Türkiye’nin saklı yumuşak gücü Hint Alt Kıtası’nda Mevlâna etkisi

A+
A-

Türkiye’nin saklı yumuşak gücü Hint Alt Kıtası’nda Mevlâna etkisi

Abdulkadir Aksöz / Doktorant, İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Mevlâna Celaleddin Rumi’nin vuslat yıl dönümü için Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus törenleri, Türkiye’nin zengin kültür ve medeniyet mirasının en görünür halkalarından biri. Her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında icra edilen sema ayinleri, paneller ve konserler uluslararası bir buluşma niteliği taşıyor. Bu çerçeve, Türkiye’nin Hint Alt Kıtası’yla ilişkileri açısından da dikkate değer bir imkân barındırıyor; zira Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve çevresindeki geniş havza, Mevlâna ile yüzyıllara yayılan kadim bir bağa sahip.

VELİ COĞRAFYASI

Tarih boyunca Rumi’nin eserleri, Güney Asya’daki ulema ve şairler için ortak bir referans zemini oluşturdu. Babürler döneminde Mesnevi, klasik metinler arasında önemli bir yer tuttu; Farsça şiir okuyan zümre, Rumi’yi “hakikatin sözcüsü” olarak andı. Günümüzde sınırlar değişse de bu bağ kopmuş değil. Hindistan’da Urduca, Hintçe ve İngilizce tercümeler üzerinden Mevlana’ya dönük ilgi, yalnız Müslümanlarla sınırlı değil; pek çok Hindu entelektüel, onun şiirinden ve insan anlayışından beslenen metinler kaleme alıyor, konferanslar düzenliyor. Pakistan’daki üniversitelerde Mesnevi okumaları yapılıyor, üzerine tezler yazılıyor. Bangladeş’te tasavvuf mirasını konu alan çalışmalar, Rumi’yi sevgi ve merhamet merkezli bir İslam yorumunun temel kaynaklarından biri olarak konumlandırıyor.

Diğer yandan Hint Alt Kıtası’nda tasavvuf, güçlü bir damara sahip ve günlük hayatla çok iç içe geçmiş durumda. Ajmer’de Muînüddîn Çiştî, Delhi’de Nizâmeddin Evliya, Şehvan’da Lal Şahbaz Kalender, Dakka ve çevresindeki pek çok tekke ve türbe, “veli coğrafyası” şeklinde birbirine bağlanıyor. Türbe ziyaretleri, zikir halkaları, şiir meclisleri ve kavvali geleneği, bu bölgede İslam’ın duygusal ve estetik yüzünü taşıyan ana kanallar. Mevlâna, bu ağın içinde hem klasik bir âlim hem de daha geniş bir insani ufka işaret eden bilge figür olarak saygı görüyor.

MANEVİYATIN DİPLOMASİDEKİ TEZAHÜRÜ

Açıkçası kendi tecrübem de bu tabloyu doğruluyor. Hindistan’da geçirdiğim iki yıla yayılan dönemde, Türkiye konuşulduğunda sık duyduğum isimlerden biri Mevlâna Celaleddin Rumi’ydi. İstanbul, Kapadokya, Boğaziçi elbette ilgi çekiyordu; fakat “Türkiye” dendiğinde pek çok kişinin aklına Konya’daki türbe ve Mesnevi’deki dizeler geliyordu. Rumi, onlar için hem Anadolu’yu tanıtan bir kapı hem de modern hayatın yorgunluğu içinde sığınılan bir ses niteliği taşıyordu.

Bu ilgi, diplomatların ziyaret programlarına da yansıyor. Hindistan’ın yeni Ankara büyükelçisi Muktesh Pardeshi’nin göreve başladıktan kısa süre sonra Konya’ya gidip Şeb-i Arus törenlerine katılması rastlantı değil. Pardeshi, Konya’daki programı “başka yerde benzeri zor bulunur, büyüleyici” bir tecrübe olarak yorumlamıştı. Pakistan’ın, cumhurbaşkanı ve başbakan düzeyindeki ziyaretlerinde de Konya ve Mevlâna türbesi daima programın ilk durakları arasında yer alır. Bangladeş’in Ankara büyükelçisinin Konya’da tasavvuf odaklı bir seminer planlama isteği, yine bu manevi bağın diplomatik dile tercümesi sayılabilir.

BİR ÖNERİ: HİNT ALT KITASI’NDA RUMİ HAFTASI

Şeb-i Arus haftasında Konya’daki otel dolulukları artıyor, Anadolu’nun pek çok bölgesinden turlar düzenleniyor, İstanbul ve Ankara üzerinden seferler yoğunlaşıyor. Konya Havalimanı, teknik bakımdan uluslararası statüye sahip ancak çok az uçuş gerçekleşiyor. Bu tabloya Güney Asya perspektifinden bakınca akla basit ama etkili bir soru geliyor: Neden Şeb-i Arus haftasında Konya–Delhi, Konya–Lahor, Konya–Dakka hatlarında mevsimsel seferler düşünülmesin? Yıl boyu sürecek çok yoğun bir yolcu akışı beklentisi gerçekçi olmayabilir; yine de yılda bir ya da iki blok dönem için planlanacak doğrudan bağlantılar hem Konya Havalimanı’nın profilini yükseltir hem de inanç ve kültür turizmini besleyebilir. Mevcut İstanbul aktarmalı hatların yanına eklenecek birkaç uçuş, sembolik etkisi yüksek bir adım olur.

Eş zamanlı olarak, Hint Alt Kıtası’nda da Mevlâna eksenli bir çerçeve inşa etmek mümkün. Delhi, Lahor, Dakka ya da Haydarabat gibi şehirlerde “Rumi Haftası” organize edilebilir. Dışişleri ile Kültür ve Turizm bakanlıklarımızın eşgüdümünde Yunus Emre Enstitüleri, TİKA ofisleri, Maarif Vakfı ve Konya Büyükşehir Belediyesi, yerel kurumlar ile iş birliği yaparak Mesnevi okumaları, sempozyum, sergi ve konser gibi faaliyetler düzenleyebilir. Böylesi bir adım, Türkiye’nin kültürel diplomasisine yeni bir derinlik kazandırır. Hint Alt Kıtası tarihsel birikimi, şiir geleneği, müzik kültürü ve Mevlâna’ya duyduğu derin muhabbet ile bu resimde ayrı bir yere sahip olabilir. Konya merkezli Şeb-i Arus programlarını, Güney Asya ile bağlantılı uzun vadeli bir stratejinin parçası hâline getirmek, bu özel konumu daha görünür kılar.

GÜNEY ASYA’YA UZANAN KÜLTÜR KÖPRÜSÜ

Nihayetinde Rumi’yi bu coğrafyaya anlatmak gibi bir hedeften ziyade, var olan aşkı Türkiye ile ilişkilerde köprüye dönüştürmekten söz ediyoruz. Konya’da yakılan manevi ışığın yankı bulmasını sağlamak hem o sevginin hakkını vermek hem de ortak tasavvuf mirasını geleceğe taşımak anlamına gelecektir. Türkiye-Güney Asya ilişkileri genellikle ticaret rakamları, savunma sanayii projeleri ya da uluslararası örgütlerdeki oylamalar üzerinden konuşuluyor. Oysa Mevlâna örneği, bu ilişkilere bambaşka bir katman ekleme imkânı sunabilir. Konya’nın Şeb-i Arus vesilesiyle bu temasın doğal buluşma noktası hâline gelmesi hem Türkiye’nin yumuşak gücünü pekiştirir hem de bölgeyle kurduğu diyaloğa yeni bir içerik kazandırır. Bu ortak manevi zemin, Türkiye’nin Güney Asya ile ilişkilerinde yeni bir açılım hattı olarak ciddiyetle ele alınmayı hak ediyor.

Yeni Şafak