TÜRK BASININDA MEVLANA ENSTİTÜSÜ

A+
A-

 

8. MİLLÎ MEVLÂNA KONGRESİ

TÜRK BASININDA MEVLANA ENSTİTÜSÜ

Âlim, şair, velî, mutasavvıf, mütefekkir, aşk rehberi ve gönül eğitimcisi gibi birçok vasıflarla anılan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî; altmış bin beytin üzerindeki manzum eserleri ve mensur eserleriyle hakkında pek çok kitabın yazıldığı, sayısız araştırmalara konu olan, yalnızca Türkiye’de değil, doğuda ve batıda şöhret ve tesirinin yayıldığı mümtaz bir. şahsiyettir. Ancak ne acıdır ki batıda Sheakespeare, Goethe, Dante gibi değerler için binlerce inceleme, eserlerinin yüzlerce sağlıklı neşri, kürsüleri, enstitüleri olmasına rağmen; bizde Mevlânâ ve eserleri üzerinde yapılan çalışmalar kurumlaşmadan, şahısların himmetine bırakılmış, bu çalışmalar belli bir sisteme kavuşturulmamış, Mevlânâ gibi ender bir insan ve eşsiz eserleri lâyıkıyla, ilmî usullerle ortaya konulmamıştır.

Mevlânâ hakkındaki çalışmaların mükemmelliğe ulaşması için onun adıyla bir enstitünün kurulması şarttır. Zaman zaman böyle bir enstitü kurma girişimlerinde bulunulmuş, ancak bu teşebbüsler hep âtıl kalmıştır. Bunlardan biri Konya Turizm Derneği’nin gayretleriyle oluşmuş. Yeni Konya Gazetesi’nin 9 Aralık 1968 tarihli nüshasında Millî Eğitim Bakanı İlhami Ertem, MEB Kültür Müsteşarı, Mehmet Önder ve Senatör Feyzi Halıcı’mn hazır bulunduğu bir törenle Mevlânâ Enstitüsü’nün inşaatına başlanacağı müjdesi verilmiştir. 1973’te Enstitü binası tamamlanır ve hizmete açılır. Fakat yıllarca hiç bir olumlu hizmet veremez ve 1978’de binadaki tabelası bile sökülür. 1983’te, Enstitü’nün açılışından on yıl sonra Feyzi Halıcı bu durumu şu sözlerle anlatır: “Mevlânâ Tetkikleri Enstitüsü tam on yıl önce hizmete açılmıştı. Asırlar boyu insanlara mutluluk mesajı yaymakta olan gönüller sultanının hayatı, eserleri, düşünceleri bu enstitüde araştırılacak, konferanslar verilecek, sempozyumlarla bilim adamları karşılıklı Mevlânâ üzerindeki görüş ve araştırmalarını tartışacaklar, Güney Afrika’dan kutuplara, Japonya’dan Brezilya’ya kadar bilimsel çalışmalar için bu enstitüye gelecek, master veya doktora tezleri yapacak olanlar Konya’ya koşacaklardı. Mikrofilm çalışmaları için, ses kayıt bantları için özel cam bölmeler bile hazırlanmıştı. Yani üç nal ve at, alabildiğine geniş bir alan da mevcut iken o bilinmeyen, sihirli dördüncü nalı bulmak hâlâ mümkün olamıyor ve enstitünün çalışması, bir saat gibi işlemesi her seferinde bir başka bahara kalıyor.” 1

Halıcı, yazısının sonunda Mevlânâ ile ilgili ilmî çalışmaları Selçuk Üniversitesi’nin öğretim üyeleriyle birlikte gerçekleştirme ümidini dile getirir.

Üniversitemiz de Mevlânâ Enstitüsü’nün gereğine inanmaktadır. 1979 yılında Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü kurulur. 13 Temmuz 1979 tarih ve 16695 sayılı Resmî Gazetede bu enstitünün kuruluşu, amaçları, görevleri, örgütsel yapısı ve mâlî hükümlerini ihtiva eden yönetmeliği yayımlanır. Ancak 6 Kasım 1981’de yürürlüğe giren Yüksek Öğretim Kanunu’ndan sonra, bu enstitünün statüsünde herhangi bir düzenleme yapılmaz ve enstitü kayıplara karışır.

Diğer yandan Mevlânâ Enstitüsü olarak inşa edilen ve Turizm Derneği’nce kurulan enstitünün faaliyette olmaması sebebiyle İl Halk Kütüphanesi’ne devredilen binada mevcut bulunan Feridun Nafiz Uzluk Kütüphanesi 15 Eylül 1989’da Mevlânâ Dokümantasyon Merkezi hâline getirilir. Bu merkez Mevlânâ ile ilgili yurt içinde ve yurt dışında yayımlanmış bulunan kitap, süreli yayın, broşür, kupür, film, mikrofilm, slayt, v.b. yazı ve göze-kulağa hitap eden bilgi materyallerini bünyesinde toplayarak, bunların tasnifini yapmak, araştırıcıların hizmetine sunmak gayesine matuftur. Yedi yıllık resmî statüye sahip bu dokümantasyon merkezine, bugün değil yurt dışı, yurt içi yayınlar dahi ulaşmamaktadır.

Üniversitemiz bünyesine 1986 yılında kurulan; bir amacı da Mevlânâ’nın hayatı, eserleri ve fikirlerinin incelenmesi olan Selçuklu Araştırmaları Merkezi ilki 1985’te gerçekleştirilen Millî veya Milletlerarası Mevlânâ Kongreleri’ni bir gelenek hâlinde yaşatmış ve sunulan tebliğleri düzenli olarak yayımlamaktadır.

Bu günlerde sayın Rektörümüzün Üniversitemizde Mevlânâ’nın hayatını, şahsiyetini, fikirlerini, eserlerini ve tesirlerini araştıracak olan müstakil bir Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü kurmaya yönelik gayretleriyle Mevlânâ Enstitüsü yeniden gündeme gelmiştir. Biz de bu mevzuun önemini dile getirmek amacıyla Mevlânâ Enstitüsü veya tetkiklerini konu edinen muhtelif gazete ve dergilerde yayımlanmış makale ve haberleri ele aldık. Bu konuda kaleme alınmış yirmi dört makale ve haber tesbit edebildik. Bu yazılardan en eskileri 1955 yılına ait. Yani günümüze kadar kırk bir yıllık bir rüya olmuş Mevlânâ Enstitüsü.

Bu konuda ellili yıllarda 6, altmışlı yıllarda 12, yetmişli yıllarda 4, seksenli ve doksanlı yıllarda da birer yazı neşredilmiş. Feridun Nafiz Uzluk, Abdülbaki Gölpınarlı, M. Refî’ Cevad Ulunay, Mehmet Önder, Cahit Öztelli, Nezihe Araz, Arslan Ergüç, Abdülkadir Karahan, Sezai Karakoç, Suad Abanazır, Necati Elgin, Mehmet Kaplan, Feyzi Halıcı ve Erkan Türkmen’e ait bu yazılarda genel olarak dört konu üzerinde durulmuş: Böyle bir enstitünün kurulmasının gereği, bu enstitünün faaliyetlerinin ne merkezde olacağı, enstitüde bulunması gereken materyaller ve enstitüde görev alacak kişilerin evsâfı.

Feridun Nafiz Uzluk, Abdülbaki Gölpınarlı, Nezihe Araz, Arslan Ergüç, M. Refî’ Cevad Ulunay, Sezai Karakoç, Suad Abanazır ve Necati Elgin yazılarında Mevlânâ Enstitüsü’nün kurulmasının gereğini dile getirmişlerdir.

Adı geçen yazarlardan Feridun Nafiz Uzluk, konuyla ilgili makalesinde doğuda ve batıda Mevlânâ eserleri üzerinde yapılan çalışmalardan bahsettikten sonra, sözlerine şöyle devam eder:

“Biz ne yapıyoruz?

Mevlânâ’nın vatanı Türkiye olduğuna, onun soyundan gelenler, onun izinden yürüyenler memleketimizde ve aramızda olduğuna göre Mevlânâ konusu ile uğraşmak, onun eserlerini metin, tercüme, şerh olarak halkımıza anlatmak, tanıtmak bizim borcumuz, hatta bizim hakkımızdır.

Kitapçıların, yahut bu mevzuda ilmî kifayeti yokken kendisinde yetki görerek, bilgiye, gerçeğe uymayan şeyleri yazanlara, yayanlara rastlamaktayız.

……………….

Dünyada bu kadar ilgi uyandıran, dünya dillerinden İngilizce gibi çok konuşulan bir lisanda altı cilt Mesnevî’nin metni, İngilizce tercümesi, şerhi mevcut olduğu; Hindistan’da yüzlerce defa basıldığı, İran’da hâlâ basılmakta olduğu düşünülürse, Mevlânâ konusu ile uğraşacak başlı başına bir enstitünün açılma zamanı gelmiş, hatta gecikmiştir bile.

Kırk seneden beri uğraştığım bu konu üstüne doğuda batıda bastırılmış kitapların pek çoğunu satın almış, büyük bir koleksiyon meydana getirmiş bulunuyorum. Uzun asırlardan beri bizde ve akrabalarımızda toplanmış bir hayli belge olduğu gibi, Veled Çelebi İzbudak’ın ölümünden sonra ailesi onun bütün kitap ve vesikalarını rahmetlinin vasiyeti üzerine bana vermiştir.

Mevlânâ’nın yolunda yürüyenler yalnızca şairler değildir. Ressamlar, hattatlar, mühür kazıcılar, makta yapanlar, saat yapanlar, hekimler, tek sözle fikir ve sanat erbabı vardır.

Bunları toplamak, Orta Asya’dan atalarımızın getirdiği, bizim kendi öz malımız olan terbiye sistemini, usulleri anlatmak bu enstitünün ödevleri arasında olacaktır.

Biz Mevlânâ ile onun etrafında toplanan, onun çığırında yürüyenlerin eserleri ile uğraşmak, ilim âleminin henüz haberi bulunmayan niteliklerini tanıtmak; milletimiz, memleketimiz için çok şerefli olacaktır, diyoruz.

Büyük bir bütçeye ihtiyaç göstermeyen bu enstitünün kurulması şerefi dördüncü Adnan Menderes kabinesine nasip olmalıdır.” 2

Abdülbaki   Gölpınarlı da enstitünün kurulmasına ilişkin düşüncelerini aşağıdaki sözlerle belirtir:

“Bu yıl Konya’da aldığımız müjdelerden biri de bir “Mevlânâ Enstitüsü”nün, hem de Konya’da kurulacağına dair kulağımıza gelen bir müjdeydi. Bu müjdeye verilecek müjdelik can olsa yeri var; en yerinde, en lâzım, en faydalı, en milletlerarası bir teşebbüs bu.

Konya öylesine bir şehir ki havasında Mevlânâ esiyor, suyunda Mevlânâ çağlıyor, ateşinde Mevlânâ yanıyor, toprağında Mevlânâ tozuyor. Neş’esi gül gül açıyor, Mevlânâ. Nağmesi bülbül bülbül ötüyor, Mevlânâ. İnsan orada yad göremiyor, yabancı bulamıyor. İnsan toprağına basarken incitecek miyim diye irkiliyor, havasını ciğerlerine alırken kirletecek miyim diye ürküyor. Derken, derken…. Kendini kaybediyor kişioğlu; artık o havayla havalanmaya, o suyla yüzünü ayak yapıp akmaya, o ateşi gönlünde duymaya, o toprağa karılmaya başlıyor.

Nabızlarında Mevlânâ atıyor Konya’nın, damarlarında Mevlânâ dolaşıyor Konya’nın. Konya’dan yurda, yurttan dünyaya yayılıyor Mevlânâ. Bir gönül Konya, arı-duru kinsiz- garezsiz bir gönül. Mevlânâ’nın bütün dünyayı, bütün dünyadakileri içine alan gönlü sanki.

Üstesine Konya’da, yüzyıllar boyunca sürüp giden Selçuk(lu) medeniyetinin canlı eserleri var. Karatay, Sahib Ata, Sırçalı Medrese… Daha bunlar gibi nice eserler ki her biri, medeniyet tarihine birer celî imza; yapanların yaptıranların kafa fosforunun, göz nurunun, el emeğinin imzaları; yapan yaptıran toplumun medeniyet alanında üstün bir yeri olduğunu belirten imzalar.

……………….

Ayrıca Konya’da Mevlânâ Dergâhı’nm çok zengin bir kütüphanesi var. Bu kütüphaneden başka Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde büyük sûfî İbni Arabi’nin el yazısı bile yüzyıllar sonra okuyucuyla karşı karşıya gelebiliyor. Bir de İzzet Koyunoğlu, yani tam bir Konya hemşehrisi. Mevlânâ hamuruyla karılmış. Onun ateşiyle kavrulmuş bir can, topladığı değerleri Konya’ya bağışlıyor. Hasılı Konya’da bir “Mevlânâ Enstitüsü”nü yıllarca ilgilendirecek çeşitli eserler var.

Enstitü kimlerin adına kurulur, kimlerin adlarına kurulmalıdır? Bunları bir yana bırakalım, ayrı bir konu bu. Fakat Mevlânâ adına bir enstitü kurulması gerekir mi diye bir soru sorulamaz. Maddî varlığını Konya’ya veren, manevî varlığını dünyaya yayan o büyük mütefekkir, o büyük şair, o büyük insan adına kurulan Mevlevîlik, bunca asır bu ülkeden âleme taşmış da ne yazık, bunca yıldır bu ülkede bir tek doğru “Mesnevî” yayınlanmamış, “Dîvân-ı Kebîr”se hiç ele alınmamış.” 3

Yeni Sabah Gazetesi’ndeki yazısında aynı konuyu dile getiren Nezihe Araz, Mevlânâ ihtifallerinde her yıl parlak cümlelerle nutuklar söylenmesine rağmen hep bilinenlerin tekrar edildiğinden, konuşanların Mevlânâ’yı değil, ona olan aşklarını terennüm ettiğinden bahsederek sözlerine şöyle devam eder: “Böyle olur, çünkü sahipsizdir bu işler. Şarkta, garpta sayısız Mevlânâ Enstitüleri, Mevlânâ Kürsüleri var. Kimdir bizde Mevlânâ mevzuunu sahiplenenler? Şahsen Mevlânâ’yı sevenler. Büyüklüğüne inananlar, sanatına hayran olanlar, tesirlerini görenler… Yani teker teker şahıslar. Eh, şahısların himmeti ile de bu işler bu kadar yürür işte.

Niçin bir Mevlânâ Enstitüsü kurulmuyor? Niçin bu mevzuda yeni etüdler okumuyor, her ihtifal töreninde onun bir yeni cephesini öğrenmiyoruz? Niçin nutuklarımız Mevlânâ büyüktür, eşsizdir ve bunun gibi orta laflardan öteye gitmiyor? Mevlânâ ne bir gösteri mevzuudur, ne bir siyasî yemdir, ne turistik ucuz bir metâ…

Mevlânâ her şeyden önce ciddî bir ilim mevzuudur. Asil bir kürsünün, ciddî bir enstitünün ışığıdır.. Onu ciddîye alanlardan, onu sevenlerden artık ciddiyetini dünyaya kabul ettiren bir Mevlânâ Enstitüsü bekliyoruz.” 4

Arslan Ergüç, Çağrı Dergisi’nde aynı konuyu ele alır. Ergüç yazısında Mevlânâ’yı küçümseyenlerin, üniversite mezunu olup Mevlânâ’yı anlayamayanların, Mevlânâ’yı yalnızca kendisine getirilen hediyelerle geçimini sağlayan bir tekke şeyhi gibi düşünenlerin veya Mevlânâ Türbesi’ni yedi defa ziyaret edenlerin hacı olacağına inanan bilgisizlerin varlığına işaretle; Mevlânâ’yı gerek aydın, gerekse halk tabakalarının yeterince tanımadığı, onu sistemli bir şekilde tanıtmak görevinin de kurulacak olan Mevlânâ Enstitüsü’ne ait olmasından bahseder.

“Bugün birçok enstitü Türk kültürüne büyük varlıklar dokunan çalışmalar yapmaktadır. İstanbul Enstitüsü olmasaydı Fatih’e, fethe ve İstanbul’a ait çok kıymetli birçok eser yayınlanmazdı herhalde. Yahya Kemal’in eserlerini büyük bir titizlikle kültür hazinemize kazandıran Yahya Kemal Enstitüsüdür, iki yıldır Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü de, Türk kültürünü çeşitli yönlerden, programlı bir şekilde araştırıyor ve araştırma sonuçlarını dergiler, kitaplar hâlinde yayımlıyor. Elbet başka bilim enstitüleri de var. Çalışfyorlar. İnsan, bunlar arasında bir Mevlânâ Enstitüsü’nü de görmek istiyor. Belki Mevlânâ Enstitüsü de kurulmuştur. Gerekli imkânları bulamadığı için istenilen çalışmaları gösterememektedir.

Fakat gönül istiyor ki böyle bir enstitü kurulmamışsa, kurulsun. Kurulmuşsa, bu enstitüye ilgililer imkânlar sağlasınlar. Enstitü popüler ve bilimsel dergiler ve kitaplar yayınlasın. Mevlânâ’yı, fikirlerini, onun kültürümüze etkilerini ve kültürümüzdeki yerini daha iyi öğrenme imkânlarına kavuşalım.” 5

Mevlânâ Enstitüsü’nün kurulmasının gereğine inanan ve bu konuyu ele alan yazarlardan biri de M. Refî’ Cevad Ulunay’dır:

“Tahran Üniversitesi Mevlânâ Kürsüsü Ordinaryüs Profesörü Firuzanfer hazretleri ki, Dîvân-ı Kebîr’i aslına mutabık olarak toplayıp neşreden ve bizler gibi Mevlânâ aşıklarına cilt gönderen bir zattır; geçen senelerde İstanbul’a teşrif ettikleri zaman, kendileri ile mülâkatımda:

-Hazret-i Mevlânâ’nın türbesi sizdedir, fakat kendisi bizdedir.

Demiş, ben de:

-Aman muhterem üstâd, nasıl olur? Mevlânâ bu memlekete ilim vermiş, irfan vermiş, elindeki hakikat meşalesi ile nur saçarak bizim yolumuzu aydınlatmış.

Demiştim. Üstâd o sözüme karşı, kısaca şu cevabı verdi:

-Evet, ama hani üniversitenizde bir Mevlânâ Kürsüsü? Haklı söze ne denir?”

Refî’ Cevad Ulunay, Mevlânâ’nın eserlerini hakkıyla okuyup anlayanların azaldığını söyleyerek yazısına devam eder:

“Ben bu alemle düşünürken, bu sene Millî Eğitim Bakanı ihtifalin açılış merasiminde Konya’da, 1968 senesinde Mevlânâ Türbesi’nin yakınında satın alman bir arsaya Mevlânâ Enstitüsü için temel atılacağı müjdesini verdi.

Bu öyle bir haberdi ki, bütün benliğimi büyük bir haz ve sürür ile doldurdu.

Enstitü’nün Konya’da kurulmasının, başka bir mânâsı vardır.

Asırlarca Selçuk(lu) imparatorluğu’na pâytaht olan Konya, bundan sonra bir ilim merkezi olacaktır.

Bütün Anadolu’dan bilgi edinmek isteyenler, fevc fevc Konya’ya gelecekler ve bu ilim güneşinin feyizli nurlarından ışıklanarak bilgilerini her tarafa neşredecekler.

O zaman kimse bizi Mevlânâ’yı ihmâl ile suçlandıramayacak ve biz bu enstitü ile dünyalara sığmayan bu muazzam adamın bize verdiği ilim kaynaklarını âleme yaymak için ilk adımı atmış olacağız.

Her sene görüyorum ki, şarktan garptan Mevlânâ için ziyaretçiler ziyadeleşiyor.

Öyleleri var ki her sene muayyen günlerde, memleketinden kalkıp, onun huzurunda niyaza geliyorlar.

Mevlânâ’yı bilen de geliyor, bilmeyen de geliyor.

İşte bu enstitünün himmeti ile bilmeyenler onu daha iyi öğreneceklerdir.” 6

Mevlânâ Enstitüsü’nün gereğiyle ilgili bir diğer yazı da Sezai Karakoç’a ait. Karakoç, Mesnevî’nin Anadolu ve İslâm dünyası için önemini dile getirdikten sonra; Mevnevî’nin Farsça yazılmasını Mevlânâ’nın bir kerameti olarak yorumlar. Zira Mesnevi Farsça söylemekle bir yandan Anadolu dışındaki dünyaya sürekli olarak seslenmekte, diğer yandan da her yüzyılın canlı Türkçe’sine çevrilerek Anadolu’da devamlı olarak güncelliğini korumaktadır.

Sezai Karakoç, daha sonra Mesnevî’nin son asırdaki tecrübelerinden bahisle yazısını sürdürür:

“Bu çalışmalar halkın kendi enerjisiyle ve ruh kudretiyle ortaya koyduğu verimlerdir.

Halkın ve devletin bütün imkânlarından faydalanan Üniversite ise, Mevlânâ gibi dünya çapındaki bir velî, bir aşk adamı, bir şair, bir ideal insanı, bir İslâm ö”rideri için hangi etütlerle karşınıza çıkmıştır?

Vakit kaybetmeden Edebiyat Fakültesi’ne bağlı bir Mevlânâ Enstitüsü kurmamız ve bir Mesnevi Kürsüsü’nü açmamız lâzımdır. Böyle bir teşebbüs, Üniversitemizin şahsiyetini bulmaya ve kültürümüzün yeniden çağa hitap edebilecek bir diriliğe kavuşmaya başladığına belli başlı bir işaret olacaktır.” 7

Yeni Konya Gazetesi’nde Suad Abanazır, konuyla ilgili düşüncelerini kaleme almış; Konya Turizm Derneği’nin Mevlânâ’yı anma törenleri için sarfettiği gayretlere takdirlerini ifade ettikten sonra, yıllardır Konya’da açılması düşünülen üniversitenin artık kurulması gerektiğini, hiç olmazsa bir Mevlânâ Enstitüsü’nün kurulması yolundaki dileklerini belirtmiştir. Abanazır, yazısını: “Böyle bir enstitünün çalışmalarının ne kadar faydalı ve yerinde olacağı düşünülmelidir. Böyle bir Enstitü Mevlânâ’yı yıllar boyu anmanın ve öğrenmenin en güzel örneği ve yuvası olacaktır.” sözleriyle bitirir. 8

Necati Elgin de, Yeni Konya Gazetesi’ndeki “Konya’ya Bir Mevlânâ Üniversitesi” başlıklı yazısında; Anadolu Selçuklu Devleti’ne iki yüz elli yıla yakın bir süre başkentlik yapmış, mazisi yedi yüz kırk beş yıl olan Karatay Medresesi’ne ve Fatih devrinde on bir medreseye sahip olan Konya’nın Cumhuriyet döneminde çok uzun süre bir üniversitenin hasretini çektiğini, resmî ve özel kütüphanelerde iki yüz elli binden fazla kitabın mevcut olduğu Konya’da bir Mevlânâ Enstitüsü’nün kurulması gerektiğini dile getirir. 9

Konya’da kurulması istenilen Mevlânâ Enstitüsü’nün amaçlarının ve faaliyetlerinin neler olması gerektiğini Abdülbaki Gölpınarlı kısaca özetler.

“Mevlânâ Enstitüsü’nün ilk yapacağı iş ana. kaynakları, ana metinleri hazırlayıp bastırmak, ehliyetlere bunları güzel bir Türkçe’yle dilimize çevirtmektir. Sağlam ve doğru bir metinle, güzel ve doğru tercüme; yapılacak tahlil ve tenkidlere esastır. Mevlânâ ve Mevlevîlik hakkında yazılmış eserleri, çeşitli suretlerle bir araya toplayıp, bunları değerlendirmek de icap eder.

Mevlevîlik, yüzyıllar boyunca irfan hayatımızın şiir, müzik, raks ve çeşitli sanat alanlarında en mühim bir rol oynamıştır. Oyle olduğu hâlde henüz Mevlevî müziğinin özellikleri, doğu müziğiyle halk müziğine verdikleri, bu müziklerden aldıkları şeyler hakkında hiç bir söz söylenmemiştir. Semâ unutulmak tehlikesindedir. Mevlevî sanatkârlar hakkında yazılanlar ancak birer kalem tecrübesi mahiyetindedir. Bu enstitü, bütün bunları tesbit etmek ödevini görecek, geçmişi bugüne bağlayacak, geleceğe sunacaktır.” 10

Mevlânâ Enstitüsü’nde bulunması gereken materyaller konusunu da Feridun Nafiz Uzluk ve Abdülbaki Gölpmarlı’nın belirttiklerini görüyoruz. Feridun Nafiz Uzluk; birisi 1963, diğer üçü 1966’da yayımlanan, küçük farklarla birbirinin aynı olan dört makalesinde, Mevlânâ Enstitüsü’nün behemehal Konya’da açılmasını vurguladıktan sonra Enstitü’ye konulması gereken malzemeleri şöylece sıralar: Mevlânâ’nın eserleri ile bunların tercüme ve şerhlerinin neşir veya yazma nüshaları, konuyla ilgili diğer bütün kitaplar, Anadolu Beylikleri’ne ait fermanlar, Mevlevî tarikatına ait hilâfet-nâmeler, bilhassa Mevlevî sanatkârlarının mahsulü olan resim hüsn-i hat levhaları. Uzluk, yazılarında kendisinde mevcut olan bütün bu malzemeyi kurulacak olan Enstitü’ye hibe edeceğini belirtir. 11

Abdülbaki Gölpınarlı da, Mevlânâ ve Mevlevîliğe ait her tür materyalin bu Enstitü’de bulunması gerektiğini ifade ederek; öncelikle Mevlânâ’nın bütün eserlerinin, tercüme ve şerhlerinin yazma nüshaları, neşirleri veya mikrofilmlerinin; Sultan Veled, Sipehsâlâr, Şems, Ulu Arif Çelebi, Şâhidî gibi Mevlevîliği ve Anadolu’daki düşünce hayatını ilgilendiren bütün müelliflerin eserlerinin nüsha veya mikrofilmlerinin, yalnızca Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili olmasına bakmadan Türk tefekkürünü, Türk edebiyatını, Türk sanatını ilgilendiren minyatür, hüsn-i hat levhası, resim, ebrî gibi malzemenin veya renkli mikrofilmlerinin, bunların teşhir edileceği salonların, Mevlevi büyüklerine ait çoğu manzum bir mısra veya beyit ihtiva eden mühürler, yazılar, hatıra defterleri, mektuplar; Mevlevî sanatkârlar tarafından yapılan kalemtıraş, makta, hilâl, teşbih ve mühürler; Mevlevî mûsikîsinin rebab, santur, tanbur, kanun, şah, mansur, şah-mansur, nısfıye, kızne gibi enstrümanları, Mevlevî âyînlerinin nota ve güfteleri, Mevlevîlere ait mezar taşları, hiç değilse fotoğrafları ve Mevlevî giyimlerinin temin edilmesini ve arşivler hâlinde muhafaza edilmesinin şart olduğunu belirtir. Bütün bu malzeminin mevcudiyetiyle Mevlânâ ve Mevlevîliğe dair çalışmaların sağlam bir zemine oturacağını ifade eden Gölpınarlı, Enstitü’nün ilk görevinin bu materyalleri temin ve muhafaza etmek olduğunu ısrarla vurgular. 12

Enstitü’nün kurulması, amaçları, görevleri ve bulundurması gereken materyaller koğuşundan sonra, Cevad Ulunay ve Abdülbaki Gölpınarlı’nm bir diğer konuda hassasiyete dikkat çektiklerini görüyoruz. Bu Enstitü’de görev yapacak olan personel. M. Refî” Cevad Ulunay bu konuyu şu sözlerle dile getirir:

“Bir Mevlânâ Enstitüsü’nün vücûbuna ben de kailim, fakat oraya seçilecek zevatın kalblerinin hased, kıskançlık, tefevvuk dâiyesi gibi hislerden ârî olmasının dikkate alınmasını elzem addediyorum. Bu vazifeyi deruhte etmek için “Hiç bir para istemeyerek.” gibi bir kayıd konulmasını da zâid görüyorum. Mevlânâ:

“Ey mutribler! Ben definizi altınla doldururum.

Ey âşıklar! Ben toprağı gevher yaparım.” demiyor mu?

Âşıkın en düşünmediği şey paradır. Ama hakiki âşıktan bahsediyoruz. Zühul buyurulmaya.” 13

Abdülbaki Gölpınarlı da: “Yalnız bir korkumuz var. Bu Enstitü okumadan yazan, düşünmeden söyleyen, bilmediğini bilmeyen kişilere verilirse; iyi bir niyet verimsizlikle sonuçlanır.”14 sözleriyle her kurumun verimli çalışmasındaki en tesirli âmil olan insan unsurunun önemini dile getirir.

Sonuçta; tesbit edebildiğimiz kadarıyla basınımızda 1955’ten bugüne Mevlânâ Enstitüsü’nün kurulmasına dair istekler ve konunun önemi ısrarla dile getirilmiş, iki ayrı enstitü teşebbüsü de başarısız olmuştur. Mevlânâ gibi dünya çapında değerli bir şahsiyete sahip olmanın getirdiği sorumluluk; artık kuruluşunu çoktan tamamlamış, büyük bir üniversite olan Selçuk Üniversitesi’ne aittir. Üniversitemiz; hem Konya, hem de Türk kültür hayatına olan borcunu en kısa zamanda Mevlânâ’ya lâyık bir Enstitü ile ödemeli, bu tarihî görevi daha fazla geciktirmemelidir.15

 

 Dipnotlar

[1] Feyzi Halıcı, “Mevlânâ Tedkikleri Enstitüsü,.” Çağrı, Y. 27, s. 311, Aralık 1983, s. 3-4.

2  Feridun Nafiz Uzluk, “Mevlânâ Enstitüsü”, Zafer Gazetesi, 19.12.1955.

3 Abdülbaki Gölpınarlı, “Bir Enstitü Kurulacaksa”, Tan Gazetesi, 9.12.1957.

4 Nezihe Araz, “Mevlânâ Enstitüsü”, Yeni Sabah Gazetesi, 17.12.1961.

5 Arslan Ergüç, “Mevlânâ Enstitüsü”, Çağrı, C. 9, S. 83, Aralık 1964, s. 6-7.

6 M. Refî” Cevad Ulunay, “Mevlânâ Enstitüsü”, Milliyet, 14.12.1967.

7 Sezai Karakoç, “Mevlânâ Enstitüsü”, Bâb-ı Âlîde Sabah, 21.12.1967.

8 Suad Abanazır, “Mevlânâ Enstitüsü”, Yeni Konya, 17.12.1969.

9 Necati Elgin, “Konya’ya Bir Mevlânâ Üniversitesi”, Yeni Konya, 31.1.1972.

10 Abdülbaki Gölpınarlı, “Bir Enstitü Kurulacaksa”, Tan, 9.12.1957.

11 “Mevlânâ Enstitüsü”, Yeni Meram, 1963 (15 günlük tefrika); Feridun Nafiz Uzluk, “Konya’da Mevlânâ Enstitüsü”, Türk Yurdu, c. 5, s. 2, Şubat 1966, s. 1-6;

Feridun Nafiz Uzluk, “Konya’da Mevlânâ Enstitüsü”, Çağrı, C. 10, S. 101, Haziran 1966, s. 8-18.

Feridun Nafiz Uzluk, “Konya’da Mevlânâ Enstitüsü”, Adalet Gazetesi, 17.1.1996.

12 Abdülbaki Gölpınarlı, “Mevlânâ Enstitüsü İçin”, Çağrı, Y. 19, s. 204, Ocak 1975, s. 12-15

13 M. Refî” Cevad Ulunay, “Bir Mevlânâ Enstitüsü”, Milliyet, 26.12.1926.12.1955.

14 Abdülbaki Gölpınarlı, “Bir Enstitü Kurulacaksa”, Tan, 9.12.1957.

15 Mevlânâ Enstitüsü konusunda dipnotlarda belirtmediğimiz diğer yazılar şunlardır:

Cahit Öztelli, “Mevlânâ Enstitüsü”, Yeni Meram, 17.12.1957;

Mehmet Önder,” Mevlânâ Enstitüsü Açılırken”, Çağrı, S. 38, Mart 1961;

Abdülkadir Karahan,” Mevlânâ Tedkikleri”, Çağrı, s. 110, Mart 1967;

Mehmet Önder,” Mevlânâ Tedkikleri” Çağrı, s. 204, Ocak 1975;

Erkan Türkmen, ” Mevlânâ Enstitüsü Kurulma Aşamasında”, Zaman, 20 Mart 1996.