MEVLÂN”NIN DÜŞÜNCESİNDE KADIN Hasan Almaz

A+
A-

MEVLÂN”NIN DÜŞÜNCESİNDE KADIN

Hasan Almaz

Özet: Klasik dönem eserlerinin genelinde olduğu gibi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (604-672/1207-1273)”nin eserlerinde de kadın, bir kişilik olmaktan çok bir anlam olarak olumsuz şekilde nitelenmiştir. Ancak bu, hiçbir zaman Mevlânâ”nın kadın kişiliğine olumsuz baktığı anlamına gelmez. Zaten Mevlânâ, ifadeden çok anlam üzerinde durmuştur. Çevirisi yapılan bu makalede, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”nin eserlerinde kadının konumu ve Mevlânâ”nın kadına bakış açısı konu edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, Mesnevî, Kadın

Woman in the Thought of Mawlana

Summary: İn the works of Mevlana Jelaluddin Rumi (604-672/1207-1273), as we see in the general classical works, woman has been desribed as a positive meaning rather than pesonality.However, we cant say that Mevlana hasn”t desribed woman”s personalty negatively.İn realty, Mevlana has emphasized on meaning rather than expression. İn this translated article, on woman situation and mevlana”s point of view about woman has been stressed.

Keywords: Mevlana, Mathnawi, Woman

  1. Mevlânâ”nın İranî-İslamî düşünce ve sanat alanındaki konumunun üstünlüğü ve kendine özgü dünya görüşünün önemi nedeniyle onun düşüncesinde kadının konum ve makamının incelenip değerlendirilmesi üzerinde düşünülmeye değer bulunmaktadır. İnsanlık bilimi alanında böylesine etkin ve yapıcı bir kişilik çok az bulunur. Mevlânâ”nın üstatlık derecesi, onun şairlik konumundan önce gelir. Hakikatte de Mevlânâ, ilk önce görüş sahibidir, daha sonra sanatçıdır. Bundan dolayı dünyaya ve insana olan kendine özgü bakış açısı da önemlidir.

Kimilerinin düşüncesine göre, Mevlânâ”nın şeffaf ve parlak sözleri –en azından Mesnevî”de– göz önünde bulundurulduğunda ona göre, kadınların kemal noktasında gözle görülür bir değere sahip olmadıkları açıktır ve Mevlânâ”nın onları değerlendirmesi açıkçası olumsuzdur.(1)

Burada konuyu değişik açılardan görmeyi ve kendi dayanak noktalarımızı da değerli okuyucuya sunmayı amaçlamaktayız.

Bu satırların yazarının kafasında ve bu yazının içinde var olan tek nokta, hüküm verme konusunda son derece dikkatli olmak ve insanların (hatta ileri kültür sahiplerinin) bilim ve bakış açılarının tarihsel tekamülüne dikkat etmektir. Yine zamanımızın tespitleriyle uyuşması düşüncesiyle yorum yaparak Mesnevî sahibinin bakış açısına kabul edilebilir bir şekil verilsin veya Mesnevî”nin eteklerinden eleştiri tozunu temizlesin diye bakış açılarının tekdüzeleştirilmesi taraftarı da hiçbir şekilde değildir. Zira böyle bir temizlik, cahillik davuluna vurmak ve böylesine bir savunma çatlak değirmene su taşımak gibidir.

 

  1. Mesnevî, yazılı değil ilhama dayalı bir kitaptır. Mevlânâ”nın ruhuna girmiş olan anlam ve bilgiler, kendisinde meydana gelen haller, sanat dolu vakarlı ipek parçası üzerine çıkıp ediplerin kıskançlığı ve ariflerin gözyaşının mayası olmuştur.

Yüce Allah”ın dergahının alçakgönüllülüğünden ortaya çıkmış olan bu bilgiler (maarif), iki dilin çeşmesinden coşmuş ve müritlerinin sema mecrasından geçerek susamış canları doyurmuştur.

O halde Mesnevî, Mevlânâ”nın “Mesnevî Çengi”ni “Saz” yapıp işitenlerin halini mutlu kılmak üzere layık olan kulakları bekleyen ruhunun ve zihninin sızıntısıdır. Tufan esirlerini “ada”ya çağıran, kurtuluş bağışlayan sedası, hitap yüzü tüm “erkek ve kadın”a yönelik olan kavuşmayı arzulayan “feryad”ı ve “ruhları cilalamak” için sırçaya göz atan “tevhid dükkanı”dır.

 

Manevi okyanusa susayan olduysan

Mesnevî adasında bir yarık aç.

Öyle yarık aç ki  her nefesinde

Mesnevî”yi manevi olarak göresin.(2)

 

Bizim Mesnevîmiz vahdet/birlik dükkanıdır.

Vahid/bir dışında her ne görürsen o puttur(3).

 

Denizden sahile doğru dönünce

Mesnevî şiirinin çengi saz ile birleşti

Ruhların cilası olan Mesnevî”ye

Geri dönüş, İstiftah günü (4) idi (5).

 

Mesnevî”nin ilhamî oluşu, söyleyicinin, herhangi bir ön hazırlık veya belirli bir plan ve program olmaksızın, irticalî bir şekilde konuları açıklamaya çalışmış olması ve görünürde Husâmuddîn Çelebi”nin eliyle düzenlenmiş olan bu sözlerin tespit ve düzenlenmesinden sonra Mevlânâ”nın, kesinlikle onları yeniden düzeltme ve tekrar gözden geçirme düşüncesinde olmamış olması anlamındadır. Şiirlerini teenni ve irticalen söylemiş olan kimi şairler, söyledikleri sözlerin lezzetliliği ve güzelliği artmış olsun diye şiirlerini söyledikten sonra onlar üzerinde düzeltmeler ve değişiklikler yapmakta, önüne ve arkasına cümleler, sözler eklemektedirler. Bu açıdan onlar için herhangi bir kötüleme ve yerme de söz konusu değildir. Burada sadece bu farklılığa işaret etmek için bir karşılaştırma yapılmıştır.

Mevlânâ ise zamanı düşünen ve kendi ifadesiyle, “İbnu”l-Vakt/anın çocuğu”, hatta “Ebu”l-Vakt/anın babası” bir şair idi. “İbnu”l-Vakt/anın çocuğu”, geçmişi ve geleceği düşünmemek ve asla geçmişe dönmemek, halin/anın hakkını vermek demektir. O söylenmiş beyitlerin düzeltilmesiyle uğraşmazdı. Ne başı “geçmiş”te idi ne de yüzü “gelecek”e yönelikti. Mesnevî”nin tamamında Mevlânâ”nın geçmişe döndüğü ve bir ifadeyle, “Kad marra ve kad maza” yı (geldi ve geçti) dile getirdiği yer dört veya beş konuyu geçmez(6).

Sufi, (içindeki) anın çocuğu olur ey arkadaş,

Yarın demek yolun şartından değildir.

Yoksa sen sufi biri değil misin

Var olan veresiye ile yok olur(7).

 

Sufi, boy pos sahibi olduğundan

Geçmişe ait olan sözü geçmez olur(8).

 

Düşünce geçmiş ve gelecek üzerine olur

Bu ikisinden kurtulunca sorun hal olur(9).

 

Ayıklık geçmişi hatırlamaktandır

Geçmiş ve gelecek Allah”a perdedir(10).

 

3- Mevlânâ, sözden tam anlamıyla yararlanma noktasında hikayeler, misaller, ayetler, hadisler, kıssa ve benzetmelerden yararlanır. Bu hikayeler ve kıssaların her birinin farklı boyutları vardır:

Bunların bir bölümü kendi dönemindeki dostları, efendi ile uşak, fakir ile zengin, tüccar ile esnaf, hakim ile suçlu, ev sahibi ile misafir, kadın ile kocası, imam ile imama tabi olanlar, filozof ile kelamcıyı sözünün odağı yapmıştır.

Bir bölümü, peygamberlerin hikayeleri, tarihten bazı kıtalar, hadisler ve rivayetlerden oluşur.

Bir bölümü de aslında hayalî ve onun kendi çağrışımcı ve çevik zihninin ürünüdür(11).

Mevlânâ”nın konuların –burada kadınlar– çeşitliliği noktasındaki düşüncelerini kavramak için sadece hikayelerin ve misallerin görünür boyutu üzerinde hüküm yürütmek mümkün değildir. Zira böyle yapıldığı takdirde isabetli ve doğru bir hüküm vermemiş oluruz. Çünkü Mesnevî”nin konularının düzenlenmesi yazılı değil, coşkusu–ilhamî olduğunu söyledik. Onun için de sözün ruhunun ve renginin, sözü söyleyenin zamanının hal ve yazı üslubuyla sıkı bir bağı vardır(12) ve her eserin onun etkileyicisinin ve yaratıcısının bilgi ve görüşü ile inkar edilemez bir ilgisi vardır. İnançlar ve görüşler, gizli veya açık, az veya çok, isteyerek veya istemeyerek eser üzerinde etkilidirler. Mevlânâ ise başka hallerden çok aşıklık halinde olmuştur. Gözünü, her şeyden daha çok maşukun cemaline dikmiş ve her şeyden daha önce aşk ile uğraşmıştır. Bundan dolayı da tüm konular bir şekilde aşıklık devletinin ilk bilgileri ve faydalarının şerh edilmesi ve açıklanması başlığı altında olmuştur.

Her ne kadar yeryüzünde yaşıyor idiyse de  yüzü semaya doğruydu. Topraktan olanlar ile birlikteydi ve ufuklardakileri övüyordu. Mevlânâ”nın yöneldiği tek nokta bir şeydir, o da “Maşuk”tur. Sahip olduğu tek becerisi “aşıklık”, haykırdığı tek şey ise “aşk”tır.

Mevla aşkı Leyla”nınkinden nasıl az olur

Onun için Top gibi dönmek daha uygun olur.

Top ol, doğruluk çevresinde dolan dur

Aşk çevgeni kıvrımında batıp kaybol(13).

O halde sözün topunu nerede batıracağını belirleyen çevgen, Mevlânâ”nın mevlasıdır ve maşukun mevlası, aşk avlusundan başka yere sürmez.

4- Bundan dolayı (bu hikayelerden ve örneklerden çıkmış) ahlakî-irfanî sonuçları ona nispet etmekte şüphe etmemek gerekir. Zira dikkat ve düşünmeyle sözü oraya dayandırmıştır. Bu da ya aşıklık merdiveninden bir basamaktır(14) ya da aşk doruklarından bir çatıdır(15).

“Sözcükler”in görünür boyutu üzerine kazara söylenmemiş bir düşüncenin Mevlânâ”nın boynuna atılması ve vekiliymişçesine onun yerine söz söylenmesi noktasında ise çokça düşünmek gerekir. Zira Mevlânâ, sözün kuralları darboğazına sığmaktan ve onun el ve ayak bağlarına esir olmaktan daha büyüktü. Anlamı ifade etmek amacıyla bir hikayeyi zikretmesi ve ondan yeni bir olguyu çıkarması pekala mümkündür. Ya da bir hikayeyi başta getirmesi de mümkündür. Ancak bunlarda önemli olan hikayenin kendisi değil de Mevlânâ”nın sonuç alışıdır. Hikaye, Mevlânâ”nın söyleyeceğini söylemesi için bir bahane, bir araçtır. Bu hikayelerin unsurları birçok konuda gerçek boyuttan yoksun, kişiler hayalî olup kesinlikle göz önünde bulundurulmazlar. Nihaî amaç, hikayeden çıkan ahlakî-irfanî sonuçtur(16).

Mevlânâ şöyle der:

Sözler ve isimler tuzaklar gibidir

Tatlı söz ömür suyumuzun çakıl taşıdır(17).

 

Söz manaya her zaman ulaşamaz,

Ondan dolayı peygamber, “kad kelle lisân”(18) dedi(19).

 

Söylediğin söz yamuk, (ancak) anlamı doğru ise

O sözün yamukluğu, Allah”ın kabulüdür(20).

 

Sözü bu beden gibi bil,

Anlamı da içindeki ruh gibi(21).

 

Söz yuva gibidir, mana ise kuş,

Beden su yatağı, ruh ise akan sudur(22).

 

Bu nedenle, eğer basitçe düşünme boyutuyla, edebî eserler kalıbında ve onun dışına çıkmış olan Mevlânâ gibi büyüklerin görüşüne bakacak olursak sözlerin, kinayelerin, kıssaların ve misallerin görünüşleri zihnimizi yoracaktır ve onlar hakkında yanlış hüküm vermiş oluruz. Örneğin Mesnevî”de, içinde ince sözler kullanılmış olan konular (özellikle V. Defterde) az değildir. Bu kavramların toplum karşısında kullanılması belki Mevlânâ”nın bizzat kendi zamanında bile çirkin sayılmıştır. Zira yüzeysel bir bakış açısıyla onlara yaklaşacak olur ve tarihsel yönünü, ahlakî dayanaklarını, kişisel boyutlarını vb. göz önünde bulundurmazsak onlardan çarpık bir düşünceye varmış oluruz. Ve belki de onu bir şaka olarak görür ve sadece kendimiz bu eserin mükerrer incelenmesi üzerine bir şey bulmamış olmayız –ki o düşünce üzerine kurulmuş olan hükmü göstermekle–başkalarının bu irfanî-ahlakî sermayeden yararlanmasına da engel olmuş oluruz.

O halde hikayeler ve misallerin görüntüleri, şekilleri ve kalıpları düşüncenin kaynağı ve doğrulama temeli olmamalıdır.

Şu örneğe dikkat edelim:

  1. Defterde Mevlânâ, kurt ve tilkinin aslanın hizmetinde ava gitme hikayesine işaret eder:

Bir aslan, kurt ve tilki avlanmak için

Av aramak üzere dağa çıkmışlardı.

Birbirlerine yardım edip avlara

Sağlam bağlar ve zincirler bağlamak üzere…(23)

Hikayenin özeti şudur: Onlar avlarını elde edince kendi etrafında bulunanları denemek isteyen aslan, kurda yöneldi  ve, “avı sen paylaştır” dedi.

Paylaşımda benim vekilim ol

Böylece nasıl bir cevher olduğun anlaşılsın(24).

Kurt da öküzü aslana, keçiyi kendine, tavşanı da tilkiye verdi. Kurdun (bencilliği ve aslanın konumuna verilmesi gereken değeri vermemesi nedeniyle) bu imtihanda kaybettiğini gören aslan, ona çetin bir ceza verdi ve tilkiye pay etmesini istedi. Zavallı kurdun halinden ibret alan tilki, her üç avı da aslana ayırdı. Aslan cevap olarak;

Dedi: Ey tilki, sen adalet aydınlattın.

Böylesine bir paylaşımı kimden öğrendin

Nerden öğrendin bunu ey ulu!

Dedi: Ey dünya padişahı! kurdun halinden.

Dedi: Bizim aşkımıza sen böylesine inandınsa

Sen her üçünü de al, götür ve git.

Ey tilki, sen her şeyinle biz olunca

Seni nasıl incitelim, çünkü sen biz oldun(25).

 

Bu noktada Mevlânâ sonuç alır:

Akıllı o kimsedir ki ibret alır

Bela anında dostların ölümünden(26)

 

Görüldüğü gibi bu hikayede tilki, akıllılık ve ibret almanın sembolüdür. V. Defterde zikrettiği bir başka hikayede (aslan, tilki ve eşek) tilki, eşeği kandırarak aslanın yanına avlayıp yemesi nedeniyle hilekar ve aldatan bir varlıktır.

Görülüyor ki bu görünenlerin temeli üzerine hüküm verecek olursak birçok zıtlaşmayla karşı karşıya kalırız. Tilkiden hoşlanıyor ve onu aklın bir sembolü olarak kabul ediyor diye Mevlânâ”yı suçlayamayız (ilk hikayeye dayanarak). Yine tilkiyi aldatmanın ve riyanın sembolü olarak gördüğünü ve ondan nefret ettiğini çıkarmak da mümkün değildir (ikinci hikayeye dayanarak). Her iki taraftan da hiçbirinin lehine hüküm verilemez. Çünkü aslında Mevlânâ”nın göz önünde bulundurmadığı tek şey hikayelerdeki kişilerdir. Tekrar edecek olursak sadece ahlakî(27)-irfanî konular alanında tuttuğu sonuçlar ona nispet edilebilir ve onun doğruluk ve yanlışlığı noktasında irdelenebilir(28).

Mesnevî”de erkek ve kadının iki şekilde görünüşü de böyledir. Eğer dikkatli olmazsak o tertemiz ideleri/düşünceleri ve yüce fikirleri temelsiz şüphelerin ayağına kurban etmiş oluruz ve hayalci bir zaaf, zihnimize öylesine bir yapışır ki kitabın sahibinin yüce ruhunun gücü de onun üstüne çıkamaz.

Örneğin içinde kadın ve kocasının konuşmalarının da zikredildiği erkeği aklın sembolü, kadını nefsin sembolü olarak gördüğü hikayede;

Ya da hakimin Cuha”nın karısına aşık olması hikayesi (kadının tuzağı).

Veya kötü fiilli annesini öldüren adam.

Veya kocasına “o hayaller …”diyen kötü yapılı kadın hikayesi.

Veya bir söz söyleyip de durumu söylediğine ve iddia ettiği şeye uygun olmayan kimse hakkındaki hikaye.

Veya çocuğu olan dul kadınların ikinci kocaya karşı isteksiz olması ve onların kadınlardan üçüncü derecede, ikincisi içinde sınıflandırılması durumu daha iyi anlaşılsın diye soru soranın o büyüğü konuşmaya çekmesi(29).

Veya Şeyh Harakânî”nin kötü ahlaklı ve çirkin sözlü karısının hikayesi.

Ve bunun gibi başka konular, bayanlar için veya feminist düşüncelere sahip olanlar için incitici olabilir. Ancak zikri geçen bu deliller, endişe etmemeyi gerektirir. Zira Mevlânâ, bu tür hikayelerde kavram olarak erkek ve kadının farklı olduğunu açıklamış olup erkek cinsinin kadın cinsine göre daha üstün olduğu konumunda olmamıştır.

5- Buna ilave olarak birçok konuda Mevlânâ”nın kadınları güzel görme noktasında büyük deliller vardır.

Örneğin, Mesnevî”de annenin yüceltilmesi ve onurunun korunması noktasında birçok örnek bulmak mümkündür. Bunların bir kısmını burada zikredelim:

Anne hakkı ondan sonra gelir, zira  o kerim,

Onu senin cenininle borçlu kıldı.

Onun cisminde seni şekillendirdi,

Hamileliğinde ona rahatlık ve alışkanlık verdi.

Bağlı bir parçası gibi seni gördü o,

Bağlı parçayı ayırmayı düzenledi.

Hak yüzlerce sanat ve fenni sağlamış

Böylece anne sana şefkat gösterdi(30).

 

Bir anne, bebeğin burnunu ovar

Ta ki Uyansın da bir yiyecek arasın.

Zira o habersizce aç halde uyumuş,

O iki meme ise dışarı çıkmak için çırpınır(31).

 

Dadı ve anne, bahane arar durur,

Bebeği ne zaman ağlar diye(32).

 

Bebeğin ayağı olmayınca anne,

Gelir de görevi üstüne alır(33).

 

Veya peygamberin, “Akıllı ve güzel huylu insanlar, eşlerine yumuşaklıkla ve adaletli davranırlar. Hayvanî huya sahip olan insanlar ise kadınlara öfkeli bir şekilde “üstün” olurlar.” şeklinde üzerinde durduğu hadisin zikri gibi:

Peygamber şöyle dedi: Kadın, akıllılara ve

Gönül sahiplerine (aşıklara) tam olarak galip gelir.

Yine de kadınlara cahil olanlar üstün olur,

Çünkü onlar sert ve çok serkeş hareket ederler.

Onlarda incelik, nezaket ve insaf az olur,

Çünkü hayvandır huylarına galip olan(34).

 

Ya da o kafir kadının henüz süt emme çağında olan çocuğuyla birlikte Mustafa (s)”ın yanına gelmesi ve İsa (a.s) gibi Resul (s)”ün mucizelerini dile getirmesi hikayesi ki bir anne kendi çocuğuyla birlikte peygamberin huzuruna çıkıp büyük bir feyiz bularak Müslüman oluyor. Bu hikayeden Mevlânâ”nın tekamülî süluka ermek için ölçüsünün erkeklik ve kadınlık dışında başka bir şey olduğunu anlamak mümkündür.

Veya Meryem (s.a.), Yahya”nın annesi ve Musa (a.s)”ın annesi gibi iyi huylu ve kemal sahibi kadınların övülmesi yada Mevlânâ”nın nazarında peygamberin yüksek derecesini göz önünde bulundurmakla birlikte peygamberin Sıddika(35)ile sırdaş olması hikayesi.

 

  1. Mevlânâ”nın İnsanbilimi apaçık bir şekilde şöyle der:

Fakat ruhun dişiliğinden korku yok,

Ruhun erkek ve kadınla ortaklığı yok.

Müennes ve müzekkerden daha üstündür,

Bu, kuru ve yaştan olan o can değildir.

Bu ekmekten çoğalan o can değildir.

Ya bazen böyle olur bazen de öyle(36).

 

Veya;

Eğer sen bir erkeği Fatıma diye çağırsan,

Erkek ve kadın hep bir cinsten de olsalar,

Senin kanına mümkün olduğunca kasdeder

Her ne kadar iyi huylu, halim ve sakin de olsa(37).

 

Mevlânâ”ya göre, ruhun dişi ve erkek yönü yoktur. Dişilik ve erkeklik ruhun vergilerindendir. Olgunluklar ise tamamen insanların ruhuna nispet edilirler.

 

  1. Son olarak değerli okuyucunun dikkatini şu düşünce/inanca çekeyim: Bizim düşünce ve fikirlerimizin bizim zamanımızla daracık bir ilgisi olması ve içinde yaşadığımız toplumsal süreç içinde şekillenmesi gibi, büyüklerimiz de bu kuraldan müstesna olmamışlardır. Onlar da kendi zamanlarının çocukları idiler. Her ne kadar kendi toplumlarının seviyesinden daha yukarı çıkmışlar ve daha duru görüyorlar idiyse de “tüm varlıkları”yla kendi asırlarının kalbinden çıkmadan kendi zamanlarının renk ve kokusunu taşımışlardır. Bizim görüşlerimiz zamanımızın düşünceleri, adetleri ve davranışlarından kopuk değildir ve bizim devrimizdeki çeşitli toplumsal davranışlar bakış açımız üzerine etkilidirler. Örneğin kadınların her alana ayak bastıkları ve erkekler gibi güçlerini ispatladıkları günümüz dünyasında kadınların erkeklerin yarısı olduğu ve onlar için yaratıldıkları düşüncesi asla duyulmaz. Bizler de düşüncelerimiz ve fikirlerimiz üzerindeki etkiye bakarak böylesi bir sözü dile getirmeyiz ve kendi zamanımızın bilim ve geleneğini takip ederiz. Fakat örneğin Mollâ Sadrâ veya onun söyledikleri üzerine haşiye yazmış olan Molla Hâdî-yi Sebzvârî, bizim gibi düşünmezlerdi. Mollâ Hâdî-yi Sebzvârî, Mollâ Sadrâ”nın kadınları hayvanlar derecesinde zikrettiği ve onları hayvan olarak kabul ettiği–ki nikaha layıktırlar–cümlesini açıklarken şöyle der: “Erkeklerin onlara birlikte olmaktan çekinmemeleri ve onlarla nikahlanmaları için o kadınları insan suretine bürüdü.” Allah, bu hayvanları, onlarla konuşmak mekruh ve uygunsuz olmasın ve onları nikahlamaya rağbet olsun diye insan şekli ile örtmüştür(38). Aslında bayanlar da kendi tarihi geçmişlerini boşamışlardır. Belki de bu büyüklerin hükümleri o kadar yolsuz da olmayabilir. Zira kadınlar, ancak bu son asılarda şaşırtıcı ilerlemeler göstermişlerdir. Elbette hak vermek gerekir ki kadınların geçmiş asırlarda kabiliyetlerinin gün yüzüne çıkmamasının nedenlerinden birisi de erkekler tarafından kendilerine uygulanan yasaklama ve sınırlandırmalar idi.

 

[1] Bu görüşte olanlar, Mesnevî”de buna benzer şu hikayeleri örnek gösterebilirler:

*Derviş bedevi ile hanımının fakirlik ve dervişliğinden dolayı onunla tartışması hikayesi (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Manevî, Nşr.: Tevfîk Subhânî, 4. bs., Tahran 1379,I,s.162).

* Kötü bir kadının kocasına, “o hayaller sana armut ağacının tepesinden görünüyor ki …” hikayesi. (Mesnevî, VI, s. 710).

* Hakimin Cuha”nın karısına aşık olması ve … Yine Cuha”nın karısının önceki yılki oyun ümidiyle ikinci yıl tekrar gelmesi… (Mesnevî, VI, s. 1015).

* Padişahın doğanı yaşlı kadının evinde bulması (Mesnevî, II, s.207).

* Karısını bir yabancıyla yakalayan sufinin hikayesi (Mesnevî, IV, s. 530).

* Hatunun şehvetli cariyesinin hikayesi (Mesnevî, V, s. 726).

* Kocasına; “Eti kedi yedi” diyen kadının ve kocasının kediyi alıp teraziye koyması…” hikayesi (Mesnevî, V, s. 811). Okunduğunda kadınları küçük düşürdüğü ve insanlık aleminde onurlarının görmezden gelindiği anlaşılabilecek olan buna benzer birçok başka konular. Bundan dolayı Mevlânâ”nın bayanlara karşı böylesi bir hakaretin reva olmadığı başka konulardan yararlanması da mümkündü.

[2] Mesnevî, VI, beyit: 67-68.

[3] Mesnevî, VI, beyit: 1528

[4] İstiftah Günü; Receb ayının 15. günü olup bu günde sema kapılarının veya Ka”be kapılarının açık olduğu söylenir (Çevirenin notu).

[5] Mesnevî, II, beyit: 5-6.

[6] Istisna zikri ve dolananın  hazmi Mesnevî”nin başında söylendi (Mesnevî, VI).

O manevi hikaye bundan önce Mesnevî”nin başında söylendi (Mesnevî, VI).

Dendi ki her sanatçı sanattan kurtulunca yokluk makamını aradı (Mesnevî, VI).

[7] Mesnevî, I, beyit: 133-134

[8] Mesnevî, I, beyit: 21201

[9] Mesnevî, II, beyit: 177

[10] Mesnevî, I, beyit: 2201

[11] Elbette bu üç kısmın sayılmasının özel bir boyutu yoktur, sadece çoğunluktadır.

[12] Örneğin I. Defterde şöyle zikredilmiştir: Namahremlerin Mevlânâ”nın meclisinde bulunmaları nedeniyle sözü açıklayıp şerhetmiyor ve aciliyetten dolayı istediği gibi onunla uğraşamıyor.

Şayet namahremin zahmeti olmasaydı

Vefaya dair birkaç söz söylerdim

Dünyalı şüphe ve sorunu arayınca

Sözü postun içine süreriz biz (Mesnevî, V, beyit: 2141-2142).

Ya da konuları açıklama sırasında namahrem olan bir kişi meclise girer ki Mevlana hiç ara vermeden söz ortamını değiştirir ve hazırlıklı ve layık olanlar dışında kimse onun sözlerinden haberdar olmasın diye ortamı tamamıyle gözönünde bulundurur. Veya şöyle dediği gibi:

Fakat cevap vermem emir değildi

İşaret olmadan dudak açmadım

Biz nasıl ve kaçtan haberdar olduğumuzdan

Dudaklarımızın üzerine şefkati koydular (Mesnevî, VI, beyit: 3525-3526)

Veya;

Bu söz çokça misal ve açıklama ister

Lakin avamın şüphesinden korkarım

[13] Mesnevî, IV, beyit: 1557-1558

[14] Örneğin: Vefakarlık, sadaket, içtenlik, barış, yürek genişliği, kanaat vb.

[15] Örneğin; Temizlik, yumuşaklık, sağlık, uyumluluk, hoşhallik vb.

[16] Mantığa uyması için değerli okuyucunun dikkatini Kelile ve Dimne kitabındaki hikaye söyleme türüne çekelim. Zira onlarda sadece sonuç almak önemlidir ve eğer hikayelerin kendisinde inceleme yapıp gerçekçi cetvelle onların ölçümüne girişirsek bizim kabul edebileceğimiz bir şey olmayacaktır.

Mevlânâ”nın kendisi de şöyle der:

Bu Kelile ve Dimne tamamen iftiradır

Yoksa karga nasıl leylekle boy ölçüşür.

Ey kardeş, hikaye bir ölçü kabı gibidir

Mana ise onun içinde bir dane misalidir.

Akıllı adam mana danesini alır

Geçip gitse de ölçü kabına bakmaz (Mesnevî, II, beyit: 3621-3623)

[17] Mesnevî, I, beyit: 1061

[18] Gerçekten dil söylemekten geri kaldı, dil tutuldu. Hz. Muhammed”in “Allah”ı tanıyan bir kimsenin dili tutulur” hadisine işarettir (çevirenin notu).

[19] Mesnevî, II, beyit: 3013.

[20] Mesnevî, III, beyit: 171

[21] Mesnevî, VI, beyit: 653

[22]  Mesnevî, II, beyit: 3292

[23] Mesnevî, I, beyit: 3013-3014

[24] Mesnevî, I, beyit: 3043

[25] Mesnevî, I, beyit: 3108-3110

[26] Mesnevî, I, beyit: 3114

[27] Ahlakî olanın kişisel ve toplumsal ahlakı kapsadığını hatırlatmak gerekir.

[28] Bu konuyla bağlantısız olmayan hikayelerinin birinde Mevlânâ, sözlerinin “ciddi ve şaka” oluşuna işaret etmektedir:

Şaka öğretmektir, onu ciddi olarak dinle,

Sen şakanın görünen yanına bakıp ona tutsak olma.

Şakacılar nezdinde, her ciddi şey bir şakadır

Akıllılar nezdinde ise şakalar ciddidir (Mesnevî, IV, beyit: 3558-3559)

[29] Ona doğru sürdü ve dedi: Bekar, tamdır

Tümüyle senin olur, gamdan kurtulursun

Yarısı senin olan ise duldur.

Hiç olan ise evlat sahibi hanımdır.

İlk kocasından çocuğu olduğu için

Sevgisi ve bütün zihni ona doğru gider (Mesnevî, II, beyit: 2411-2413).

[30] Mesnevî, III, beyit: 325-327

[31] Mesnevî, II, beyit: 361-362

[32] Mesnevî, II, beyit: 1952.

[33] Mesnevî, III, beyit: 1460.

[34] Mesnevî, I, beyit: 2433-2435

[35] Hz. Fatıma Zehra (s.a.)

[36] Mesnevî, I, beyit: 1975

[37] Mesnevî, II, beyit: 1741-1742

[38] Esfâr-i Arba’a, c.VII, Fasıl 13, s. 136