MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE HZ. MUHAMMED (s.a.v.) – Ömer OKUMUŞ

A+
A-

MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE HZ. MUHAMMED (s.a.v.)

Ömer OKUMUŞ

Mevlânâ, bütün eserlerinde, özellikle de Mesnevi’sinde, Hz. Muhammed’in çocukluk çağındaki olağanüstü hallerinden başlayarak onun hayatının muhtelif devrelerine ait örnek teşkil edecek söz ve davranışlarını en çarpıcı ve en akıcı bir üslup ile beyan etmeye çalışmıştır. Ona olan sonsuz saygı ve hürmetini her vesile ile dile getirmiş, duygularını en güzel bir tarzda ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, İslâm’ın muhtelif konulardaki görüşlerini de Kur’ân ve Hadis’ten yararlanarak eşine az rastlanan bir belâgatle açıklamıştır.

Mesnevi’sinin ilk beyitlerinden birinde Mevlânâ:

“Herkes, benim iç âlemimin sırlarını araştırmadan kendi zannınca dostum oldu (1).” demek suretiyle, kendisinin gerektiği şekilde, çevresi ve diğer insanlar tarafından anlaşılamadığından şikâyet etmektedir. Mevlânâ’nın bu şikâyeti bugün için de geçerlidir. O zaman olduğu gibi, bugün de onu yanlış anlayanlar, kendi zanlarına göre değerlendirenler mevcuttur.

Bundan dolayı, bu kısa yazımızda, şahsi görüşlerimizi bir yana bırakarak, Mevlânâ’nın bizzat kendi beyanları ile Hz. Peygamberi (sav) nasıl anlayıp anlatmaya çalıştığını, onun hikmetli sözlerinden ne derecede istifade ettiğini göstermeye gayret edeceğiz.

Mevlânâ, bütün eserlerinde, özellikle de Mesnevi’sinde, Hz. Muhammed’in çocukluk çağındaki olağanüstü hallerinden başlayarak onun hayatının muhtelif devrelerine ait örnek teşkil edecek söz Ve davranışlarını en çarpıcı ve en akıcı bir üslup ile beyan etmeye çalışmıştır. Ona olan sonsuz saygı ve hürmetini her vesile ile dile getirmiş, duygularını en güzel bir tarzda ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, İslâm’ın muhtelif konulardaki görüşlerini de Kur’ân ve Hadis’ten yararlanarak eşine az rastlanan bir belâgatle açıklamıştır.

Mevlânâ, Hz. Muhammed’in dünyaya gelişinden itibaren, gerek onun şahsı, gerekse çevresi ile ilgili meydana gelen olağanüstü olayları, onun nübüvvetine delil olarak zikretmiştir.

Mesnevi’de oldukça uzun anlatılan bir kıssanın özeti şöyledir:

“Süt annesi Halime, Hz. Muhammed’i sütten kesince, o mübarek emaneti dedesine teslim etmek üzere Mekke’ye gelir ve Kâbe’nin içine girer. Bu sırada, gaipten Halime’nin kulağına şu meâlde sesler gelir: “Ey Kâbe! Sana pek büyük bir güneş doğdu. Bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi. Şüphesiz yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın.” Bu duruma şaşıran Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Muhammed Mustafa’yı yere bıraktı. Her tarafa göz gezdirdi, sağa sola gitti, kimseyi göremedi. Tekrar çocuğu bıraktığı yere dönünce, bir de ne baksın, M. Mustafa koyduğu yerde yok! Aramaya koyuldu. Fakat bir türlü bulamadı, üzüntü içinde her tarafa sorup araştırdı. Bir ihtiyar, yardım istemek üzere Halime’yi putlara götürdü. Muhammed’in adı anılınca, putlar yere kapanıp secde ettiler. İhtiyar bu durumu görünce Halime’ye “üzülme o kaybolmaz, yüz binlerce gözcü onu korur.” dedi. Torununun kaybolduğunu duyan Abdülmuttalib de Allah’a yalvardı. “Şimdi sana yüz gösterecek, filan vadide falan ağacın altında oturuyor.” diye ses geldi. Tarif edilen yerde torununu buldu (2).”

Mevlânâ, Peygamberimizin yüce vasıflarının Kur’ân-ı Kerim’den evvelki kitaplarda da geçmesine işaretle şöyle der:

“İncil’de Hz. Mustafa’nın, o peygamberler kafilesinin baştacının, o safa denizinin adı vardı.”

Yine devamla “Sıfatları, şekli, savaşı, orucu ve yemesi anlatılmıştı.” diye ilâve eder. Mevlânâ’ya göre, Hıristiyanlar onun, ismini anarak yardım isterlerdi:

“Hz. Ahmed’in ismi böyle yardım ederse, acaba nuru nasıl korur ve imdada yetişir. Ahmed adı, sağlam bir kale olunca, o emin rûhun zâtı ne olur? Düşünün (3). Mevlânâ’nın Divân-ı Kebir’inde Peygamberimizi övdüğü beyitlerden bazılarını zikredelim:

“Hz. Ahmed’in nuru, cihanda dinsiz ve yahudi bırakmasın! Onun saadet gölgesi, herkese parlasın!

Sapıkları, eğri yoldan doğruya iletsin! Mustafa ebediyete kadar Hak yolunun rehberi olsun (4).”

“Muhammed Mustafa’nın hatırasının bunca seneler geçmesine rağmen sapasağlam nasıl devam ettiğine bak(5)!”

“Ruh müjdeyi işitince, canın perdesi açıldı, Hz. Ahmed’in sancağı yetişince, küfür zâr zâr inledi (6). “

“Mutluluk rüzgârı Hz. Muhammed’in kahramanlıkla ortaya çıkışı haberini getirince, asilik hezimete uğradı (7).”

“Her kimin canı, heveslerden arınmışsa, o derhal Allah kapısını, Hak dergâhını görür. Hz. Muhammed, bu ateş ve dumandan pak olduğundan her nereye yüz çevirdiyse orada Allah’ın cemalini gördü (8). ”
Peygamberimize risalet vazifesinin verilmesine dâir âyeti Mevlânâ şu beyitlerle açıklar:

“Ey örtüye bürünen, kalk etrafını aydınlat, çünkü sende vahiy mumunun nurları vardır.

Senin nurun olmadıkça aydın gün bile gecedir.

Ey Mustafa! Bu nur denizinde kaptanlık et… Zira sen, ikinci Nuh’sun!

Akıllara bir yol gösterici lâzım… Hele yol, deniz yolu olursa! Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin. Güneşe benziyorsun. Sen doğru yolu gösterensin… Ahir zamanın yasına neşesin! Sen vaktin Hızır’ısın, herkesin imdadına yetişen sensin. Ey takva sahiplerinin İmamı, bütün insanları hidayete çağır (9).

Hz. Peygamberin Cebrâil ile konuşması ve Mi’râca çıkmasını Mevlânâ şöyle anlatır:

“Hz. Mustafa Cebrâil’e “Ey dost, suretin nasılsa, o şekilde bana görün de, seni göreyim, sana bakayım” deyince Cebrâil, ona “takatin yoktur, göremezsin… duygu zayıftır, sana zor gelir” dedi. Peygamber ısrar edince Cebrâil göründü, Hazreti Mustafa korkusundan baygın bir hale düştü. Bu değişme bedene ait bir haldir. Hz. Ahmed’in bedeninin o yüce rûhla alâkası vardı.

Hz. Ahmed, eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa, Cebrâil ebediyete kadar baygın kalır.

Hz. Ahmed, Sidre’den ve Cebrâil’in gözetme yerinden, sınırdan geçince, Cebrâil’e “Haydi ardımca uçarak gel” dedi. Cebrâil dedi ki “Ey benim nurlu arkadaşım, bir kanat buradan ileriye geçersem, kolum kanadım yanar” Bu hakikatler hayret içinde hayrettir… Allah’ın has kulları, daha has olanların hallerini görünce kendilerinden geçerler (10).”

“Sidre’den öteye sefer olunca, Cebrâil Ahmed’den geride kaldı, gelirsem yanarım dedi (11).”

Mevlânâ, Hz. Peygamberin yaptığı savaşları, Mekke’yi ve diğer yerleri fethetmek istemesini şu şekilde değerlendiriyor:

“Hazreti Peygamber, Mekke’yi fethe uğraştı diye nasıl olur da dünya sevgisiyle itham edilir?

Göklerin ve yerlerin hazineleri bile peygamberin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse, artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki, onlar için savaşın, onlara istek duysun! Ancak, münafık olan kötü niyetli kimse, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese edip onun hakkında böyle bir şüpheye düşer.

O, bütün işlerini Allah’ın emrine göre yapıyordu (12).”

“Mekke’yi bırakıp giden peygamber Ahmed’e bak! O, (sonra) ordu sevketti ve Mekke’de yüceldi (13)!”

Hz. Peygamberin gelişi ile insanlar arasındaki düşmanlığın ortadan kalkmasını Mevlânâ şöyle anlatır:

“Onların (düşmanları) Mustafa’ya olan eski kinleri, İslâm ve samimiyet nurlarıyla mahvoldu. Müminler kardeştir” nasihati anından itibaren kardeşlikten de öte tek bir vücut haline geldiler (14).”

İslâmı kabul eden bir şahsın diliyle Mevlânâ, Peygamberimizi şöyle över:

“Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki, şeytan, onunla bir kâseden yer.

Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki şeytan, ona komşu olur.

Ey Allah’ın elçisi bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun (15) “

Mevlânâ, Hz. Muhammed’in hadislerinden yaklaşık olarak bin tanesine Mesnevi’sinde temas etmiş, bazılarını Arapça ibareleri ile naklederek şerhetmiş, bir kısmını ise meâlen zikretmiştir. Bu hadislerin yanında, yukarıda sunulanlardan başka, Peygamberimizi anlatan ve öven binlerce beyit Mesnevi’de mevcutttur. Divân-ı Kebir’inde ise, yüzden fazla hadisi satırlarına almış ve açıklamaları şiirlerine serpiştirmiştir.

Bunlara ilâve olarak, Peygamberimizin adının geçtiği, onun yüce şahsiyetinin anlatıldığı yüzlerce beyti de bulunmaktadır.

Sonuç olarak şu hususu rahatlıkla söyleyebiliriz: Mevlânâ, İslâm’ın emrettiği ölçüler içinde Peygamberine bağlı ve saygılı bir hayat yaşamış, eserlerinde onun yolunu büyük bir aşk ve vecdle anlatmıştır. Bu hususu, çok açık bir surette anlatan meşhur rubaisi ile yazıyı noktalamak istiyorum.

“Canım tenimde oldukça Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Allah’ın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse, ondan şikayetçi olurum ve o sözden de üzüntü duyarım (16).”

DİPNOTLAR
Dipnotlarda altı defterden oluşan Mesnevi söz konusu olduğundan birinci rakam defteri, ikinci rakam beyit numarasını; Divan-ı Kebir mevzubahis olduğunda birinci rakam cilt sayısını, ikinci rakam ise beyit numarasını göstermektedir.
1) Mevlevi (Mevlânâ), Celâleddin Muhammed, Mesnevi-i ma’nevi, (R. Nicholson neşri esas alınarak) Tahran l336hş., I/6.
2) Mesnevi, IV/915-1040.
3) Mesnevi, I/727-738.
4) Mevlevi, Külliyât-ı Şems, yâ Divân-ı Kebir, nşr. Bedi’uzzamân Furuzânfer, 1-10, Tahran 1336-1346, II/8288-82120.
5) Divân,I/5217.
6) Divân II/6680.
7) Divân II/6680.
8) Mesnevi, I/1396-1397.
9) Mesnevi, IV/1453-1489.
10) Mesnevi, IV/3755-3808.
11) Divân, II/7601-7602.
12) Mesnevi, I/3948-3974.
13) Divân, I/2406.
14)Mesnevi, II/3714-3716.
15) Mesnevi, V/262-274.
16)Divân, VIII/198, nu.1173.

Yeni Ümit Dergisinde yayınlanmıştır.