SEYYİD SURHANEDDİN ULUSLAR ARASI SEMPOZYUMU
SEYYİD SURHANEDDİN ULUSLAR ARASI SEMPOZYUMU
Mevlânâ’yı mânâ iksirimiz haline getiren hocası Seyyid Burhaneddin, nihayet fark edilebildi. 30 Eylül günü başlayan ve 2 Ekim günü akşamı sona eren etkinlikler bize Anadolu ruh coğrafyasında İslam’ın kalıcı rengini Tasavvuf mührüyle sağladığımızı gösterdi.
Hepsi birbirinden değerli konuşmalarda Türk kültür değerlerinin besleyici damarı olan Tasavvuf kültürüne yabancı kaldığımız zaman neler kaybedebileceğimizi de bir kere daha görmüş olduk.
Kayseri Büyükşehir Belediyesinin maddi desteğiyle, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile Türk Kadınları Kültür Derneği’nin birlikte düzenlediği Sempozyum’da Mevlana’yı bize armağan eden, ama nedense hep Mevlana’nın gölgesinde kalan hocası bu mümtaz insanı yakından tanıma imkânına aralanan kapı geleceğe daha ciddi umutlar bırakacaktır diye düşünüyorum.
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman ve TÜRKKAD İstanbul Şubesi Başkanı Cemalnur Sargut böyle bir oluşumu düzenleyip başarılı bir şekilde icra edilmesinde beklenenin üstünde gayret gösterdiler.
Bu tür toplantıların arkada bıraktığı en önemli miraslardan birisi, geçmişte birikime duyulan ihtiyacın ortak şuur halinde dile getirilmesidir. Bu durum, geleceğimizin inşasında yeni bazı tamamlayıcı bilgileri vermesi bakımından önemlidir.
Gönlüm orada konuşulanların tamamından burada nakiller yapmayı ister. Ancak, bu tür toplantıların özet metinlerini anında yayınlama geleneğimiz olmadığı için maalesef böyle bir şansı kullanamıyoruz. Burada bana düşen, kendi konuşmamdan kısa nakiller yapmaktır. Sözlerime; ”Seyyid Burhaneddin ve onun gibi Anadolu’ya dışarıdan gelen bütün ruh mimarları, bu toprakların sancılı bir döneminde görevlerini ifa etmişlerdir. Bu, bir İlahi Mevhibe olarak algılanmalıdır. Ancak, onların, yönlendirilmesi kadar çağırılmasının da payını düşünmek gerekir. Yeni fethedilmiş bu topraklarda maddi fetihle işin bitmeyeceğinin farkında olan dönemin yönetimleri mürşit konumuna taşınmış insanların ihsanından bu toprakların feyizlenmesi için imkân sağlamış olmalılar”, dedim ve şöyle devam ettim:
Seyyid Burhaneddin ve onun döneminde yaşayanlar kendi çağlarının tanığıdır. Bu insanlar, hayatlarını kendileri için yaşamış olsalardı, binlerce kilometre yolu binbir zahmetle kat ederek buralara kadar gelmezlerdi. Düşünebiliyor musunuz bundan 8 asır öncenin insanı, o günün ortamında 8-10 bin km.yi bulan bir yolculuğu, yaya, hayvan sırtında yolların binbir sıkıntısına katlanarak kat edip Anadolu’ya gelecekler. Onları buraya taşıyan ideal öylesine güçlü olmalı ki, bu sıkıntılı ve korkulu yolculuğu göze alabilsinler.
Evet, Onların Anadolu’ya, Anadolu’nun da onlara ihtiyacı vardı. Bunun içindir ki onlar, karşılaştıkları bu siyasi ve sosyal çalkantıları içerisinde herhangi bir dünyalık arayışı yerine, uhreviliğin geniş sınırlarında adeta bir şemsiye görevi üstlenmişlerdir. Siyasi olayların o çözülmez detayları arasında kalmak yerine, gönül dünyalarındaki manevi coğrafyayı insanlara açmışlar ve zalim düşmanlarını da zamanla teslim almışlardır. Yaşadıkları dönemi kendi zenginlikleriyle olağanüstü güzelliğe ve ihtişama taşıyan bu insanların, bunalımın kahredici baskısında varlıklarını sürdürmeleri bir ilahi tecelli olarak görülmelidir. Bu da aklın ve iradenin, imanın kuşatıcı iklimiyle birleşmesi halinde nelerin başarılacağını göstermesi bakımından çok önemli bir ipucunu bize vermektedir.
Bugün tarihin dilinde kötünün lanetlik zulmü kendisine ilgi bulamazken, bu insanlara sığınma talebinin artması, ilahi idrakin hâkimiyet gücünün zamanların üzerinde olduğunu göstermektedir. Bunun içindir ki, Babailer bir daha dirilmemek üzere tarihin kin topraklarına gömülürken, bunların birleştirici tavrının payını unutmamak gerekir. Haçlılar, kendi ihtirasının kurbanı edilmiş ve asırlarca sürdürdükleri ısrarlı işgallerine rağmen, bu topraklarda tutunamamışlardır. Moğollar, yağma ihtirasından teslimiyet ruhuna yönelmiş ve zamanla Müslümanlaşarak insanlığın başına bela olmaktan kurtarılmıştır.
Bu üçlü kıskacın arasından diri ve manevi dinamikleri sağlam bir toplum çıkmışsa, çıkabilmişse, onların diriltici irşadının payını unutmamak gerekir. Aynı asırda birbirlerini tamamlayarak düşmanlığını ve kıyımını sürdüren bu zalim güçlerden birisi muvaffak olsaydı, biz ya buralarda olmayacak ya da, batıla gömülmüş, Hıristiyanlaşmış veya putperest topluluk haline gelecektik.
Onlar bizi bu tehditlerden kurtardıkları gibi, kurumlaşmış bir öğretiyi de hayatımıza yerleştirdiler. Bunlar medreseler, tekke ve zaviyelerle şekillenmiş eğitim kurumlarıydı.
Güzelliğin inşasında toplulukları yarına taşıyan bu kültür ve inanç yuvaları ve oralarda yeşertilen bilgiler bugün bile bize ışık veriyorsa, ilmin hayatımız için ne derecede önemli olduğunun işaretidir. Yarınımızı kurtaracak ürettiğimiz silahlar değil, geliştirdiğimiz bilgidir. Geçmişimizin hafızası, bu insanların bize bıraktığı manevi mirastır. Toprağın vatana dönüşmesini işgal mantığı değil, ihya zarafeti sağlar. Geçmiş kavimler tarafından asırlar boyunca işgal ve yağmaya uğrayan Anadolu’nun vatanlaşmasında burada çadır kurma şansımız değil, medrese yapma gayretimiz etkili olmuştur.
Seyyid Burhaneddin’den ve ondan beslenenlerden bize emanet edilen tek tarihi malzeme bu gerçek olmalıdır. Bu gerçeğe yarınki kuşaklara taşıyabilirsek, bize ulaştırılan ışığı da onların yollarında bir aydınlanma aracı olarak kullanmış oluruz… Unutmayalım hiçbir millet bir başka millete gelecek vaat etmiyor. Bizim geleceğimizin kurtarıcı reçetesi, geçmişimizdeki bu büyük ruh mimarlarının eserlerinde saklıdır. Yarınını tanımayan geleceğini kurtaramaz!