SEYYİD BURHANEDDİN SEMPOZYUMU

A+
A-

SEYYİD BURHANEDDİN SEMPOZYUMU

Mevlânâ Celaleddin Rumi, irfan ve kültür dünyamızın başta gelen sîmalarındandır. Epey zamandır hakkında panel, konferans ve sempozyumlar düzenlenir. Bunların düşünce ve kültür hayatımıza katkıları küçümsenemez.

Hz. Mevlânâ ve Mevlevîliğin geniş bir çevresi var. Belh, Şam, Halep, Konya, Karaman ve Kayseri Mevlânâ ve Mevlevîlikle doğrudan ilgili şehirlerdir. TÜRKKAD İstanbul şubesi, Mevlevi kültürüyle ilgili isabetli bir biçimde alan genişletmesinde bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda Şems-i Tebrizi Sempozyumları yapıldı. Bu senenin sonunda Sultan Veled Sempozyumu icra edilecek.

Bu defa Hz. Mevlânâ’nın hocası Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizî’yi konu edinen bir sempozyum söz konusu. Fikir Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden çıkmış. TÜRKKAD İstanbul şubesi destek vermiş. Sponsorluğunu da Kayseri Büyük Şehir Belediyesi üstlenmiş. Maddi-manevi katkısı olan herkesten Allah Razı olsun.

Sempozyum 30 Eylül – 2 Ekim 2011 tarihleri arasında Kayseri’de yapıldı. Seyyid Burhaneddin’in, Mevlânâ’nın eğitimindeki yeri ve seyr ü sülûk anlayışına tesiri; ikisi arasında sözde ve mânâda birlik, Kübrevilik- Mevlevilik ilişkisi, Mevlevi büyüklerinin “Maârif” adlı kitaplarının karşılaştırılması, Seyyid Burhaneddin’le ilgili menakıbnameler, Seyyid Sırdan bibliyografyası ve onun insan-ı kâmil anlayışı gibi konularla ilgili tebliğler sunuldu; yer yer verimli müzakereler oldu.

Kayseri maddi-manevi zenginlikleriyle yurdumuzun önde gelen şehirlerindendir. Seyyid Burhaneddin’in türbesini de sînesinde bulundurmaktadır.

Bundan yirmi yıl kadar evvel yine bir sempozyum vesilesiyle Kayseri’ye gitmiştim. O zaman Seyyid Burhaneddin’in türbesini ziyaret ettiğimde biraz hüzünlenmiştim. Türbeye eğri büğrü yollardan toz toprak içinde ulaştığımı hatırlıyorum. Etrafı bakımsızdı, galiba derme çatma binalar veya bakımsız topraklar arasından geçiliyordu. O bakımdan Hazretin makamını ziyaret sırasında bir ruhaniyet bulamadığımı için hayal kırıklığı yaşamıştım.

Bu defa ferah-fahur caddelerden geçerek geniş bir meydanın sonunda, tarih ve maneviyet kokan bir türbeyle karşılaştım. Çevre düzenlemesi olabileceğin en güzel biçimiyle yapılmış. İnsana huzur ve ferahlık veren rûhânî-mânevî dokuyu bütün sıcaklığıyla hissettiren bir görünüm kazandırılmış.

Bunlar ve bire yüzük taşı gibi meydana çıkarılan başka tarihî eserler dolayısıyla Başkan Mehmet Özhaseki’ye şükran borçluyuz. Üç dönemdir Büyük Şehir Belediye Başkanı olan, tarih şuuru ve maneviyat sevgisiyle dolu gördüğüm bu güzel insana yeni hizmetlerinde başarılar diliyorum.

Sempozyum programı 23 Eylül 2011’de Semazen.Net’te yayımlandı, tekrarlamamıza gerek yok. Aşağıda kendime ait tebliğin kısaltılmış şeklini veriyorum. Neşre esas dipnotlu tebliğ metni ileride yayımlanır.

MEVLÂNÂ’NIN EĞİTİMİNDE SEYYİD BURHANEDDİN’İN YERİ *

Hz. Mevlânâ’nın eğitimi çocukluğunda Belh’te başlamıştır. Yakın çevresi bilginlerle ve sûfîlerle doluydu. Aklı ermeye başladığından îtibâren, bu bereketli muhitten istifâde etmiş olmalıdır. Babası Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddin ve annesi Mü’mine Hâtun, hareketleriyle, davranışları ve telkinleriyle onun ilk mürebbîsi sayılır. Gene bu çocukluk yıllarında Belh’ten göçünceye kadar Seyyid Burhâneddin onun lalasıdır. Ondan hayâta ve temel dini bilgilere dâir çok şey öğrendiğini düşünebiliriz.

Mevlânâ kitâbî ilimler sâhasında o günün usullerine göre iyi bir medrese öğrenimi gördü. Eserlerinden açıkça anlaşılan şudur: O Kur’an Hadis, Tefsir, Kelâm gibi dînî ilimlerde; felsefe, mantık, astronomi alanlarında ciddî bir birikime sâhiptir. Halep ve Şam medreselerinde devrinin ileri gelen hocalarından ders almıştır. Ama Mevlânâ’yı öne çıkaran asıl yönü onun tasavvufî cephesidir.

Tasavvufun tariflerinden biri şöyledir: “Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu mevhibedir.” Bu târifte “ilim” deyince ilk hatıra gelen dînî ilimlerdir. Buna ilâve olarak tasavvuf nazariyâtını konu edinen eserler de vardır. “Tasavvuf bir kal ilmi değil hâl ilmidir” diye nitelenir. Ancak o alana âit bir hayli kitap yazılmıştır. İşte “ilim” safhası olan bu ilk merhalede o kitapların da mütâlaası gerekir. Nitekim Celâleddin’in babasına âit Makalât adlı eseri bizzat kendisinden okuduğu bilinir. Daha sonra aynı kitabı bir kere de Seyyid Burhâneddin’le birlikte okuyacaktır.

Tasavvuf eğitim-öğretiminde ikinci merhale “amel” idi. Yâni öğrenilen şeylerin uygulanması, yaşanır hâle getirilmesi; bir başka ifâdeyle hâl edinilmesi. Bu önemli bir safhadır. Bilmek iyi bir şeydir, ama bilinenler uygulanmadığı takdirde, kişiye bir fayda sağlamaz. Konu tasavvuf olunca uygulama daha bir önem taşır. “Bildiği ile amel edene Allah bilmediğini de verir.”

Tasavvufun amel/uygulama safhası başka ilim dallarına göre daha zor ve zahmetlidir. Amel’in yoğunlaştırılmış şekilleri vardır. Bu noktada çok çetin riyâzet ve mücâhedeler söz konusudur. Rûhun bedene, mânânın maddeye galip gelebilmesi için ciddi perhizler, iç mücâdeleleri gerekir. Ham iken pişmek bu safhada olur. Büyük sûfîlerin hepsinde, uzun veya kısa böyle bir devre vardır. İşte Mevlânâ’nın mânevî eğitiminin bu safhasında, Seyyid Burhâneddin’in devreye girdiğini görürüz.

Kimdi bu zat? Seyyid Burhâneddin Tirmiz’de doğdu. Hz. Hüseyin soyundandır. 1208’de Belh’e gelip Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddin’e intisab etti. Bilgiliydi, kısa zamanda mânen ilerlemiş, dirâyet göstermiş ve güven sağlamış olmalı ki Bahâeddin onu oğlu Celâleddin’e lala / atabek olarak görevlendirdi. Lalanın anlamı şu: “Eskiden büyük âilelerde bir çocuğun bakımı, eğitimi, terbiyesi ve yetiştirilmesiyle meşgul olan erkek terbiyeci.”

Seyyid Burhâneddin küçük Celâleddin’i omuzunda taşıyıp dolaştırırdı. Belh’ten göçtüklerinde Mevlânâ’nın beş yaşında olduğunu kabul edersek bu lalalık görevinin üç yıl kadar sürdüğü görülür. İlk temel bilgilerin öğrenilmesi ve şahsiyetin teşekkülünde küçük çocuk için bu devrenin önemi açıktır.

Sultânü’l-Ulemâ ailesi Belh’ten göçünce Seyyid Burhâneddin Tirmiz’e yerleşti. Kendisi riyâzete, özellikle oruca çok önem verirdi. Cezbe ve istiğrak halleri yaşardı. Tasavvufu, bütün ilimlerin zirvesi ve gerçek ilim sayardı. Şatahat türünden sözleri olan, nüktedan ve melâmet neşvesi güçlü bir şahsiyeti. O zâhirde alim ve şeyh, bâtında fakr ve fenâ mertebesinde idi.

Sultanü’l-Ulemâ 628/1231’de vefat etti. O sırada Mevlânâ 24 yaşlarındadır. Babasının yerine geçmesi uygun görülünce ders vermeye başladı. Babasının kaybı ve onun yerini doldurmak ağır bir sorumluluktu. Bunun genç Celâleddin’e sıkıntılı günler yaşattığını söyleyebiliriz.

İşte bugünlerde, babasının vefâtından bir yıl sonra kendisine destek olacak birisi, Seyyid Burhâneddin çıkageldi (1232). Manevi bir görevle, bir misyonla gelmişti. Buluşmaları heyecanlı olmuştur sanırım; 20 yıl öncesini, zevkli çocukluk günlerini hatırlayıp yâd etmişlerdir.

Çocukluk döneminde lalasıydı. Dolayısıyla Seyyid Burhâneddin’in Mevlânâ’ya ayrı bir ilgisi olduğunu söylemeliyiz. Onun her bakımdan mükemmel bir şekilde yetişmesi konusunda kendisini sorumlu görüyordu.

Nitekim buluşup bir süre sohbet ettikten sonra genç Celâleddin’i imtihan eder; zihin ve ruh dünyâsını yakından tanımış olur. Onun kitâbî ilimlerde ileri seviyede olduğunu görür. Sonunda der ki: “Din ilimlerinin hepsinde babandan bile ileri geçmişsin. Lâkin muhterem baban hem kal (söz) ilminde kemal derecesinde idi, hem de hâl ilmine gerçekten vâkıftı. İstiyorum ki hâl ilmine de sahip olasın. Şeyhimden bana erişen o mânâyı sen benden elde edesin. Böylece zâhiren ve bâtınen babanın vârisi, onun tıpkısı olasın.”

Mevlânâ Seyyid’in bu sözlerini kabul ederek onun mürîdi oldu.

Seyyid Burhâneddin ile Mevlânâ’nın bu mânâdaki berâberlikleri dokuz yıl sürdü. Seyyid onu, tasavvufun riyâzet safhasına yöneltti. Kendisi Sultânü’l-Ulemâ’dan mânevî-bâtınî ahvâli tevârüs etmişti. Ona intikal eden bu himmet ve bereketin ilimle değil, duyuşla ve zevkle elde edileceğini Mevlânâ’ya söyledi.

Mevlânâ’nın tasavvuf konusunda âile ortamından kaynaklanan bir bikrimi elbette vardı. Ancak bunlar henüz “ilim” safhasındaydı; amel, uygulama ve hâl seviyersine gelmemişti. Seyyid Burhâneddin onu bu alana yöneltti.

Önce riyâzet, mücâhede ve zühd ağırlıklı bir eğitim uyguladı. Bu eğitimin en belirgin ve yoğun olanlarında biri meşhurdur: Celâleddin’in, Seyyid’in nezâretinde ard arda üç erbain çıkardığı bilinmektedir. Toplam 120 gün süren bu eğitim süreci oldukça ağır ve zordur. Pek az bir yiyecekle bir halvethânede ibâdet, tefekkür ve tezekkürle meşgul olmak şeklinde icrâ edilir. Sonunda nefsin arındırılması ve rûhî-mânevî gelişme beklenir.

İşte bu safhada insanın derûnî yönünün, varlığa âit bütün vehimlerden birer birer boşalması söz konusudur. Onların yerine “hakîkat” dolmaya başlayacaktır. Boşalmadan dolmak yoktur. Dünyasından boşalmayan kalbe ukbâ dolmuyor.

Tasavvufta mânevî eğitim usta-çırak ilişkisini gerektirir. Çırak olmadan usta olunmaz. Mevlânâ da Mevlevîliğin piri olmadan önce seyr ü sülûkte bulunan bir sâlikti. Uzunca bir süre sülûkü devam etti, ustası ise Burhâneddin idi.

Baştaki târifimiz hatırlarsak “mevhibe” yani ilâhî bağış ve lutuflar, ilim ve amel safhasından sonra gelecektir. “Mevlânâ’nın mânevî gelişim sürecini, riyâzet ve mücâhededen müstağnî, sadece aşk ve cezbe yolu olarak tanımlamak” eksik kalır. Riyâzat ve mücâhede ile aşk ve cezbe birbirini tamamlayıcı mâhiyettedir.

Seyyid Burhâneddin nezâretindeki çile, riyâzet ve mücâhede Mevlânâ’nın mânevî gelişiminde önemlidir. Ama bu nihâyet bir merhaledir. İstenen sonucu elde ettikten ve kemâle erdikten sonra sıkı riyâzetlere gerek kalmaz. Mevlânâ’nın ifâdesiyle: “Yüzme bilenin hareketsiz kalması, aceminin elle ayakla çırpınmasından, savaşmasından iyidir.”

Mevlânâ’nın Seyyid Burhâneddin nezâretinde erbain çıkarmalarının, Kayseri’de olduğu anlaşılıyor. Bu üç halvetin sonunda Mevlânâ’ya şöyle der: “Bütün ilimlerde eşi benzeri bulunmayan bir kimse oldun. Haydi yürü, insanların rûhunu tâze bir hayat ve hesapsız rahmete garket; bu sûret âleminin ölülerini kendi mânâ ve aşkınla dirilt.”

Böylece ona irşad için izin vermiş olur.

Mevlânâ ile Seyyid Burhâneddinîn’in bu zun berâberliklerinin hayli verimli geçtiği görünüyor. Çocuklukta lalası, daha sonra mürşidi ve mürebbîsi mevkiindeki Burhâneddin’le bereketli ve mutlu günler yaşamış olmalılar. Vazîfesinin tamamlandığını hisseden Seyyid Burhâneddin Kayseri’ye gitmek ve artık orada kalmak için izin ister. Kayseri, Anadolu’ya geldiğinde ilk durağı olmuştur. Seyyid o günlerde şehrin ileri gelenlerinden ilgi ve saygı görmüş ve Kayseri’yi çok sevmişti.

Seyyid Burhâneddin 1241’de Kayseri’de vefat etti. Mevlânâ Kayseri’ye giderek şeyhinin kabrini ziyâretten sonra onun kitaplarını alıp Konya’ya döndü. Sultan Veled’in anlattığına göre beş yıl üzüntü içinde yaşadı.

Mevlânâ sonraları Mesnevî‘sinde şöyle diyecektir: “Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü Burhân-ı Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.”

Bu sözleriyle sanki Seyyid’in eğitimi sonunda kendisinin de ulaştığı sonucu anlatır gibidir.

*

Eflâkî Mevlânâ’nın silsile ve hırka nisbetini Burhâneddin Muhakkık yoluyla babası Sultânü’l-Ulemâ’ya ulaştırır.

Kayserili Mevlevi şeyhi Ahmed Remzi Dede şöyle der:”Hilâfetimizde Sultânü’l-Ulemâ Efendimiz’den sonra Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî Efendimiz yâdedilip, Cenâb-ı Pîr Efendimiz Hz. Burhâneddin’den müstahlef gösterilmiştir.”

Ahmed Avni (Konuk) Bey’e göre ise: “Cenâb-ı Mevlânâ Efendimiz’in pîr-i telkinleri Seyyid Burhâneddin Muhakk-ı Tirmizî hazretleri olup, Şems-i Tebrîzî Efendimiz ise ashâb-ı sohbetleridir.”

Mevlânâ’nın Seyyid Burhâneddin nezaretinde çeşitli riyâzet uygulamaları yaptığı ve bir defasında peşpeşe üç halvet çıkardığı bilinmektedir. Bu 120 gün az bir süre değildir ve çok sıkı kurallar içinde cereyan eder.

Mevlevîlilteki 1001 günlük “çile” eğitimi Mevlânâ’nın hayâtındaki bu uygulamalarla irtibatlandırılmak istenir. Mevlevî büyükleri “bin bir” sayısının Mevlânâ’nın bütün hayâtı boyunca yaptığı halvet ve îtikâfların toplamı olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Mevlânâ’nın Seyyid Burhaneddin nezaretinde uyguladığı üç halvet ile daha sonra Mevlevî âsitânelerinde yapılan 1001 günlük “çile”, benzer sonuçlara ulaştırmakla birlikte uygulamaları farklıdır.

Bin bir günlük Mevlevî çilesi çeşitli hizmetlerin yerine getirilmesiyle yapılır. Süre uzun olmakla birlikte, geleneksel tâbiri ile şahsen îfâ edilen hıdemât-ı şâkkadan (çok zor hizmetlerden) değildir. Yani kapalı bir hücreye çekilerek âzamî perhizle birlikte, ibâdet ve tefekkürle icrâ edilmez. Müddet uzundur, fakat gündelik hayat tabiî şartları ve düzeni içinde çeşitli hizmetlerin îfâsı ve eğitimle devam eder.

1001 günlük çile ve hücrenişîn olarak Mevlevî dedesi olmak usulleri, Mevleviliğin bir tarikat olarak teşkilatlanmasından sonra teessüs etmiştir. Tam zamanını ve kimler tarafından şekillendirildiğini belirleyemedim. Malumatı olanlar varsa ve bilgi lütfederlerse minnettar kalırım.

Mevlânâ’nın peşpeşe çıkardığı üç halvet ise geleneksel çile uygulaması şeklinde yapılmış olmalıdır. Bu da tenhâ veya özel yapılmış bir mekâna çekilip kırk gün kırk gece, sıkı bir perhiz ve nefis mücâdelesi döneminden geçerek yapılırdı. Oğlu Sultan Veled’in 20 yaşında çıkardığı halvet de bu mâhiyettedir.

Seyyid Burhâneddin dirayetli bir mürşid idi. Mevlânâ Celaleddin, onun rehberliğinde, nefis mücâdelesi ve rûhî-mânevî olgunlaşmanın önemli bir merhalesini başarıyla aşmıştır. İlmî birikimi yanında bilhassa öğrendiklerini usulünce uygulaması sonucu, ilâhî mevhibeye kavuşmuştur. Ulaştığı mânevî seviyenin tezâhürleri ve meyveleri ise bir sonraki safhada, Şems’le olan berâberliklerinden sonra ortaya çıkacaktır.

Ruhları şâd, himmetleri hazır olsun.

* Bu tebliğ Uluslararası Seyyid Burhaneddin Tirmizî Sempozyumunda sunulmuştur.

* Bu tebliğ Uluslararası Seyyid Burhaneddin Tirmizî Sempozyumunda sunulmuştur. ile ilgili görsel sonucu

* Bu tebliğ Uluslararası Seyyid Burhaneddin Tirmizî Sempozyumunda sunulmuştur. ile ilgili görsel sonucu

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR