış, ondan bir iz bulamamıştı. Umudunu kesince de hem mumun, hem pervanenin kendisi olduğunu anlamış, hem yanmaya hem yakmaya başlamıştı.

Şems’le ilgili “öldürüldü, kuyuya atıldı” gibi sözlere şu şiiriyle cevap vermiş, ancak yüzyıllar sonunda bile cevaplanamayacak bir soru bırakmıştı geriye:

كي گفت كه آن زنده جاويد بمرد؟
كه گفت كه آفتابِ اومّيد بمرد؟
آن دشمنِ خورشيد درآمد بر بام
دو ديده ببست و گفت خورشيد بمرد
مولانا: دیوان کبیر: رباعی )
(٤٦

O ebedî canlının öldüğünü kim söyledi?
O ümit güneşinin battığını kim söyledi?
(Sadece) o güneş düşmanı çatıya çıktı da
İki gözünü kapattı ve Şems öldü, dedi
(Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr, Rubâî No: 806)

 

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.