Mesnevî’nin kilidi: O insan – Ahmet Murat

A+
A-

Mesnevî’nin kilidi: O insan

Ahmet Murat

Hz. Mevlâna, bir varis-i enbiya olarak, kendisiyle hakikat arasında farklı mesafeler ve açılar bulunan her türden insana seslenir. Onu bir şair, bir bilge, bir bilgin, bir din filozofu, bir sûfi saymak bu yüzden mümkün olmaktadır. Vefatının ardından bir Musevi’nin, Mevlâna ekmek gibidir, ona herkesin ihtiyacı vardır mealindeki ifadeleri de bir yönüyle buna işaret eder. Bu, arif-i billahın Kur’an’ın ikiz kardeşi olması hakikatinin de bir sonucudur. Nitekim Kur’an-ı Hakim de her türden insana seslenmekte, hatta kâfirin küfrünü artırdığına işaret eden ayetlere bakılırsa kâfirin kendi küfrünü seyrettiği bir vasat bile olmaktadır. Kur’an-ı Kerim, zahir ulemanın bilgi ve görgü kaynağı olduğu gibi, ariflerin de kendi kemalatlarını seyrettikleri, kendi kemal mertebelerinden yeniden ve yeniden haberdar oldukları aynalarıdır. Arif için, içinde dilediğince gezinip meyvelerini devşirdiği bir bostan olan Kur’an-ı Kerim, salik için de arifler eliyle kurulmuş bir sofradır. Mağrib diyarının büyük üstadı Ebu Medyen el-Gavs’ın “Biri, bütün her şeyi Kur’an’da bulmadıkça hakiki mürid olamaz.” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’in, insanın derinlik ve uçsuz bucaksızlığına denk düşen vüs’atini tespit eder.

Hz. Mevlâna için, “Peygamber değil ama kitabı var” diyen Molla Cami’den öğrendiğimiz nükte de budur. Mesnevi, Kur’an-ı Kerim’e tutulmuş bir aynadır. Şayet Hz. Mevlâna, “Zahir ulema Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sözlerine, Şems ise O’nun sırlarına vakıftır. Ben ise O’nun nurlarına mazhar olmuşum.” ifadesine başvuracaksak, Mesnevî de Kur’an’ın zahirinden ziyade batınına tutulmuş bir ayna demektir. Esasen, Kur’an’ın o çok güçlü batınının, tabiatı icabı, bugün Mesnevî’nin gördüğü sözde ilgiyi görmesi mümkün olmamalıdır. Buna karşılık Mesnevî nasıl oluyor da bugün bu kadar ilgi görebiliyor? Bunun bir çok açıklamasından biri şu olsa gerektir: Nasıl Kur’an kendi batınını zahiriyle gizlemişse, Mesnevide yine Kur’an-ı Kerim’in batınını kendi tekniği, hikâyeleri ve benzersiz güzellikteki üslubuyla gizlemiştir. Bir yönüyle celâl’e cemal’den bir libas biçmiştir. Bu libasın ardına bakmayı göze alanlar için, o oradadır. Ama libasın kendisi de son derece caziptir, bazılarının nasibi de bu libastır. Yine başka bazıları içinse, bu libasın çekiciliği, gizlenmiş olanın döşediği bir yoldur, ona açılan bir kapıdır, bir kementtir. Hal böyle olunca, Mesnevî bir şiirdir, bir hikâyeler toplamıdır, bir hikmetli sözler kitabıdır, bir eğitim aracıdır ya da bir Kur’an tefsiridir. Mesnevinin bu çok katmanlı anlam dünyası yine sufilerin rahmet’e çektikleri dikkati de hatırlatır. Peygamberimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. (Enbiya suresi:107] Bu rahmet oluşun keyfiyeti sebebiyledir ki, o müslimi, mümini, muhsini muhatap aldığı gibi, insanın aklını, ruhunu, kalbini de ve yine arifi, âlimi, âşıkı, meczubu, zahidi de muhatap alır.

Dolayısıyla Mesnevinin okuru, kendisine hangi Mesnevfnin okuru olduğunu sorabilir. Hangi Mevlâna ile karşılaşmakta, Mesnevî’de neyi bulmaktadır? Mesnevi yine Mesneviyi gizlediğine göre, okurun okuduğu Mesnevî’nin, gizleyen mi [hicab], gizlenmiş mi (mahcub) olduğunu araştırması gerekir. Gizleyenin cazibesi ve gücü, gizlenmişe götüren bir yol mu olmakta yoksa gizliliği giderek koyulaştırmakta mıdır? Allah’ın mekri (tuzağı) bahsine giren bir durumdur bu. Okur, sadece kendi idrakinin sınırlarına sadık kalırsa, kendi potansiyeli ile aldanırsa bu tuzağa yakalanmış demektir. Arap dilinde gurur kelimesinin, hem aldatma, hem yanılma, hem de gurur/kibir anlamlarına gelmesi ilginçtir. Kendi idrakiyle kibirlenen bizzat kendi idraki tarafından aldatılmış olmaktadır.

Sufiler, Rahman suresinin 19 ve 20. âyetlerine dayanarak, zahir ile batın, şeriat ile hakikat iki denizdir, aralarında da insan-ı kâmil berzahı vardır derler. Dıştan içe, gizleyenden gizlenmişe, zahirden batına, şeriatten hakikate ya da S. H. Nasr’ın deyişiyle çember çizgisinden dairenin merkez noktasına geçmek, onlara göre bir insan-ı kâmil üzerinden, bir kılavuz aracılığıyla olacaktır. Bu, farklı anlam katmanlarını barındıran Mesnevî’nin de geçerlidir. 0 dingin Mesnevînin, ya da o cezbeli Divan-ı Kebirin terennüm ettiği sadece Şems’dir. Hz. Mevlâna her ne söylerse söylesin bunun Hz. Şems’e işaret etmesini umarak söylemiştir. Mevlevî kültüründe, Hz. Mevlâna’nın sohbet şeyhi olarak kabul edilen Hz. Şems ile Hz. Mevlâna buluştuğunda, Hz. Mevlâna bir Kübrevi şeyhi olan babası eliyle başladığı sülukunu, Seyyid Burhaneddin (hz) eliyle tamamlamış bir sufiydi. Bu ilm ü irfanla bilenmiş duyarlığı, Hz. Şems’le karşılaştığında ateş almaya hazır bir fitil gibiydi. Atması gereken o ‘ölümcül’ adımlar için Hz. Şems berzahıyla karşılaşması gerekmişti.

Bu, sanırım biz Mesnevi okurları için de geçerli. Mesnevîye Divan-ı Kebir’in iç anlamlarına, batınına nüfuz edebilmek Hz. Şems’in yani onunla simgelenen berzahın otoritesini hesaba katmaksızın mümkün olmayacaktır. Hz. Mevlâna’nın Hz. Şems’e duyduğu sevgi, bu sevginin bu denli yanık bir biçimde dile gelişi, dikkatlerimizi hep berzaha çekmektedir. Hz. Mevlâna o insanı anlatmakta, o insanın hikâyesini söylemekte, o insana gazeller düzmektedir. Mesnevide o insanın kılavuzluğu olmadan, o insanın himayesinde bulunmadan, o insan hesapta tutulmadan nüfuz edilemez olacaktır. Mesnevî’nin kilidi odur.

Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı