Mevlânâ’yı anlamak – Hasan GÜNEŞ, Emin AKKAYA , Hüseyin KARACA

A+
A-

Mevlânâ’yı anlamak

Dr. Hasan GÜNEŞ

 Öğrt. Gör. Emin AKKAYA

Arş. Gör. Hüseyin KARACA

“Sevgide güneş gibi ol,
dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol,
hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol,
öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün,
ya göründüğün gibi ol.”

“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”

Mevlâna insan sevgisiyle yoğrulmuş hoşgörü timsali örnek bir insandır.

Onu anlamak için yaşadığı çağı iyi özümsemek gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde Mevlâna, eserlerinden çıkartılan birkaç sözle tanıtılmakta ve insanlar onu bu sözleriyle anlamaya çalışmaktadır. Oysa bu çok yetersizdir. Bilindiği gibi Mevlâna birkaç sözle tarif edilemeyecek derecede engin bir şahsiyettir.

Bu engin şahsiyetin yaşamış olduğu 13. yy. da Avrupa’nın bir çok yerinde özellikle kadın- erkek sınıf ayırımı çok belirgindir. Bu çağda dünyanın bir bölgesinde çocuklar doğmadan suçlu görülürken, diğer bölgesinde Mevlâna tarafından kucaklanıp başı okşanmaktadır. Bir tarafta kadın ilk günahı işleyen olarak kabul edilirken, diğer tarafta “nur” olarak kabul edilmektedir. Aynı çağda iki farklı algılama biçiminin nedeni ne olabilir. Bu arada bu engin şahsiyetin insana bakışı ile Avrupa’nın insana, özellikle kadına bakışı karşılaştırılacaktır.

13. yy Avrupa’sında kadının durumuna kısaca değinecek olursak;* bu dönemde kadın ve çocuk, erkeğe bağımlıdır ve onun buyruğu altında yaşamıştır. Toplum erkeği ön plânda tutarken kadını da ikinci plâna itmiştir. 13. yy. medeniyeti erkeğe kadınların üzerinde yetkiler tanımış ve kadının erkekle aynı statüde olamayacağını dini temellere dayandırmıştır.1 Ruhban sınıfı, kadını kilisede bile en küçük mevkie gelmesine izin vermemiştir. O dönemin kilisesi kadını ilk günahın sahibi olarak gördüğünden, baştan suçlu kabul etmiş2 ve toplumda erkeğin egemen olduğunu savunmuştur. Kadının 2. sınıf insan muamelesi görmesi3 bir yana bu dönemde “insan olup olmadığı” dahi tartışılmıştır. 18.yy sonlarında Napolyon dahi yurttaşlar yasasında kadınların hukuksal statüsünü erkeklere nazaran daha düşük konumda kanunlaştırmıştır.4

Aynı dönemde kadın Avrupa’nın birçok ülkesinde olumsuzlukların kaynağı olarak kabul edildiğinden, kaçınılması gereken bir varlık olarak kabul edilmiştir. Kadın bu dönemde çocuk üzerinde hiçbir hakkı olmayan zayıf ve kötülüğün kaynağı olarak görülürdü. Çocuk üzerindeki hakların tamamı babaya ait olup kadın hiçbir medeni hakka sahip değildi.

Avrupa’da kadınlar, kadın hakları ve hukuku bakımından tarihler boyunca ihmal edilmiş, baskı görmüş ve haksızlıklara maruz bırakılmıştır. 19. yy.a kadar da bu böyle devam etmiştir. Kadının bu olumsuz gidişatı sanayileşme ile değişmeye başlamıştır. Bu dönemden itibaren kadının konumu ve statüsü değer kazanmıştır. Ancak bunun sebebi kadının, kadın olarak algılanmasından dolayı değil, ne yazık ki iş gücü ihtiyacından kaynaklıdır.5

Sanayileşmeyle birlikte kadın daha özgür bir duruma gelebilmiştir. Sanayi geliştikçe kalifiye eleman ihtiyacı doğmuş ve bu sebeple kadının eğitimi zorunlu hâle getirilmiştir. Zamanla da kadınların eğitim seviyesi yükselmiştir. Bu dönemde kadınların hak ve hukukunda kısmen özgürleşme görülse de Avrupa’da kadının günümüz manâsında özgürlüğüne kavuşması 20. yy.da gerçekleşmiştir. Hatta günümüzde erkeklerle aynı işyerinde daha düşük ücretle çalışan kadınlar gerçekten özgür olup olmadıklarıyla hâlâ tartışma konusudur.6

Görülüyor ki dünyanın birçok yerinde kadının en temel insan haklarından dahi mahrum bırakıldığı, ruhunun varlığı tartışıldığı bir dönemde Mevlâna kadına duyulan aşkı “Kadın hak nurudur’ sözleriyle yüceltmiştir. Çünkü ona göre sevgi çok yüce bir makamdır. Sevgiyle bezenmiş bir beden, herkesi sever ve takdir eder. Bu bağlamda Mevlâna sevgiyi ve sevginin gücünü şu sözlerle ön plâna çıkarmaktadır.

“Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi yüzünden padişah kul kesilir.”

Mevlâna bu sözleriyle yaşadığı çağda insan sevgisine dayalı bir yaşam anlayışının yerleştirilmesinde önemli rol oynamıştır. O, bu dönemde kültürünün dinamiklerinden almış olduğu ivme ile insanlara verilmesi gereken değerle muamele etmiş insanlara sevgi dolu, hoşgörü ve iyilikle davranılması gerektiğini şu sözleriyle vurgulamıştır:

” Yürü, iyilik et; zaman iyiliği tanır.
İyilerin iyiliğini unutmaz o…
Herkesin malı kaldı, senin de kalacak;
Şu halde mal yerine iyiliğin kalması daha iyi…”

Mevlâna bu sözleriyle insanları iyiliğe teşvik ve öncülük etmiştir. O halkın arasında öncülük ettiği davranışıyla, örnek sözleriyle insanı ve kadını hak ettiği konuma taşımıştır. Mevlâna’ya göre kadın, erkeğinin eşi, yardımcısıdır. Kadını bir varlık olarak hak ve hukuk yönünden erkekten hiç ayırmamıştır. Mevlâna yaşadığı 13. yy da kadına ve insana Avrupa’dakilerden çok farklı bir bakış açısıyla bakmıştır. Mevlâna öğretilerinde, insanların hangi cinsiyete, milliyete ya da hangi dine mensup olduklarına göre değil, insan olmalarına göre değerlendirmiştir.8 Bunu da şu sözleriyle ifade etmiştir: “Aşk, renge ve kokuya bağlı olursa, o aşk değildir, kişiye bir utançtır.”9

Mevlâna kadını bu bakış açısıyla görmüş, kadını, erkeğini tamamlayan, aile bütünlüğünü koruyan bir anne olarak kabul etmiştir. Kadınların toplum içinde muhakkak yer alması gerektiği yönde uğraş vermiştir. Kadının meclis hayatında yer almasını teşvik etmiş ve onu toplumun temel taşı olarak vurgulamıştır. Mevlâna kadınlara bakış açısını Mesnevinin 1. cildinde aşağıdaki şekilde dile getirir:

“Kadınlar aklı olanlara, gönül ehli bulunanlara, iyiden iyi üstün olurlar. Bilgisizlere gelince onlar kadına üst gelirler. Çünkü onlar sert ve kaba muameleli adamlardır. Onlarda acıma, lütuf, sevgi azdır. Zira yaradılışlarında, tabiatlarında hırçınlık üstündür.”

Bu sözleriyle Mevlâna akıllı insanların içlerinde sevgi ve saygı olanların kadına asla kaba davranamayacağını, çünkü sevgi ve vicdanın insanlığa özgü vasıflar olduğunu ifade eder. Yine çağlara ve insanlığa örnek olabilecek aşağıdaki beyitinde kadınların ne kadar değerli varlıklar olduklarını hissettirmiştir.

“Kadın Hak Nurudur. Sevgili değil.

Kadın yaratıcıdır. Âdeta yaratılmış değil”

Mevlâna çok sevdiği oğlu Bahaeddin Veled’e kadınlara gösterilmesi gereken saygıyı ve onlara nasıl davranılması gerektiğini vasiyetinde şöyle ifade eder:

“…gözümüzün aydınlığı, Fatma Hatun’un gözetilmesi için şunu vasiyet ediyorum: Fatma hatunu aziz tutasın, her gün ve geceyi bayram günü ve gecesi bilsin….”10

Gelini olan Fatma hatuna “gönül ve gözümüzün aydınlığı;…gönlünün ve gözümün ışığı...11 şeklinde hitap ederken bir başka yerde “Canın canıma karışmıştır…. Seni inciten her şey beni de incitir… Sizin gamınız, on kat fazlasıyla bizimdir. Sizin düşünceniz, tasanız; bizim düşüncemiz, bizim tasamızdır… Aziz oğlum Bahaeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü ondan alırım…”12 demiştir.

Mevlâna’nın gelinine övgü dolu sözlerle hitap etmesi kadını ne denli yücelttiğini ve ne denli değer verilmesi gerektiğini göstermektedir. Mevlâna’nın kadınlara verdiği değeri hayatının her döneminde görmek mümkündür. Kadınlar onu sohbet etmek için davet ettiklerinde büyük insan Mevlâna bu istekleri asla geri çevirmemiş ve her davete ayaklarına kadar giderek katılmıştır. Engin insan Mevlâna Fihi Ma-Fih eserinde kadınları layık oldukları konuma getirme hakkında söylediği sözleri ve davranışları, onun dünya görüşünün ne kadar ileri olduğunu ve insanı ne kadar iyi özümsediğini göstermektedir. Mevlâna, erkeğe eşi için: “Sence olmayacak bir söz bile söylese doğru söylüyorsun de. Kıskançlığı bırak” diyerek mutlu bir evliliğin formülünü göstermektedir. 0 bu sözleriyle kadınların zorla huylarının değiştirilmeye kalkılmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Kadında var olan huylar değiştirilmek istenilirse öncelikle erkeğin kendisinden başlaması gerektiğini, kadının söylediği bazı sözleri kafasına uymasa bile “doğru söylüyorsun” diyerek bazen alttan alınması gerektiğini şu sözleriyle tavsiye eder. “İnsan öncelikle kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalı, başkalarının ayıbını görmemelidir. Başkasında kusur arayanlar, kınadıkları hale mutlaka kendileri de düşerler.”13

Kadın, Mevlâna tarafından bir eş, bir anne, kocasının büyük destekçisi, erkekle sadece bedenen farkı olan, bir değer olarak algılanmaktadır. Kadının bu şekilde algılanmasının sebebi öncelikle Mevlâna’nın kültüründen daha sonra da ailesinden almış olduğu terbiyeden kaynaklanmaktadır.

Mevlâna’nın babasının büyük âlimlerden biri olmasında annesinin payı çok büyüktür. Çünkü annesi oğlunun elinden tutarak Hüseyin el Hatibi’nin kütüphanesine götürmüş ve burada bulunan eserleri okumasına teşvik etmiş ve oğlunun daha sonraları tarihte “Sultan- ül Ulema” olarak anılmasına vesile olmuştur. Bu hadise Mevlâna’nın ailesinde kadına ayrı bir değer verilmesine neden olmuştur. Babasını bu hadise çok etkilediğinden eşi olan Mümine Hatuna da aynı terbiye ile davranmıştır. Mevlâna da bu iki eşsiz insanın evladı olarak aynı terbiye ile yetişmiştir. Bunu da şu beyti ile dile getirir:

“Anam aşk, babam aşk,

Peygamberim aşk,

Allahım aşk,

Ben bir aşk çocuğuyum,

Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim.”

Bu sözlerden babasının Mevlâna’nın yetişmesinde ne kadar etkisi olmuşsa bir o kadar da annesi Mümine hatunun etkisi olduğunu göstermektedir. Mevlâna Avrupa’da olduğu gibi kadını ruhsuz varlık olarak değil insan olarak kabul etmiştir. Avrupa’nın filozof ve aydını Platon Cumhuriyet ve Devlet adlı kitabında “‘kadınlar doğurur, erkekler doğurtur’ diyerek üstün olan erkektir tezini savunmuştur.”14 Mevlâna hiçbir insanı zengin-fakir, kadın-erkek ayırımına tâbi tutmamış ve bu tutumuyla herkesin gönlünü kazanmış eşsiz bir insandır. İnsanları asla dış görünüşlerine göre değil, herzaman gönüllerine göre değerlendirmiştir. Mevlâna inşalara sevgiyle yaklaşmayı, onları yanlıştan döndürerek doğru yola sevk etmeyi kendine görev edinmiş önemli bir merkezdir.15 Etrafında toplanan tüm insanları ve varlıkları sevgiyle ve şefkatle kucaklamıştır. Kadına, çocuğa, eşine, kızına, oğluna, gelinine örnek bir davranış sergilemiş, onlara ve insanlığa adalet, hoşgörü ve sevginin gücünü göstererek şu sözleriyle de örnek olmuştur: “…sonunda pişman olmamak için herzaman ihtiyatlı olmak, başkalarının halinden ibret almak…. Bu meziyetler hiçbir zaman sözde kalmamalı, yaşanmalıdır.16 Mevlâna bu sözleriyle söylenen hiçbir sözün sözde kalmaması gerektiğini, aynı zamanda yaşanması gerektiğini vurgulamıştır. Mevlâna insanları “yaratılanların en kıymetlisi” olarak algılamış ve değerlendirmiştir. İnsanlığı asla ümitsizliğe sevk etmeden herzaman ümit ışığı yakmış büyük bir âlimdir. Mesnevî’sinde “Ümitsizlik semtine gitme; ümitler vardır. Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır” diyerek insanlığa her zaman hoşgörüyle bakmış ve hoşgörüyü kendisine sembol edinmiştir.


DİPNOTLAR
(*)Bu konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. BARDAKOĞOLU, Ali, Sosyal Hayatta Kadın, Isav Yayınlan, İstanbul, 1996. s. 157-172.
1) Bkz. CAPORAL, Bernard., Kemalizm ve Kemalizm Sonrası Türk Kadını, Çev. Ercan Eyüpoğlu, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları İstanbul-19120, s. 19-20
2) YAĞMURLU, Mustafa, Çağımızda Kadın Sorunu, Beyan Yayınları, İstanbul, 1984, s.13.
3) Bkz. RAMAZANOĞLU, Yıldız., Osmanlıdan Cumhuriyete Kadının Tarihi Dönüşümü Pınar Yayınları, İstanbul-2000, s.173.
4) Bkz. Caporal, a.g.e., s. 19-20
5) Bkz. Yeğenoğlu, Meyda., Kadın ve Siyaset Eşitliğin Ötesinde Birikim Dergisi, Sayı: 85,1996, s.40.
6] Bkz. Yeğenoğlu a.g.e., s.40.
7) Esendemir, Şerif., iktidarın Bedeni, Bedenin iktidarı, Tezkire Dergisi, Yıl: 10 Sayı: 19, Ankara -2001, s. 114.
8) Melikoff, İrene. “Batı Hümanizmasının Karşısında Mevlâna’nın Hümanizması’, Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlâna Üzerine Araştırmaları, Der.; Fevzi Halıcı, Ülkü Basımevi. Konya 1983, s. 64-65.
9) Mevlâna, Mesnevî, İVeled Izbudak Tercümesi), Şark-islam Klasikleri: 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1960, I/224)
10) Mevlâna, Celâleddin, Mektuplar, s. 14, Mektup: VI (14) Eflakî, a.g.e.. C.l (3/146İ
11) Mevlâna Celâleddin Mektuplar (Abdülbaki Gölpınarlı Çevirisi), İnkılap ve Aka Kitabevleri, Yeni Matbaa, istanbul, 1963. s. 13-15 Mektup: VI
12) Mevlâna. Mektuplar, a.g.e.,s.85, Mektup: LVI
13) Mevlâna, Mesnevî, a.g.e. II / 3064).
14) İnal Kemal, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17/Sayı: 2/s. 7-14
15) Halıcı, Feyzi, “Mevlâna Sevgisi”, Mevlâna’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslar Arası Mevlâna Semineri, 15-17 Aralık 1973, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-135, Ankara, s. 9-12.
16) Mevlâna, Mesnevî, a.g.e, II / 676.

Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı