KEMAHLI İBRAHİM HAKKI EFENDİ’NİN DÎVÂN – Selami ŞİMŞEK

A+
A-

ERZİNCAN MEVLEVÎHÂNESİ SON POSTNİŞÎNİ KEMAHLI İBRAHİM HAKKI EFENDİ”NİN DÎVÂN”INDA MEVLÂN VE MEVLEVÎLİKLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

Selami ŞİMŞEK*

Özet

Erzincan Mevlevîhânesi Son Postnişîni Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi”nin Dîvân”ında Mevlânâ Ve Mevlevîlikle İlgili Düşünceleri

İbrahim Hakkı Efendi, Erzincan”ın Kemah ilçesine bağlı Müşekrek Köyü”nde 1850 yılında doğmuştur. Şam, Mısır ve Hicaz taraflarında bulunup bir süre de Konya’da ikamet etmiştir. Konya’da iken Mev-levîliğe intisap etmiş ve Erzincan”a gelip buradaki Mevlevîhâne”yi onararak postnişîn olmuştur. 1924’te Erzincan’da vefat eden Hakkı Efendi”nin Dîvân başta olmak üzere, Şemsü’l-irşâd li-Sultân Reşâd, Miftâhu”l-ma”ârif, Tuhfetü”r-reşâd fî fezâili”l-cihâd, Pend-i Pesendîde der-Fezâil-i Rûze adlı eserleri vardır. Dîvân”ında Mevlânâ, Mesnevî, Mevlânâ Dergâhı, Ney, Mevlevî Külâhı, Mevlevîler ve Mevlevî Sâlikleri gibi konulara yer vermiştir.

Anahtar kelimeler: Erzincan Mevlevîhânesi, Kemahlı İbrahim Hakkı, Mevlânâ ve Mevlevîlik.

Abstract

Thoughts that are wıth Mevlana And Mevlevı of İbrahim Hakkı Gentleman from Kemah who is Last Sheikh of Erzincan Mevlevihane in His Divan

İbrahim Hakkı Gentleman was born in Müşekrek Village that depended on Kemah town of Erzincan in 1850. He was existed to the environment of Damascus, Egypt and, Hejaz, stayed Konya one period. While he was existed in Konya, adherenced Mevlevi and came to Erzincan, he was sheikh to the Mevlevihane which repaired by him in this place. İbrahim Hakkı Gentleman who died in 1924 in Erzincan, has a lot of works: Divan, Şemsü’l-İrşad li-Sultan Reşad, Miftahu”l-Ma”arif, Tuhfetü”r-Reşad fî Fezaili”l-Cihad, Pend-i Pesendîde der Fezail-i Ruze. He touched on Mevlana, Mesnevi, Mev-lana Dervish Lodge, Ney, Mevlevi Dervish”s Conoidal felt Hat, Mevlevi and Mevlevi Devotee etc.

Key words: Erzincan Mevlevihane, İbrahim Hakkı from Kemah, Mevlana and Mevlevi.

Giriş

Konya dışında, Anadolu”da tesis edilen dört-beş Mevlevî tekkesinden birinin de Erzincan”da kurulduğunu biliyoruz. Tarihî hâdiseler, Erzincan”ın Mevlevîlikle olan ilişkilerinden başka, bizzat Mevlânâ soyundan kimselerin burada ikâmet ettiğini göstermektedir. Nitekim Belh’ten efrâdıyla birlikte göçeden Mevlânâ”nın babası Bahâeddin Veled, Kâbe”yi ziyâret ettikten sonra Anadolu’ya girmiş, oradan Malatya yoluyla Erzincan’a gelmiştir.1

Yakın asırlara kadar Mevlevîliğin Erzincan”da faaliyette bulunduğu tespit edilebilmektedir. Nitekim XVII. asırda Erzincan’ı gezen Evliyâ Çelebi, meşhûr Seyahatnâmesi”nde şunları yazmaktadır: Erzincan’da, yedi kadar derviş tekkesi vardır. En meşhurları Hazret-i Mevlânâ Tekkesi olup, içinde her gece Mevlevî âyini olur. Mevlânâ evlâdından Çelebi Efendi dahi tekke sahasında gömülüdür. Erzincan Mevlevî tekkesinin şeyhlerinden bir kısmı Çelebi diye anılır. Vakıfları sağlamdır. Kütüphanesinde Mevlânâ”nın el yazması ile bir Kur”ân-ı Kerim, bir de Mesnevî-i Şerîf vardır‛. Ancak burada hemen şunu ifade edelim ki, Evliyâ Çelebi’nin bahsettiği Çelebi Efendi”nin, Halilullah mı, onun oğlu İsâ mı, yoksa Sultan Veled oğlu Abdulvâcid soyundan Çelebi Abdullatif mi, belli değildir.2

Erzincan’lı ilk Mevlevîlerin bir kısmı bizzat Mevlânâ zamanında yaşamış ve onunla münasebet kurmuş kimselerdir. Erzincan”da ilk Mevlevî tekkesini kuran Hüsâmeddin Hüseyin Erzincanî, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in halîfesi”dir.3 Şehirde Hüsâmeddin Hüseyin Erzincanî”den başka faaliyetlerine rastlanan Mevlevîler ise şu zâtlardır: Celâleddin Muhammed Müneccim, Satı Beyoğlu Müstencid, Mevlânâ İzzeddin Erzincanî, Tabip Alâeddin Erzincanî, Nizâmeddin Erzincanî, Halilullah Çelebi, İsâ Çelebi, Çelebi Abdullatîf.4 Bu bilgilerden anlaşılıyor ki, Mevlevîlik Erzincan”da, bilhassa XIII. ve XV. asırlarda yoğun faaliyet göstermiştir. Tarîkat, XX. asrın başlarına kadar Erzincan”da bir kol olarak gelmiş ve bu zamandan sonra hiçbir faaliyeti olmamıştır. Bilinen Erzincanlı son Mevlevî şeyhi Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi”dir.5

İbrahim Hakkı Efendi”nin hayatı ve eserleri konusunda şimdiye kadar bir telif kitap,6 bir makale7 ve bir de ansiklopedi maddesi8 yayımlanmıştır. Dolayısıyla burada hayatı ve eserleri hakkında uzun uzadıya bilgi vermek istemiyoruz. Ancak onun Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili düşüncelerini daha iyi bir şekilde tahlil etmek, değerlendirmek amacıyla hayatı ve eserleri hakkında kısaca bilgi vermeyi faydalı buluyoruz.

1. Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi”nin Hayatı ve Eserleri

İbrahim Hakkı Efendi, 1266/1850 yılında Kemah”ın Müşekrek Köyü”nde9 dünyaya gelmiştir. Hayatı hakkındaki bilgilerin bir kısmı Dîvân”ının sonunda yer alan hal tercümesiyle,10 Şemsü”l-irşâd adlı eserinde verdiği bilgilere dayanmaktadır.11 Künyesindeki ‚Arabî‛ nisbesinden Arap asıllı olduğu anlaşılan İbrahim Hakkı öğrenimine Hacı Feyzullah Efendi adlı bir hocanın yanında başlamıştır. Hocasının Erzincan’a yerleşmesi üzerine kendisi de oraya gitmiş, bir süre onun derslerine, ardından İstanbul’dan icâzet alarak dönen hocasının oğlu Mustafa Zühdî Efendi’nin derslerine devam ederek icâzet almıştır. Kitap yazacak seviyede Arapça ve Farsça öğrenen İbrahim Hakkı, hâl tercümesinde ilk olarak Ramazan 1299/Temmuz-Ağustos 1882 tarihinde İzmir’den hareketle hacca gittiği, menâsik-i hacca dâir verdiği bilgilerin Mekke ulemâsını hayretler içinde bıraktığı belirtilmekte, ancak Erzincan”dan ne zaman ve niçin ayrıldığı, İzmir”de ne ile meşgul olduğu hususunda bilgi verilmemektedir. Daha sonraki yıllarda birçok defa hacca giden İbrahim Hakkı Efendi bu yolculukları sırasında Şam ve Mısır ulemâsından ilim tahsil ederek tefsir, hadis ve tasavvuf alanlarında kendini yetiştirmiştir. Erzincan”da da ikâmet etmekle birlikte vaaz etmesi için Ramazan aylarında İzmir, Bursa, Sivas ve Trabzon gibi şehirlere dâvet edilmiştir.12

1314/1896 senesninde Konya”yı ziyâretinde kendisine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî tarafından manen sikke ve hil”at giydirildiği,13 bu hâdiseden altı yıl sonra 120 seneden beri terkedilmiş vaziyette bulunan Erzincan Mevlevîhânesi”ni tamir ve ihyâ etmeye giriştiği, yanına bir de yedi odalı “Dârü”l-Mesnevî” yaptırdığı ve dergâhın şeyhliğine tayin edilerek irşâd faaliyetine başladığı kaydedilmekteyse de bir Mevlevî şeyhine intisap edip seyr ü sülûkunu tamamladığına dair bilgi bulunmamaktadır.14

Erzincan ve yöresi ile ilgili yaptığı kıymetli araştırmalarla tanınan Tahir Erdoğan Şahin, İbrahim Hakkı Efendi”nin, Erzincan Mevlevîhânesi”nin son postnişînlerinden olduğunu kaydetmektedir.15 Özellikle son bir-iki asırdır o bölgede önemi gittikçe kaybolan Mevlevîlik, İbrahim Hakkı ile yeniden canlanmış ve hayatiyet kazanmıştır.16

İbrahim Hakkı, II. Meşrûtiyet”in ilanının ardından Erzincan Mevlevîhânesi’nin vakıflara dair işlerini takip etmek için 1328/1910 yılında İstanbul’a gitmiştir. Aynı yılın Eylül ayında bir Cuma günü namazdan sonra devrin pâdişahı Mehmed Reşâd ve Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi, devlet ricâli ve ulemânın huzurunda Beşiktaş Sinan Paşa Câmii”nde Mesnevî’nin bir beytini şerhetmiştir. 1329/1911 senesinin ilk günlerinde yayımladığı Şemsü”l-irşâd li-Sultân Reşâd adlı risâlesi Meşrûtiyet idâresi aleyhinde ifadeler içerdiği gerekçesiyle toplatılmış ve İbrahim Hakkı”nın 5 Rebiü”l-âhir 1329/5 Nisan 1911″de Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından müebbeden Kemah”a sürgün edilmesine karar verilmiştir. Harbiye Nezâreti mahkeme kararını Dâhiliye Nezâreti’ne göndererek gereğinin yapılmasını istemiştir. Ayrıca Emniyyet-i Umûmiyye Müdüriyeti ile merkez kumandanlığına durum bildirilmiştir17. Kemahlı”nın Şemsü’I-irşâd’daki ifadelerinden18 on beş yıl önce de İstanbul’a gittiği ve yine Sinan Paşa Camii’ndeki bir vaazından dolayı Erzincan’a sürgün edildiği anlaşılmaktadır.19

Kemah’a gittikten bir ay sonra kaymakamlığa bir dilekçe veren İbrahim Hakkı bazı işlerini takip etmek üzere Erzincan’a gitmek için izin istemiş ve bu isteği olumlu karşılayan Kemah kaymakamının konuyla ilgili yazısını Erzincan mutasarrıfı Erzurum valiliğine göndermiştir. Ancak vali isteği uygun bulmadığı gibi şeyhin Kemah”ta kalmasının doğru olmadığını, Mevlevî Dergâhı postnişînliği sırasında birçok kişiyle dostluk kurmuş olması yüzünden Erzincan”a gelmesinin de sakıncalı bulunduğunu, başka bir vilâyete sürgün edilmesinin gerektiğini Dâhiliye Nezâreti”ne bildirmiştir (Cemaziye”l-âhir 1329/Haziran 1911). Ancak İbrahim Hakkı, bu olaydan kısa bir süre sonra kefâletle Erzincan”a gelmesine izin verilmesini, artık postnişîn olmadığı için geçimini temin etmek zorunda olduğunu, eğer kalebent ise ailesinin geçimini hükümetin sağlaması gerektiğini ifade eden bir dilekçe daha vermiştir. Vali bu dilekçeyi de reddederek durumu Dâhiliye Nezareti’ne arzetmiştir. Valinin bu tavrına karşılık âlim, şeyh ve tüccarlardan oluşan bir grup İbrahim Hakkı”nın Meşrûtiyet aleyhtarı olmasının söz konusu olmadığını, Erzincan halkı adına affedilmesi konusunda yardımda bulunulmasının istirham olunduğunu belirten bir dilekçeyi sadarete göndermişe de bir cevap alamamıştır. Bunun üzerine 22 Temmuz”da Dâhiliye Nezâreti’ne, bir sûreti de meşîhat makâmına gönderilen bir telgraf daha çekilerek aynı istekler bu defa “ıyd-ı millî” (23 Temmuz Bayramı) adına ve Erzincan”da kimsesiz çocukların dilinden tekrarlanmıştır. İbrahim Hakkı, Erzincan halkının bu girişimleri sonucunda bir süre sonra affedilerek Erzincan’a dönmüştür. I. Dünya Savaşı sırasında cihâd-ı mukaddes ilanının (14 Kasım 1914) ardından cihad dâvetine katılarak 10 Muharrem 1329/11 Ocak 1915″te Kanal Seferi”ne iştirak etmek üzere Mevlevîhâne’den Mevlevî gönüllüleriyle birlikte hareket etmiştir. Onun başkanlığında Arapgir, Malatya, Antep, Kilis ve Halep’ten geçerek Rebiü’l-evvel 1333/1915 Şubatı’nda Şam’a ulaşan Mevlevî gönüllülerinin bu sefer sırasındaki faaliyetleri ve sefer dönüşü muhtemelen Erzincan’a gelen İbrahim Hakkı Efendi20 Millî Mücadele esnasında da aynı tavrı göstermiş, İstiklâl Savaşı’nın ilanı ile harekete geçerek en ön safta bulunmuştur21. Kurtuluş Savaşımızın “sarıklı mücahitleri” arasında yer alan ve altmış yaşında olmasına aldırmadan özellikle Erzurum ve Erzincan bölgelerinde Kuvây-ı Millîye’yi desteklemiş, düşmanın buralardan atılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Erzurumlu Kadı Raif Efendi ile birlikte Doğu Anadolu bölgesinin düşmandan temizlenmesinde el ele beraber çalışmış ve böylece büyük bir tehlike daha bertaraf edilmiştir22.

Bu arada şunu belirtelim ki, Erzincan’ın son dergâhı olarak tarihe geçen ve tapusu İbrahim Hakkı Efendi”nin üzerine olan Mevlevîhâne, I. Dünya Savaşı’nda, Doğu cephesi Erzincan bölgesinde, Rus birliklerinin çok ciddî saldırılarına maruz kalmış, yığınla kitap ve doküman bu saldırılarda zayi olmuş ve savaş yıllarında cephanelik olarak kullanılmıştır. İbrahim Hakkı Efendi’nin bu dergâhı, tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra ise ne yazık ki, Orman Bakanlığı tarafından el konulmak suretiyle alınmış ve tekkenin bulunduğu kısım kavaklık alanına çevrilmiştir.23

15 Rebiu’l-evvel 1343/14 Ekim 1924 tarihinde Erzincan’da bekâ yurduna göç eden İbrahim Hakkı’nın kabri Terzibaba Mezarlığı’ndadır. Ölümünden önce idam talebiyle mahkemeye verildiği, rüyasında Hz. Peygamber’i görerek hazırladığı savunmasını okumaktan vazgeçtiğini çevresindekilere söylediği ve ertesi gün vefât ettiği, ölümünden emin olunmak için mezarının açılıp kontrol edildiği rivâyet edilmektedir.24 1926’da İstiklal mahkemeleri tarafından hayatında ele geçirilemediği için cesedinin mezarından çıkarılıp asıldığına dair görüşlerin25 gerçekle bağdaşmadığı belirtilmektedir.26 Arapça, Farsça ve Osmanlıca’ya vâkıf olan İbrahim Hakkı Efendi’nin Dîvân başta olmak üzere, Şemsü’l-irşâd li-Sultân Reşâd, Miftâhu”l-ma”ârif, Tuhfetü”r-reşâd fî Fezâili”l-Cihâd ve Pend-i Pesendîde der-Fezâil-i Rûze adlı eserleri vardır.

a. Dîvân. Dîvân-ı Ebu”l-Kemâl Kemâhî olarak da bilinen eser, İstanbul’da 1324/1120627 (84 s.) yılında basılmıştır. Biri Arapça, ikisi Farsça seksen sekiz şiirden oluşan eserin önemli bir bölümü na’tlardan meydana gelmektedir. Şâirin alfabe sırasına göre her harf için bir na’t yazması dikkat çekmektedir. Bu Dîvân hakkında Halep ulemâsından Hoca İsmet Efendi şu beyti söylemiştir: “Yâdigâr-ı pâyidâr şüd İbn-i küttâb-ı Ebu”l-Kemâl/Bî-nazîreş bî-hazaneş çün bihişt-i lâ-yezâl”.28

b. Şemsü’l-irşâd li-Sultân Reşâd. İstanbul”da 1329/1911 (32 s.) yılında basılan eser, Sultân Mehmed Reşâd’a hitaben yazılmış nasihatnâme türünde bir risâledir. Müellif eserinde dinî hükümlere uymanın ve âdil olmanın önemini vurguladıktan sonra bir hadîse dayanarak Müslümânların yedi dönem geçireceklerini, Sultân Mehmed Reşâd devrinde dördüncü dönem olan zorbalık devrinin başladığını ifade etmektedir. Tasavvufî ve siyasî anlamda halîfe ve hilâfet kavramları üzerinde durmuş, ayrıca siyasî, içtimaî ve hukukî konularda tavsiyelerde bulunmuştur. Müellifin daha önce Sırât-ı Müstakîm’de yayımlanan mektubunda da bu konuya temas ettiği görülmektedir. Risâlenin ikinci basımının (İstanbul 1339/1920) etkisi konusunda bilgi bulunmamaktadır.29

c. Miftâhu”l-ma”ârif. İbrahim Hakkı Efendi”nin Erzincan’da Mevlevî Dergâhı postnişîni olduğu 11202 yılında Arapça olarak kaleme aldığı eser, 1326/11208 (58 s.) yılında İstanbul’da basılmıştır. Eserde nefis, Allah, dünya ve âhiret konularını dinî ve tasavvufî açılardan ele alarak incelenmiş, şerîatın bir ağaç, tarîkatın onun dalları, ma’rifetin onun yaprakları, hakîkatın da meyveleri olduğu ifade edilerek tasavvuftaki “şerîat-tarîkat-hakîkat” üçlüsü Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden uzun misallerle ortaya konulmuştur. Müellif burada Seyfü’s-Sâlikîn30 ve Makâlîdü’l-Akâid31 adlı iki eserini de zikreder.

d. Tuhfetü’r-reşâd fî fezâili’l-cihâd. Kanal seferi sırasındaki yolculuğunu anlattığı on bir sayfalık risâledir. “Cennetü’l-Mücâhidîn” adlı Arapça ve Türkçe iki kısımdan ibâret eserin üzerinde basım tarihi ve yeri bulunmamakta, hurufat şeklinde Şam’da veya Halep’te basılmış olabileceği tahmin edilmektedir.32

e. Pend-i Pesendîde der-Fezâil-i Rûze. Oruçla ilgili öğütleri içeren Farsça manzûm bir eser olup, İstanbul’da Karabet Matbaası’nda 1326/1928 (36 s.) yılında basılmıştır.

2. Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi’nin Dîvân’ında Mevlânâ ve Mevlevîlikle İlgili Düşünceleri

İbrahim Hakkı Efendi’nin Dîvân’ında gerek Mevlânâ, gerekse Mevlevîlîk kültürüne oldukça geniş yer verdiğini müşâhede etmekteyiz. Ancak biz burada onun üzerinde önemle durduğu bazı düşüncelerine yer vereceğiz.

2.1. Mevlânâ’ya Mânen İntisâbı

Nakledildiğine göre, İbrahim Hakkı Efendi 1313/1895 senesinde Konya’yı ziyâreti esnasında bir rüya görür. Bu rüyada Mevlevî sikkesi ve elbisesi, Mevlânâ tarafından kendisine bizzat giydirilir. Bu tarihten altı sene sonra, o rüya (rüyâ-yı sâdıka) zuhur eder. Mevlevî şeyhi olarak cübbe giyer ve daha sonra 120 sene önce harab olan Mevlevî dergâhının imarına koyulur. İbrahim Hakkı, bu duruma işâretle Dîvân”ında şunları söyler:

Berây-ı intisâb-ı şâh-ı vâlâ

Der-i bâlâya geldim deme lâ-lâ

(Yüce şâhım, intisâb etmek için yüksek kapına geldim, hayır deme!)

Cenâbından meded cûyum dilârâ

Bütün pîr u pîrânsın fahl u dânâ

(Ey gönül alan, hazretinden yardım istiyorum, âlim, bilgin herkesin pîri sensin.)

Mecâzî aşk yürütdü belde belde

Nefes çekdi dü-çeşm u câna yerde

(Bu aşk şehir şehir dolaştırdı, iki göz ve can yerde sürünüp iç çekti.)

Amân kaldım bîçâre ara yerde

Meded koyma delîl ol gaflet elde

(Ara yerde çâresiz kaldım, yetiş, bırakma delil ol gaflet yurdunda.)

Bi-şân-ı Şems-i Tebrîzî âgâh

Kabûl et bende-i şermende-i şâh

(Şansız Şems-i Tebrîzî uyanık, şâhın utangaç kölesini kabul et.)

Degil mi gülşen-i „uşşâk bu dergâh

Bu murg-ı cân kanadsız düştü nâgâh

(Bu dergâh, âşıkların gülbahçesi değil mi, ansızın can kuşu kanatsız düştü.)

Amân rahm eyle ey nahl u nihâlim

Görenler hayrâna daldı bu hâlim

(Aman efendim, sevgilim, fidan boylum bana acı, bu hâlimi görenler hayrete daldı)

Daha yalvarmaya yokdur mecâlim

Sezâ kıl Hakkî’yi Hakk’a a cânım

(Daha yalvarmaya gücüm kalmadı, a canım bu Hakkı’yı Hakk’a yaraşır kıl.)

Kemâhî Bu’l-kemâl kim ki Kemâhî

Şehim vasf eylesün sen âlî-câhı

(Ey şahım, bu Kemahlı Ebu’l-Kemâl kim ki, senin gibi yüce yol sahibini övsün.)

Merâmî medhile giysün külâhı

Ki „afv ola anın cümle günâhı33

(Maksadı övgüyle külâh giymektir ki, bütün günahları affola.)

2.2. Mevlânâ”ya Methiyeleri

İbrahim Hakkı Efendi, Dîvân”ının pek çok yerinde mânen feyz aldığı pîri Mevlânâ”ya övgülerde bulunmaktadır.34 Ona göre Mevlânâ, Anadolu”nun Mol-la”sı, eşyânın sırlarının keşfedicisi, bütün ilimlerin bilgini, âriflerin şâhı, âşıkla-rın pâdişahıdır. Soyu Hz. Ebubekir”e dayanır. Bâde içmeden sarhoş olur, bir incidir. Nisbeti Hz. Ali”yedir. Elbisesi çok acayip, himmeti büyüktür. Yüce bir yola sahiptir. İnsanlara Hak”tan bir rahmettir:

Şüphesiz Monlâ-yı Rûm’dur şeyh-i ni„me’l-„ârifûn

Kâşif-i esrâr-ı eşyâ „ârif-i külle’l-fünûn35

     ***

Sensin „âriflerin şâhı

Yâ Hazret-i Mevlânâ

Âşıkların pâdişâhı

Yâ Hazret-i Mevlânâ

Sen bir Sıddık-zâdesin

Hem mest-i bî-bâdesin

Deryâ-yı dürdânesin

Yâ Hazret-i Mevlânâ

Murtazâ’dan nisbetin

Çok acâib kisvetin

Pek büyüktür himmetin

Yâ Hazret-i Mevlânâ

Sen bir câh-ı rif’atsin

Halka Hak’tan rahmetsin

Bir pîr-i pür himmetsin

Yâ Hazret-i Mevlânâ36

2.3. Mevlânâ Dergâhı

Bilindiği üzere Mevlânâ Dergâhı, Konya şehir merkezinde Karatay ilçesinde Sultan Selim Câmii”nin doğusunda yer alan tekkedir. Burada geniş bir bahçe duvarı içerisindeki yapıların çekirdeğini Mevlânâ”nın türbesi oluşturmakta; semâhâne, mescid, matbah-ı şerif, meydân-ı şerif, derviş hücreleri, avlu ve hazîredeki binalar büyük bir külliye meydana getirmektedir.37 İbrahim Hakkı Efendi”nin gözüyle Mevlânâ Dergâhı şu şekildedir:

Meşârîk-i şumûs-ı mürşidân dergâh-ı Mevlânâ

Mutâf-ı âşıkân u sâdıkân dergâh-ı Mevlânâ

(Mevlânâ Dergâhı, mürşidlerin güneşlerinin doğduğu, âşık ve sâdıkların etrafında döndüğü yerdir.)

Semâvât ehlini ihrâk iden gülbang-ı tevhîdi

Mürîde pür-penâh feyz-i iktinâh dergâh-ı Mevlânâ

(Mevlânâ Dergâhı, tevhîd gülbankı ile gök ehlini yakar, müride büsbütün sığınma yeri, künhü anlaşılan feyz kapısıdır.)

Turâb-ı türbesidir tûtiyâ-yı dîde-i âlem

Şebîh-i ravza-i Fahr-i Cihân dergâh-ı Mevlânâ

(Türbesinin toprağı, âlemin gözünün sürmesidir; Hz. Peygamber’in ravzasına benzemektedir.)

Medâr-ı iftihârım intihâb-ı cümle pîrândır

Kitâb-ı Mesnevîyle âyîn dergâh-ı Mevlânâ

(Mevlânâ Dergâhı’nda Mesnevî ile yapılan âyin, övünme sebebim, bütün pîrlerin gözdesidir.)

Sararup solmasun müznib-i mürîdi dâr-ı dünyâda

Melâz u melce’ vü dâru’l-emân dergâh-ı Mevlânâ

(Bu dünyada günahkâr müridi sararıp solmasın; zira emniyet ve sığınma yurdu olan Mevlânâ Dergâhı vardır.)

Ne mümkün hânigâhın hâme-i Hakkî beyân itsün

Denilmiş ka„be-i kerrûbiyân dergâh-ı Mevlânâ38

(Hakkî’nin kalemi, bu hânkâhı ne mümkün açıklasın; zira ona Allah’a en yakın olan meleklerin kâbesi denilmiştir.)

2.4. Mesnevî

Bilindiği gibi Mevlânâ”nın en meşhur eseri Mesnevî”dir. 25000″i aşkın beyitten oluşan bu eserde, İslâm düşüncesi çeşitli hikâye ve atasözleriyle anlatılmakta, yer yer âyet ve hadislere de başvurulmaktadır. Aruzun, “Fâilatün/Fâilatün/Fâilün” kalıbıyla yazılmış olan eserin beyitleri kendi aralarında kâfiyelidir. Mesnevî”nin ilk on sekiz beyti bizzat Mevlânâ”nın kendisi tarafından kaleme alınmış, gerisi ise Hüsâmeddin Çelebi tarafından yazılmıştır.39

İbrahim Hakkı Efendi”ye göre Mesnevî, Fâtihâ”nın büyük incisidir; denizi isteyenlere servet gösterir. “Bişnev (Dinle)”nin bâ”sı her kitâbını hükmünü içerir, hikmet sırlarını hâvidir. Muhabbet boyunduruklarının ateşidir. Firak ehline kılavuzdur. Can bahşeden nazmı ile ölü gönüller zevk bulmuştur; hayat suyunun kaynağı, kurtuluş denizidir. Dicle, Nil, Fırat, okyanuslar mürekkep olsa, onun sırlarını açıklayıp yazamaz:

Dürre-i seb„u’l-mesânî’dir kitâb-ı Mesnevî

Sâilân-ı sâhile servet-nümâdır kitâb-ı Mesnevî

Bâ-ı bişnev müştemildir her kitâbın hükmüni

Hâvi-i esrâr-ı hikmetdir kitâb-ı Mesnevî

Nâle-i ney olmada dâğ-ı derûn-ı „âşıkân

Nâr-ı enyâr-ı muhabbetdir kitâb-ı Mesnevî

Nağme-i nâyı lisân-ı hâliyle vâ hasretâ

Söyleyüb ehl-i firâka rehnümâdır Mesnevî

Nazm-ı cân-bahşiyle buldı mürde diller zevkini

Menba„-ı âb-ı hayât yemm-i necâtdır Mesnevî

Dicle vü Nil ü Fırât u Bahr-ı muhît olsa midâd

Yazamaz i„şâr-ı esrâr-ı kitâb-ı Mesnevî

Bu Kemâhî Bu’l-Kemâl kim ki Kemâhî iktinâh

Eylesün şâh-ı rüsul dürr-i senâ-yı Mesnevî40

2.5. Nây

Nây, Farsça bir kelime olup, kamış anlamına gelir. Genellikle “Nây” yerine hafifletilmiş şekli olan “Ney” kullanılır. Ney, kamıştan yapılmış, üflenerek çalınan bir mûsikî âletidir. Tasavvufî bir terim olarak ise, mürşid-i kâmil, sevgili-den haber, sevgilinin sunduğu kadeh vs. gibi mânâları ifade etmektedir.41 İbra-him Hakkı Efendi”ye göre Nây, âşıkların kulağına ‚sûr‛un üfürülmesidir. Sadâsı, sırların sırrıdır. Nidâsı, aslan tabiatlı Hz. İsa ve İsrâfil gibi ölüleri diriltir:

Sımâh-ı âşıkânâ nefh-i sûr’dur nây-ı Mevlânâ

İşit esrâr-ı esrârdır sadâ-yı nây-ı Mevlânâ

O zât-ı şîr-sıfât İsâ vü İsrâfil hısâl olmuş

İder ihyâ-yı mevti bak nidâ-yı nây-ı Mevlânâ42

2.6. Külâh

Farsça bir kelime olup, başlık, sikke ve derviş başlığı demektir. Tepesi konik gibi sivri şeylere de, külah denildiği için, minarelerin en üst kısmına “minare külahı” denilmiştir. Mevlevîlerin giydiği sikkeye, “Külâh-ı Mevlevî” denir. Ayrıca istivâ denilen yeşil şeritten dikilmiş Mevlevî sikkesine “Külâh-ı istivâdâr” denilir. Mevlevî sikkelerinin bir çeşidine de, “Külâh-ı Seyfî” adı verilmektedir.43 İbrahim Hakkı Efendi”ye göre, Mevlevî külâhı, altın gösteren devlet kuşudur. Herkese nasip olmaz; saâdet tâcına eştir; cennetin dört ırmağından âşıkları suya kandırmak için ihsâna ulaşanların kâsesidir; irfân kuşunun yuvasıdır; velîlerin kadrinin pek yüksek olduğuna büsbütün müjdeli bir işârettir, hikmet sırlarını içerir; yüz binlerce ebrâr tahtında gizlenmiş “kubbemin altında..” olarak kabul edilir; onu samimiyetle giyen karanlık gece nedir bilmez zira o, irşâd göğünün güneşidir; peygamberlerin övünç elbisesidir, mübârek bir minaredir; hür olanların kızıl kadehidir:

Hümâ-yı zer-nümâsın çün külâh-ı Mevlevî44

* * *

Şüphesiz zıll-ı hümâdır herkese olmaz nasîb

Tev’em-i tâc-ı sa„âdetdir külâh-ı Mevlevî

Çâr cûybâr-ı cinândan „âşıkı irvâ içün

Kâse-i ihsân-resândır külâh-ı Mevlevî

Sümme evresne’l-kitâb vârisidir Monlâ-yı Rûm

Lâne-i „ankâ-yı „irfândır külâh-ı Mevlevî

Evliyâullahda kadri pek rafî„ olduğuna

Pür-beşâret bir işâretdir külâh-ı Mevlevî

Nezd-i erbâb-ı ulu’l-elbâbba ey hayru’l-hısâl

Hâvî-i esrâr-ı hikmetdir külâh-ı Mevlevî

Sad hezâr ebrâr tahtında tesettür eylemiş

Kâbil-i “tahte kubbâyî”dir külâh-ı Mevlevî

Sıdkile serpûş olan bilmez nedir leyl-i dücâ

Şems-i eflâk-ı reşâdetdir külâh-ı Mevlevî

Seng-endâz münkire seg segindirdi sezâ

Kisve-i fahr-i rüsuldur key külâh-ı Mevlevî

Câmi„u hayrü’l-cevâmi„ ka„be-i kalbe nidâ

Çün minâre-yi mübârekdir külâh-ı Mevlevî

Eyledi ilbâs Hüdâ vakte’z-ziyâret der-menâm

Hil„at-ı pür-rif„atiyle bir külâh-ı Mevlevî

Şâkirü’l-„âm hak ol Hakkıyâ ta„bîr bu

Sâgar-ı ahmâr-ı ahrârdır külâh-ı Mevlevî45

2.7. Mevlevîler

Mevlânâ”nın kutlu yoluna mensup olanlara ve bu yolda gidenlere Mevlevî adının verildiğini biliyoruz. İbrahim Hakkı Efendi”ye göre Mevlevîler, sülûk edilen yolların hayırlısının sâlikleri, marifetler mülkünün sâhibidirler. Her ilimde akranlarından üstün olup, şiirde eşleri yoktur; belâgat bağının bülbülüdürler. Aşk tahtına onlar oturmuştur. Pirleri şüphesiz mânâların denizinin gelinciğidir. İncilerin incisidirler. Mevlânâ”dan el alarak mutluluk evine kavuşurlar. Hidâyet yolunun rehberidirler:

Sâlik-i hayrü’l-mesâlikdir gürûh-ı Mevlevî

Mâlik-i mülk-i me„ârifdir gürûh-ı Mevlevî

Her fünûnda fâik-i akrân şi„irde bî-nazîr

Bülbül-i bâğ-ı belâgatdır gürûh-ı Mevlevî

Cümle erbâb-ı tarîkat mazhar-ı feyz ise de

Câlis-i evreng-i aşk olmuş gürûh-ı Mevlevî

Pîrleri nu„mân-ı„ ummân-ı me„ânî lâ-cerem

Şüphesiz dürr-i leâlîdir gürûh-ı Mevlevî

Dest-i peyvest-i Celâleddîn-i Rûmî tutarak

Vâsıl-ı evc-i sa„âdetdir gürûh-ı Mevlevî

Nesl-i Sıddîk nisbeti şâh-ı velâyet

Murtazâ Olmagile hep mubâhîdir gürûh-ı

Mevlevî Hakkıyâ hakka’l-yakîn bil mahrem-i Monla-yı Rûm

Rehber-i râh-ı hidâyetdir gürûh-ı Mevlevî46

2.8. Mevlevî Sâlikleri

Yolcu anlamına gelen sâlik kelimesi, ıstılahta menzil-i maksuda varmak azmi, hedefe ulaşmak kararı ile tasavvufu meslek edinen insanlar olarak tanımlanmıştır47. İbrahim Hakkı Efendi”ye göre, Mevlevî sâlikleri kerâmetiyle meşhûr Âsaf ibni Berhiyâ gibidirler. Onlar Hak”ta fâni olmuşlardır, dünyaya baş eğmezler. Soylarının Hz. Ebubekir”e, nisbetlerinin Hz. Ali”ye ulaşmasından iftihar duyarlar. Mevlânâ”nın ney”inden her zaman İsrâfil”in nefesini dinlerler. Ney”in sadasıyla vücut kabrinden bir kuş gibi silkinip kalkarlar. Mevlevî kelimesinin “mîm”i mestliğe “vâv”ı sersemliğe, “lâm”ı vuslata, “yâ”sı Hakk”a yakın olmaya işâret eder. Onlar yüce bir kıymete sahiptirler:

Bir Selmân-ı zamândır pîrleri Monlâ-yı Rûm

Âsaf ibni Berhiyâ’dır sâlikân-ı Mevlevî

Serfurû itmez berâ-yı cân u nân dârâya tâ

Dâhil-i dâru’l-fenâ’dır sâlikân-ı Mevlevî

Nesl-i Sıddîk nisbeti şâh-ı velâyet

Murtazâ Olmağile müftahirdir sâlikân-ı Mevlevî

Nây-ı Mevlânâ-yı dânâdan dem-i İsrâfili

İstima„ eyler dem-â-dem sâlikân-ı Mevlevî

Kabr-i kâlıbdan kıyâm eyler sadâ-yı nây ile

Sanki bir murg-ı semâdır sâlikân-ı Mevlevî

Mevlevînin mîmidir meste nişân vâvı veleh

Lâm likâ yâ’sı yakîndir sâlikân-ı Mevlevî

Gıbta-sâz olma Kemâhî bu cihân câhına sen

Nâil-i „izz-i „alâdır sâlikân-ı Mevlevî48

Sonuç

Çalışmamızda görülmüştür ki, Erzincan Mevlevîhânesi son postnişîni Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi, Dîvân”ında Mevlânâ başta olmak üzere, Mevlânâ Dergâhı, Mesnevî, ney, külâh, Mevlevîler ve Mevlevî sâlikleri gibi pek çok hususa değinmiştir. İbrahim Hakkı”ya göre Mevlânâ, Anadolu”nun Molla”sı, âriflerin şâhı, âşıkların pâdişahıdır. Soyu Hz. Ebubekir”e, nisbeti Hz. Ali”ye dayanır. İnsanlara Hak”tan bir rahmettir. Mevlânâ dergâhı, âşık ve sâdıkların etrafında döndüğü, müridlerin sığındığı bir emniyet yurdu ve Hakk”a en yakın meleklerin kâbesidir. Mesnevî, Fâtihâ”nın büyük incisi, muhabbet boyunduruklarının ateşi, firak ehlinin kılavuzu, hayat suyunun kaynağı, kurtuluşun denizidir. Dicle, Nil, Fırat, bütün okyanuslar mürekkep olsa bile onun sırlarını açıklayıp yazamaz.

Ney, âşıkların kulağına ‚sûr‛un üfürülmesi gibidir, ölüleri diriltir. Mevlevî külâhı, devlet kuşudur, herkese nasip olmaz. İrfân kuşunun yuvasıdır, hikmet sırlarını içerir. Onu samimiyetle giyen karanlık gece nedir bilmez. Peygamberlerin övünç elbisesidir.

Mevlevîler, ma”rifetler mülkünün sâhibidirler. Her ilimde akranlarından üstün olup, şiirde eşleri yoktur. Aşk tahtına onlar oturmuştur. Pirleri şüphesiz mânâların denizinin gelinciğidir. İncilerin incisidirler. Mevlânâ”nın el alarak mutluluğa ulaşmıştırlar. Hidâyet yolunun rehberidirler. Mevlevî kelimesinin “mîm”i mestliğe, “vâv”ı sersemliğe, “lâm”ı vuslata, “yâ”sı Hakk”a yakın olmaya işâret eder. Mevlevî sâlikleri ise, Mevlevî sâlikleri kerâmetiyle meşhûr Âsaf ibni Berhiyâ gibidirler. Onlar Hak”ta fâni olmuşlardır, dünyaya baş eğmezler. Soylarının Hz. Ebubekir”e, nisbetlerinin Hz. Ali”ye ulaşmasından iftihar duyarlar.

Kaynakça

Aşkun, Vehbi Cem, Terzibaba ve Erzincan Şairleri, Türk Dili Matbaası, Balıkesir 1956.

Azamat, Nihat, ‚Kemahlı İbrâhim Hakkı‛, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2002, c. XXV, s. 220-222.

Birinci, Ali, “Kemahlı Şeyh İbrahim Hakkı”nın Serencamı‛, Türk Yurdu, Ekim 1996, sayı: 110 , s. 3-7.

Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara 1997.

Ceyhan, Semih, ‚Mesnevî‛, DİA, Ankara 2004, c. XXIX, s. 325-334.

Ceylan, Hasan Hüseyin, Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri, Ankara 1991.

Eflâkî, Ahmed, Âriflerin Menkıbeleri, c. I-II, çev.: Tahsin Yazıcı, Millî Eğitim .Bakanlığı Yay., İstanbul 1989.

Ferîdûn Ahmed Sipehsâlâr, Risâle-i Sipehsâlâr (Mevlâna ve Etrafındakiler), İstanbul 1977.

Gölpınarlı, Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Atasözleri ve Deyimler, İnkılap Yay., İstanbul 2004.

İbrahim Hakkı, Kemahlı, Dîvân, İstanbul 1326.

——–, Miftâhu”l-ma”ârif, İstanbul 1326.

——–, Şemsü”l-irşâd li-Sultân Reşâd, İstanbul 1329.

Kara, İsmail, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İz Yay., İstanbul 1994.

Karpuz, Haşim, ‚Mevlânâ Külliyesi‛, DİA, Ankara 2004, c. XXIX, s. 449-452.

Köstüklü, Nuri, Vatan Savunmasında Mevlevîhaneler, Çizgi Kitabevi Yay., Konya 2005.

Mevlânâ, Fîhi Mâfih, çev.: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Millî Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 19120.

Şahin, Tahir Erdoğan, ‚Erzincan”da Mevlevilik Hareketleri‛, IX. Millî Mevlâna Kongresi (Bildiriler), Konya 1997, s. 130-131.

Şahin, Tahir Erdoğan, Erzincan Tarihi, c. I-II, Erzincan 1987.

Tuncer, Faruk, Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1999.

Tuygun, Ünal, Erzincan”ın Manevi Mimarları, Kervan Yay., Erzincan 2004.

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1995.

Uzel, Nezih, ‚Mevlevî Âyinleri‛, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1975, c. I, sayı: 3, s. 23.

Dipnotlar:

 *Dr., Öğretmen, Erzurum. e-mail: selami_simsek@mynet.com

1 Bk. Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, çev.: Tahsin Yazıcı, Millî Eğitim .Bakanlığı Yay., İstan-bul 1989, c. I, s. 21-22.

2 Tahir Erdoğan Şahin, ‚Erzincan”da Mevlevilik Hareketleri‛, IX. Millî Mevlâna Kongresi (Bildi-riler), Konya 1997, s. 130-131.

3 Geniş bilgi için bk., Mevlânâ, Fîhi Mâfih, çev.: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Millî Eğitim Bakan-lığı Yay., İstanbul, 19120, s. 222; Ferîdûn Ahmed Sipehsâlâr, Risâle-i Sipehsâlâr (Mevlâna ve Et-rafındakiler), İstanbul 1977, s. 150-151.

4 Bu zâtlar hakkında geniş bilgi için bk., Şahin, agm., s. 130-137.

5 Tahir Erdoğan Şahin, Erzincan Tarihi, Erzincan 1987, c. II, s. 275.

6 Bk., Faruk Tuncer, Kemahlı İbrahim Hakkı Efendi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1999.

7 Ali Birinci, “Kemahlı Şeyh İbrahim Hakkı”nın Serencamı‛, Türk Yurdu, Ekim 1996, sayı: 110 , s. 3-7.

8 Nihat Azamat, ‚Kemahlı İbrâhim Hakkı‛, DİA, Ankara 2002, c. XXV, ss. 220-222.

9 Müşerkek, şimdiki adıyla Parmakkaya Köyü, Kemah”ın kuzey doğusunda, Munzur dağlarının tam karşısında, dağın yamacında, Kemah”a yaklaşık 40 km. uzaklıkta şirin ve küçük bir köydür. Geniş bilgi için bk., Tuncer, age, s. 5-8.

10 Bk. Kemahlı İbrahim Hakkı, Dîvân, İstanbul 1326, s. 82-84.

11 Bk. Kemahlı İbrahim Hakkı, Şemsü”l-irşâd li-Sultân Reşâd, İstanbul 1329, s. 4-5.

12 Kemahlı İbrahim Hakkı, Dîvân, s. 78; Tuncer, age, s. 9-10; Azamat, agm, s. 221; Ünal Tuygun, Erzincan”ın Manevi Mimarları, Kervan Yay., Erzincan 2004, s. 115.

13 Nezih Uzel”in verdiği bilgiye göre ise, İbrahim Hakkı Hicaz dönüşü Konya”ya gelmiş ve burada süre içinde özellikle Mevlânâ”nın Mesnevî”sini tekrar tekrar okumuştur. Neredeyse Mesnevî”yi ezberlemiş gibidir. Kendisine tasavvuf ve tarîkat büyüklerince icâzetnâme verilmiştir. Buradan aldığı icâzetnâme ile daha sonraları Erzincan”da Mevlevîliğin temsilcisi olacaktır. Bir süre sonra kendisine ‚postnişîn‛lik ünvanı da verilmiştir. Bk., Nezih Uzel, ‚Mevlevî Âyinleri‛, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1975, c. I, sayı: 3, s. 23.

14 Vehbi Cem Aşkun, Terzibaba ve Erzincan Şairleri, Türk Dili Matbaası, Balıkesir 1956, s. 53; T. Erdoğan Şahin, age, c. II, s. 275; Azamat, agm, s. 221; Tuncer, age, s. 13-14.

15 Şahin, age, c. II, s. 276.

16 Tuncer, age, s. 14.

17 Bk., Ali Birinci, agm, s. 5.

18 Bk., İbrahim Hakkı, Şemsü’I-irşâd, s. 5.

19 Azamat, agm, aynı yer.

20 Birinci, agm, s. 5-7; Azamat, agm, s. 221; Nuri Köstüklü, Vatan Savunmasında Mevlevîhaneler, Çizgi Kitabevi Yay., Konya 2005, s. 15, 71, 89-120, 117-118.

21 İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İz Yay., İstanbul 1994, s. 172.

22 Tuncer, age, s. 34.

23 Tuncer, age, s. 15.

24 Şahin, age, c. II. S. 274-275; Tuygun, a.g.e., s. 123-124.

25 Bk., Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri, Ankara 1991, s. 31-34.

26 Birinci, agm, s. 7.

27 Elimizde mevcut olan Dîvân”ın sonunda 1326 tarihi yazılıdır.

28 Tuncer, age, s. 41.

29 Azamat, agm, s. 221.

30 Bk., İbrahim Hakkı Efendi, Miftâhu”l-ma”ârif, İstanbul 1326, s. 24.

31 Bk., İbrahim Hakkı, age, s. 35.

32 Birinci, agm, aynı yer.

33 İbrahim Hakkı, age, s. 16.

34 Meselâ bk., İbrahim Hakkı, age, s. 49, 53-54;

35 İbrahim Hakkı, age, s. 53.

36 İbrahim Hakkı, age, s. 17.

37 Geniş bilgi için bk., Haşim Karpuz, ‚Mevlânâ Külliyesi‛, DİA, Ankara 2004, c. XXIX, s. 449-452.

38 İbrahim Hakkı, age, s. 13.

39 Geniş bilgi için bk., Semih Ceyhan, ‚Mesnevî‛, DİA, Ankara 2004, c. XXIX, s. 325-334.

40 İbrahim Hakkı, age, s. 61.

41 Geniş bilgi için bk., Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Atasözleri ve Deyimler, İnkılap Yay., İstanbul 2004, s. 232-233; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1995, s. 408-409; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara 1997, s. 555-556

42 İbrahim Hakkı, age, s. 13-14.

43 Bk., Gölpınarlı, age, s. 196; Uludağ, age, s. 327; Cebecioğlu, age, s. 463;

44 İbrahim Hakkı, age, s. 35.

45 İbrahim Hakkı, age, s. 74-75.

46 İbrahim Hakkı, age,s. 83-84.

47 Uludağ, age, s. 451.

48 İbrahim Hakkı, age, s. 72-73.

Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8 [2007], sayı: 20, Mevlânâ”ya Armağan Sayısında yayınlanmıştır.