KLASİK TÜRK EDEBİYATI AHLÂKÎ MESNEVÎLERİNDE MEVLÂNA’DAN İZLER

A+
A-

 

“Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlâna ve Mevlevîlik” Sempozyumu

KLASİK TÜRK EDEBİYATI AHLÂKÎ MESNEVÎLERİNDE MEVLÂNA”DAN İZLER

*

ÖZET

Mevlâna”nın Mesnevî”si; muhtevası, şöhreti ve tesirleri bakımından Türk edebiyatında çok seçkin bir yere sahiptir. Mevlâna”dan sonra birçok şair özellikle ahlâkî mesnevîlerde Mevlâna”nın eserinden faydalanmışlar, Mesnevî”deki hikâyeleri eserlerinde ele almışlardır. Bu bildiride klasik Türk edebiyatına dahil sekiz ahlâkî mesnevîde, Mevlâna”nın Mesnevî”sinden aktarılan veya Mesnevî ile ortak olan hikâyelerin tespiti yapılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Klasik Türk edebiyatı, mesnevî, ahlakî, nasihat-name

 

TRACES OF MEVLÂNA IN MORAL MESNEVIS OF CLASSICAL TURKISH LITERATURE

ABSTRACT

Mevlâna”s Mesnevi has a distinguished place in Turkish litereture due to its content, reputation and influence. Since Mevlâna, many poets benefited from his work in moral mesnevis and included stories from Mesnevi to their works. In this paper, stories quoted from Mevlâna”s Mesnevi or stories related to Mesnevi are determined in eight moral mesnevi of the Classical Turkish Literature.

Key Words: Mevlâna, Rumi, Classical Turkish Literature, mesnevi, moral, book of counsel

 

Mevlâna, bütün eserlerinde insanlığın üstün özelliklerini öne çıkarıp, gerçek anlamda insan olma şuurunu; kendisiyle, yaratıcısıyla ve toplumla barışık, güzel ahlâk sahibi, mutlu insan olmanın reçetesini vermiştir. Günümüzde evrenselliği dünyaca kabul edilen bu seçkin veli, sekiz asır boyunca Anadolu insanına rehberlik etmiş, Türk toplumuna dinamizm kazandırmış, eserlerindeki düşüncelerle asırlar boyunca milletimizin beslendiği temel bir kaynak olmuştur. Bu konudaki şu anekdot sözlerimizi özetler: Ahmet Hamdi Tanpınar bir gün Yahya Kemal”e sorar: “Üstat, biz Viyana kapılarına kadar nasıl gittik?” Yahya Kemal şöyle cevap verir: “Pilav yiyerek ve Mesnevî okuyarak”.

Bir gönül eri olan Mevlâna, sevgiyi insanların yaratılışındaki zararlı unsurları tasfiye eden bir iksir kabul ederek, sevgiyle aydınlanan gönüllerin bütün insanlığa açılmasını temin etmiş; insanları daima bu yolla iyiliğe, güzel ahlâk sahibi olmaya davet etmiştir. Bu yüzden Mesnevî edebî bir şaheser, tasavvufî bir abide olmak yanında ahlâki alanda da temel bir kaynak olma özelliğine sahiptir.

Mevlâna, Mesnevî“de pratik ahlâka dair öğütlerini, geleneğe uyarak, herkesin rahatlıkla anlamasına ve zihinlerde yer etmesine imkân tanıyacak şekilde hikâyelerle ele almıştır. Hacmi, muhtevası, şöhreti ve tesirleri bakımından yalnızca Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatlarında seçkin bir yere sahip olan Mesnevî, birçok şair için kaynak olmuş, ahlâkî mesnevîler kaleme alan şairler, Mevlâna”nın feyzinden istifade etmişler, Mesnevî”deki hikâyeleri eserlerinde ele almışlardır. Bildirimizde klasik Türk edebiyatındaki ahlâkî mesnevîlerde Mevlâna”nın Mesnevî“sinden aktarılan veya Mesnevî ile ortak olan hikâyelerin tespiti yapılmaktadır.

Bu konuda daha önce Âmil Çelebioğlu ve Nezahat Öztekin tarafından yapılmış iki çalışma mevcuttur.1 Her iki çalışma da on üç, on dört ve on beşinci yüzyıllara ait Mevlâna etkisi taşıyan mesnevîlere dairdir. Bizim bildirimiz ise belli bir yüzyıl gözetmeden, yalnızca ahlâkî, nasihat-name türüne dahil edebileceğimiz mesnevîlere dairdir. Bu araştırmanın sonunda Mesnevî“deki hikâyelere yer veren sekiz eser tespit ettik.

 

  1. Âşık Paşa, Garîb-nâme(730/1330, 10613 beyit)

Garîb-nâme dev bir mesnevîdir. Asıl olarak tasavvufî muhtevada olmakla birlikte dinî ve ahlâkî öğütler de ağırlıklı olarak yer alır. Türkçenin hor görüldüğü bir dönemde Türkçe olarak kaleme alınması, telif bir eser olması, hacmi, tertibi ve konularının zenginliği bakımından seçkin bir eserdir. On “bâb”dan oluşur, her bölümde o bölümün sayısıyla ilgili on hikâye anlatılır. Eserdeki bir hikâye Mesnevî“de de bulunmaktadır.

  1. Üzüm almak isteyen dört adam

Birbirlerinin dilini anlamayan dört kişiye (Fars, Arap, Türk ve Rum) bir adam bir dirhem verir. Fars; “Ben bu parayı “engûr”a vereceğim” der. Arap; “Ben “ineb” isterim” der. Türk; “Ben “ineb” istemem, üzüm isterim” der. Rum ise; “Ben “istafil” isterim” diye itiraz eder. Gerçekte hepsinin istediği üzümdür, ancak dilleri bir olmadığı için anlaşamazlar. Kavgaya başlarlar. Mevlâna hikâyeyi şu sözlerle tamamlar:

“Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı.

Onlara “Ben bu bir dirhemle hepsinin isteğini yerine getiririm. …

Bir dirheminiz dört muradı da yerine getirir, dört düşman da uzlaşır, birliğe ulaşır, bir olur.

Sizin sözleriniz savaşa, nifaka sebep olur. Fakat benim sözüm, sizleri birleştirir.

Siz susun, dinleyin de konuşma hususunda diliniz ben olayım.

Sizin sözünüz yüz türlüdür, eseriyse ancak savaş ve kızgınlıktan ibaret” [derdi.]”

Mesnevî“de dördüncü kişi Rum”dur ve “istafil” ister; Garîb-nâme“de ise Ermeni”dir ve “hagûg” ister. Mesnevî“de dört kişiye bir adam bir dirhem verir. Garîb-nâme“de ise dört kişi yolda bir akça bulur. Hikâyenin sonunda Mevlâna; “Sır sahibi, yüzlerce dil bilir, kadri yüce birisi orada olsaydı, onları uzlaştırırdı” derken; Garîb-nâme“de bunların dilinden anlayan biri, bahçeden bir akça ile üzüm alır ve onları birliğe kavuşturur. Bu küçük farklara rağmen her iki eserde de hikâye, birlik konusunun işlenmesinde ele alınmıştır.

Hikâye; Mesnevî“de 14 beyitte (II/3681-3693, s. 283-284); Garîb-nâme“de de 1. “bâb”ın 10. “dâsitân”ında, 45 beyitte anlatılır (Yavuz 2000: I/141-147).

 

  1. Ahmed Hayâlî, Ravzatü”l-Envâr(843/1442-43, 2179 beyit)

Hâcû-yı Kirmânî”nin, Nizâmî”nin Mahzenü”l-Esrâr“ına nazire olarak yazılan Ravzatü”l-Envâr (743/1342) adlı eserinin tercümesidir. Nizâmî”nin mesnevîsine benzer şekilde yirmi “makale”den oluşmaktadır. Her “makale”de kâmil insan, aşk, dünyanın faniliği, akıl, hayâ, adalet ve cömertlik gibi tasavvufî, didaktik ve ahlâkî konular ele alınmış, nasihat içerikli   hikâyelerle   konular   örneklendirilmiştir.   Eserde   on   altı   dinî, tasavvufî ve ahlâkî hikâye anlatılmıştır. Bu hikâyelerden ikisi Mesnevî“dendir, her ikisi de Hâcû-yı Kirmânî”nin eserinde olmayan hikâyelerdir.

  1. Attarlar çarşısında ıtır kokusundan bayılan debbağ

Gazâlî”nin Kîmyâ-yı Saâdet ve Ferîdüddîn-i Attâr”ın Esrâr-nâme“sinde anlatılan bir hikâyedir. (Gölpınarlı 2000: IV/57).

Mesleği deri tabaklamak olan (debbağ) bir adam ıtriyatçılar çarşısına gider. Oradaki güzel kokulardan fenalaşır, bayılır, düşer. Halk başına toplanır. Adamı ayıltmak için gül suyu serperler. Bileklerini ovarlar, öd ağacıyla şekeri karıştırıp tütsü yaparlar, elbiselerini çıkarırlar. Şarap mı içti, yoksa afyon mu yuttu da bayıldı diye merak ederler. Adama güzel kokular koklattıkça adamın baygınlığı derinleşir. Akrabalarına adamın bayıldığını haber verirler. Debbağın, aynı meslekten bir erkek kardeşi vardır. Hemen gelir, yanında biraz köpek pisliği getirir. Kardeşinin başucuna gelince kimse görmesin diye etrafta toplananları uzaklaştırır. Gizli bir şeyler söyler gibi ağzını kulağına götürür, sonra da köpek pisliğini sürttüğü avucunu kardeşine koklatır. Avucunu koklayınca, adam hareket etmeye başlar. Halk, kardeşinin efsun okuyup kulağına üfürdüğünü zanneder. Mevlâna; “Kime öğüt miski fayda vermezse muhakkak o, kötü kokulara alışmıştır” sözleriyle kıssadan hisseyi özetler.

Hikâye; Mesnevî“de 39 beyitte (IV/257-295, s. 21-24); Ravzatü”l-Envâr“da ise 2. “makale”de, 45 beyitte (673-717) anlatılır (Köksal 2003: 124-128).

Hayâlî, hikâyeyi Mesnevî”den aldığını belirtir:

Okudum Mesnevîde bir rivâyet

Bu ma”nîye münâsib hoş hikâyet

 

Dimiş esnâ-yı ma”nîde o sultân

Celâlü”d-dîn-i dünyâ şâh-ı devrân

 

Hakîkat menba”ı cân-ı velâyet

Ma”ânî kânı sultân-ı hidâyet (673-675)

 

  1. İhtiyar çengî ve Hz. Ömer

Esrâru”t-Tevhîd“de rebap çalan ihtiyar ve Ebû Saîd”e dair benzer bir hikâye mevcuttur (Gölpınarlı 2000: I/409-410).

Hz. Ömer zamanında çeng çalan ihtiyar bir çalgıcı vardır. Gençken çalgıcının nağmeleri herkesi coştururken; yaşlanınca görünüşü de, sesi de çirkinleşmiş, geçimini temin edemez olmuştur. Bir lokma ekmeğe muhtaç duruma gelen çengî, mezarlığa gider, hâlini düşünür, yetmiş yıldır Cenab-ı Hakk”ın kendisine rızk verdiğini hatırlar, o gün çengini yalnızca Allah için çalmaya niyetlenir. Saatlerce çalar, göz yaşları döker, bu durumdan kurtulmak için Allah”a dua eder. Yorulunca da çengini yastık yaparak uykuya dalar. O sırada Hz. Ömer”in de uykusu gelir. Hz. Ömer, gün ortasındaki bu zamansız uykuya şaşırsa da “Bunda bir hikmet vardır” diyerek uyur. Rüyasında Hz. Ömer”e; Medine Mezarlığında Allah”ın has kullarından birinin olduğu, Beytülmâlden 700 dinar alıp bu kula vermesi, bu parayı sadece çengin telleri için verdiğini, bundan sonra her ihtiyacı için kendisine gelmesini söylemesi istenir. Hz. Ömer, parayı alır, mezarlığa gider. Orada yalnızca uyuyan çengîyi görür. Onu Allah”ın sevgili bir kuluna benzetemez. Etrafı dolaşır, kimseyi bulamayınca “Elbette kıyıda köşede bizim bilmediğimiz aydın gönüller vardır” diyerek, uyuyan ihtiyarın başında hürmetle bekler. Çalgıcı uyanınca başında bekleyen halifeyi görür, korkudan titremeye başlar. Hz. Ömer; ona korkmamasını, Allah”ın ona lütufta bulunmak için kendisini gönderdiğini söyler ve parayı çengîye verir. Yaşlı çengî bu sözleri duyunca yetmiş yıldır ömrünü boşuna harcadığına üzülür, çengini yere çalıp parçalar, günahları için tövbe eder. O samimî ağlayış ve tövbe ile gönlü, ruhu arınır.

Hikâye; Mesnevî“de aradaki diğer hikâyelerin çıkarılmasıyla 139 beyitte (I/1913-1950, 2072-2111, 2161-2222, s. 152-178); Ravzatü”l-Envâr”da ise 10. makalede 101 beyitte (1334-1444) anlatılır (Köksal 2003: 182-191). Buradaki hikâye ile Mesnevî”deki hikâye bütün ayrıntılarla ve tasvirlerle aynıdır; metnin Mevlâna”nın Mesnevî“sinden tercüme edildiği söylenebilir.

 

  1. Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme(884/1479, 1865 beyit)

Attâr”ın Esrâr-nâme“sinden tercüme denilmekle birlikte mesnevîde yer alan otuz dokuz hikâyenin yalnızca üç tanesi Esrâr-nâme ile aynıdır. Bu hikâyelerden biri ile iki ayrı hikâye Mesnevî“de de mevcuttur.

  1. İbrâhîm Edhem hikâyesi

Tezkiretü”l-Evliyâ türünden eserlerde yer alan meşhur hikâye her iki mesnevîde de bazı farklarla mevcuttur. Hikâyede; İbrâhîm Edhem deniz kıyısında oturmuş, hırkasındaki sökükleri dikerken bir emir gelir ve onun hırkasını dikmekte olduğunu görünce şaşırır. İçinden; “Sultanlığı terk etti de bu yoksulluğu seçti. Bu ne acayip iş!” der. İbrâhîm Edhem onun düşüncesini anlar. Derhal iğnesini denize atar ve yüksek sesle iğneyi ister. Binlerce balık, her birinin ağzında birer altın iğne ile başını sudan çıkarır. Esrâr-nâme“de hikâyenin devamında; İbrâhîm Edhem; “Bu iğneler benim değil” der, bunun üzerine bir timsah gözüne saplanmış iğne ile ortaya çıkar. Mesnevî“deki hikâyede İbrâhîm Edhem, o emire dönüp sorar; “Ey emir, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı?” Esrâr-nâme“de de şu beyitlerle hikâye son bulur:

Ol hükûmet mi uludur yohsa bu

Fikr kılgıl özüne iy nîk-hû

 

Şâh iken biz Belhe ol sultânumuz

Bahra geçürmez idi fermânumuz

Hikâye; Mesnevî“de 20 beyitte (II/3210-3229, s. 246-247); Esrâr-nâme“de ise “Hikâyet Fî Şeyh-i Âlî” başlığıyla 8. hikâye olarak, 30 beyitte (442-471) anlatılır (Ayan 1996: 37-40).

  1. Amid”in kulları

Bu   hikâye   Feridüddin-i   Attâr”ın   Mantıku”t-Tayr“ında   mevcuttur. (Gölpınarlı 2000: V/503).

Bir yoksul, Herat’ta Horasan Amidi (maliye bakanı)”nin kullarını görür. Arap atlarına binmişler, altın sırmalı elbiseler, altınlı külahlar giymişler, süslenmişler, bezenmişlerdir. “Bunlar hangi beyler, nerenin padişahları?” diye sorar. “Bunlar bey değil, Horasan Amidi”nin köleleridir” cevabını alınca; yoksul başını göğe kaldırıp; “Ey Rabbim, kula bakmayı Amid”den öğren.” der. Bir gün padişah, Amid”in kölelerini bir suç sebebiyle hapse attırır, “Efendinizin definesi nerede? Gösterin!” diye kölelere işkence edilir. Tam bir ay bu işkence devam eder. Bir tanesi bile efendilerinin sırrını söylemezler. Bu sırada yoksula uykusunda hâtiften bir ses gelir: “Ey ulu er, gel sen de kul olmayı bunlardan öğren!”

Hikâye; Mesnevî“de 15 beyitte (V/3165-3179, s. 259-260); Esrâr-nâme“de ise “Hikâyet-i Dîvâneyî Der-Zamân-ı Sultân Amîd” başlığıyla 1. hikâye olarak, 30 beyitte (139-186) anlatılır (Ayan 1996: 11-15). Her iki hikâye arasında küçük farklar vardır.

  1. Hâce ve tûtî hikâyesi

Bu hikâye Feridüddin-i Attâr”ın Esrâr-nâme“inde mevcuttur. (Gölpınarlı 2000: I/361). Bir tüccar ticaret için Hindistan”a gidecektir. Evinde kafeste saklanan papağanı (dudu) onunla Hindistan”daki hemcinslerine selam gönderir; “Onlara benim halimi anlat. Mahpusumdur, size selâm söyledi, yardım istedi” demesini ister. Tüccar, Hindistan”daki papağanları görünce, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyler. Papağanlardan biri, bu sözleri duyunca düşüp ölür. Tüccar bu duruma üzülür. Evine dönünce olup biteni kendi papağanına anlatır. Bu sözleri duyan kuş da derhal düşüp ölür. Tüccar çok üzülür. Papağanın cansız bedenini kafesten çıkarıp atınca, kuş uçar ve yüksek bir dala konar. Tüccar bu duruma şaşırınca papağan izah eder; “Ölen kuş yaptığı işle bana öğüt verdi. Seni hapse sokan söz söylemendir demek istedi. Kurtuluşun da ölüm olduğunu gösterdi” der.

Her iki hikâyenin ana fikri “ölmeden önce ölmek” konusundadır, ancak tahkiyede küçük farklar vardır; Mesnevî“deki tâcirin, Esrâr-nâme“de Hintli hakîm olması gibi. Tebrizli Ahmedî”nin hikâyesi, Feridüddin-i Attâr”ın Esrâr-nâme“sindeki hikâyeden alınmıştır. Hikâye; Mesnevî“de araya başka hikâyelerin girmesiyle 300 beyitte (I/1547-1848, s. 124-148); Esrâr-nâme“de ise “Hikâyet-i Hakîm-i Şehr-i Hindû-yı Çîn Vasfıdur” başlığıyla 14. hikâye olarak, 43 beyitte (628-670) anlatılır (Ayan 1996: 53-57).

 

  1. Şemseddin-i Sivasî, Heşt Behişt(992/1584, 2882 beyit)

Dinî, ahlâkî muhtevada nasihatler içeren eser dört “makâm”a, her “makâm” da iki “ravza”ya ayrılmıştır. Bu “makâm”lar ve “ravza”lar; (1) adil emirler(adalet ve zulüm), (2) ilmiyle âmil âlimler(ilim ve cehalet), (3) cömert zenginler (cömertlik ve cimrilik) ve (4) fakirlerle ilgilidir. Eserde Mesnevî“den iki hikâye yer almıştır.

  1. Sultan Mahmûd ve Ayaz

Bu hikâyenin benzer bir şekli Feridüddin-i Attâr”ın Musibet-nâme“sinde mevcuttur. (Gölpınarlı 2000: V/318).

Gazneli Sultan Mahmud”un sadık kölesi ve dostu Ayaz”ın daima kilitli tuttuğu bir odası vardır. Ayaz, arada bir odaya girer, kapıyı kilitler, bir süre kalır, çıkarken de yine kapısını kilitlerdi. Ayaz”ı çekemeyenler, onun bu odada herkesten gizli bir hazine biriktirdiğini düşünürler ve Sultan Mahmud”a şikâyet ederler. Sultan; odayı açıp bakmalarını, hazine bulurlarsa paylaşmalarını emreder. Aslında Ayaz”ın dürüstlüğünden ve o odada hazine olmadığından emindir, ama kıskanç ve kötü niyetli adamlarına bir ders vermek ister. Adamlar odayı açarlar, içeride sadece eski bir çarık ve abâ (post) vardır. Hazinenin gizlenmiş olacağını düşünerek odanın tabanını, duvarlarını kazarlar, deşerler; fakat başka bir şey bulamazlar. Mahcup bir vaziyette Sultan Mahmud”a durumu anlatırlar, hatalarından dolayı af dilerler. Sultan, onların Ayaz”a iftirada bulunduklarını, bu yüzden de affetme veya cezalandırma hakkının da Ayaz”a ait olduğunu söyler. Ayaz, edeple sultanın yanında böyle bir yetkiye sahip olmadığını, hiç kimseyi cezalandırmak istemediğini söyler. Sultan, Ayaz”a, bu çarık ve abâyı neden sakladığını sorar. Ayaz; “Ben saraya bunlarla geldim. Onlardan başka bir şeyim yoktu. Sizin sayenizde büyük bir devlete, yüceliğe kavuştum. Ancak aslımı unutmamak, benliğe düşmemek, kibirden korunmak için bunları sakladım. Arada bir odaya girer, kendime; “Sen buydun, gene aynısın, sakın devlete aldanma, kibre kapılma!” diye nasihat eder, nefsimi terbiye ederim” der.

Heşt Behişt“te bu hikâye Sultan Mahmud”un Ayaz”ı bulup, saraya getirmesinden başlayarak oldukça ayrıntılı anlatılmıştır.

Hikâye; Mesnevî“nin V. cildinde araya başka hikâye ve konular da girerek, 313 beyitte (1837-2149, s. 153-176); Heşt Behişt“te ise adalet ve zulüm konusunun işlendiği 1. “makâm”da, 196 beyitte (548-743) anlatılır (Şemseddin-i Sivasî: 24a-31b).

  1. Nahivciyle gemici hikâyesi

Bu hikâye Ubeyd-i Zâkânî”nin Letâ”if“inde mevcuttur. (Gölpınarlı 2000: I/510).

Hikâyede bir gramer âlimi gemiye biner. Kibirlenerek kaptana “Sen hiç nahiv okudun mu?” diye sorar. Kaptan; “Hayır” deyince; “Ömrünün yarısı boşa gitmiş” der. Kaptan bu sözlere kırılır ama sesini çıkarmaz. Bir müddet sonra sert bir rüzgâr çıkar, gemi girdabın içine düşer. Kaptan dilciye; “Yüzme bilir misin?” diye bağırır. Dilci; “Hayır” deyince; kaptan; “Eyvah! Bütün ömrünü kaybettin. Birazdan gemi batacak” der. Mevlâna kıssadan hisseyi şu sözlerle açıklar:

“Ey oğul, burada yok olma bilgisi (mahv) gerek, nahvi bırak. Onu elde edersen sudan korku yoktur.

Ey şah, deniz ölüyü başında taşır. Dirinin deryada kurtulması ise zordur.

Sen de beşerî vasıflardan ölüysen, sırlar denizinin başı üstünde olursun.

Ey kibrinden halka “Eşek” diyen, şimdi sen buz üstünde kalan eşek gibi oldun.”

Bu kısacık hikâyeden alınması gereken ders çoktur. İlim sahibi olmakla övünmek yanlıştır. Kibirlenmek ise en büyük hatalardan biridir. Kalp kırmak, başkalarının eksik ve kusurlarını araştırmak doğru değildir. Pratik bilgi, teorik bilgiye nazaran daha faydalıdır. Yalnızca bu dünyaya yönelik bilgi yetersizdir. En büyük bilgin bile olsa, önemli olan insanın dünyanın faniliğinden ders almasıdır.

Hikâye; Mesnevî“nin I. Cildinde 18 beyitte (2835-2852, s. 228-229); Heşt Behişt“te ise ilim ve cehalet konusunun işlendiği 3. “makâm”da, 57 beyitte (1383-1439) anlatılır (Şemseddin-i Sivasî: 62a-64a). Heşt Behişt“te kaptanın yerinde gönlü Allah aşkı ile dolu bir derviş vardır.

 

  1. Şemseddîn-i Sivasî, Mir”âtü”l-Ahlâk ve Mirkâtü”l-Eşvâk(996/1588, 4520 beyit)

Dinî ve tasavvufî mahiyette bir nasihat-nâmedir. Ahlâk-ı hamîde (güzel ahlâk); (1) ölümü hatırlama, (2) kanaat, (3) tövbe, (4) tevazu, (5) rızâ, (6) ihlâs, (7) şükür, (8) cömertlik, (9) muhabbet ve (10) nefis muhasebesi konularında on “bâb”; ahlâk-ı zemîme (kötü ahlâk) de; (1) tûl-i emel, (2) hırs, (3) şehvet, (4) kibir, (5) haset, (6) riya, (7) küfrân-ı nimet, (8) cimrilik, (9) Hak düşmanlığı ve (10) ihmal mevzularında on “fasıl”da ele alınır. Birbirinin zıddı olan huylar arka arkaya verilerek karşılaştırma yapılır. Mesnevîde peygamber kıssalarına, evliya menkıbelerine ve din büyüklerinin hikâyelerine başvurulmuş, konular ayet ve hadislerle desteklenmiştir. Eserde Mesnevî“den üç hikâye yer almıştır.

  1. Annesini öldüren genç

Bir genç annesini öldürür. Herkes yaptığı iş yüzünden delikanlıyı suçlar. Genç de annesinin utanılacak bir iş yaptığını söyler. Etrafındakiler, annesi yerine adamı öldürmesi gerektiğini söyleyince; delikanlı her gün birini öldürmektense, annesini öldürmenin daha doğru olacağını, kötülüğün kaynağını yok etmenin gerektiğini dile getirir. Mevlâna, hikâyenin sonunda; “O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zâhir olan nefsindir” sözleriyle kıssadan alınması gereken hisseyi açıklar.

Mir”âtü”l-Ahlâk“ta hikâye biraz farklıdır. Bir gencin annesi yoldan çıkmıştır. Delikanlı annesini yabancı bir erkekle uygunsuz şekilde görür. Hemen yabancıyı öldürür. Ertesi gün aynı durum tekrarlanır. Bu şekilde genç, pek çok adamı öldürür. Bu gidişten rahatsız olunca bir azize durumu anlatır. Bu bilge kişi de annesinin ıslahına çare yoksa, öldürülmesinin daha doğru olacağını söyler. Şemseddin-i Sivasî, hikâyenin sonunda bütün kötülüklerin annesinin mide olduğunu, mide dolu olunca insanın nefsin kötü isteklerine uyduğunu, dolayısıyla perhizin insan üzerindeki olumlu etkisini dile getirir.

Hikâye; Mesnevî”nin II. Cildinde 10 beyitte (776-785, s. 59-60); Mir”âtü”l-Ahlâk”ta ise şehvet konusunun işlendiği 3. “fasl”da, 10 beyitte (1338-1347) anlatılır (Toker 2003: 76-77; 318-319).

  1. Ev yaptıran mürit

Şeyhin müritlerinden biri ev yaptırır. Pîri, müridin evine ziyarete gelir.

Müridi denemek için evdeki pencereleri neden açtığını sorar. Mürit de; ışık temin etmek için pencereleri açtığını söyler. Şeyh; asıl sebebin ezan sesini duymak olduğunu, sadece ışık elde etmek niyetinin yeterli olmadığını anlatır. Bu hikâyeden; “Ameller niyetlere göredir” hadisine göre dünyaya dair işlerde bile samimi niyetlerin insana ibadet mükâfatı kazandıracağı dersi çıkarılmaktadır.

Hikâye; Mesnevî“nin II. Cildinde 4 beyitte (2227-2230, s. 171); Mir”âtü”l-Ahlâk“ta ise ihlâs konusunun işlendiği 6. “bâb”da, 11 beyitte (25120-2600) anlatılır (Toker 2003: 104; 429-430).

  1. Leylâ ve Mecnun hikâyesi

Leylâ ve Mecnun hikâyesi bütün doğu edebiyatlarında ele alınan bir konudur. Hikâyeden bir kesit Mesnevî”de kısaca verilir:

“Ahmaklar, bilgisizliklerinden Mecnun”a dediler ki: Leylâ, pek o kadar ahım şahım bir şey değil.

Şehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.

Mecnun dedi ki: Suret testidir, güzellik şarap, Tanrı, bana onun suretinden şarap içirmede.

Halbuki onun testisinde size sirke verdi de onun için onun sevgisi, sizin kulağınızı tutup çekmede.”

Hikâye; Mesnevî“nin V. Cildinde 4 beyitte (3286-3289, s. 269); Mir”âtü”l-Ahlâk“ta ise muhabbet konusunun işlendiği 9. “bâb”da, bazı farklarla ve ayrıntılarla 45 beyitte (3978-4022) anlatılır (Toker 2003: 129-130; 549-553).

 

  1. İmam Adlî Hasan Efendi, Tergîbât(1022/1613, 1723 beyit)

Dinî ve ahlâkî nasihat-nâmedir. On “bâb”dan oluşur. Her “bâb”da önce bir konu işlenmiş, sonra da konuya ilişkin hikâyeler anlatılmıştır. “Bâb”ların konuları: (1) kelime-i tevhid, (2) tövbe, (3) sabır, (4) tevekkül, (5) fakr, (6) kanaat, (7) kaza ve kader, (8) öfkeyi yenmek, (9) cömertlik ve (10) ihlâs şeklindedir. Eserde Mesnevî“den dört hikâye yer almıştır.

  1. Tevbe-i Nasûh

Kuran-ı Kerim”deki; “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe (tövbe-i Nasûh) ile Allah”a dönün” (Tahrîm, 66/8) ayetinden ilhamla oluşturulmuş bir halk hikâyesidir. Bu kıssa, Şemseddin-i Tebrizî”nin Makâlât“ında yer alır. (Gölpınarlı 2000: V/370-372).

Nasûh adlı bir adam vardı. Yüzü kadın yüzü, sesi de kadın sesi gibiydi. Bu özelliğinden faydalanarak, kadınlar hamamında tellaklık yapardı. Hiç kimse onun erkek olduğunu anlamazdı. Nasuh, yaptığı işin doğru olmadığını biliyor, tövbe edip işini bırakıyor ama nefsine uyarak her defasında tövbesini bozuyordu. Hak dostu, ârif bir kişiye giderek hâlini anlatır ve ondan kendisi için dua etmesini ister. Ârif de onun tövbekâr olması için dua eder. Bir gün Nasuh hamamda iken sultanın kızı gelir. Nasuh, sultan kızının yıkanmasına yardımcı olurken, kızın küpesinden çok değerli bir incinin kaybolduğu fark edilir. Hamamın kapısı kilitlenir, her yer köşe bucak aranır. İnci bulunamaz. Bunun üzerine herkesi soyarak, ağız, burun deliğine kadar bütün vücudunu aramaya başlarlar. Nasuh”un yüzü sararır, dudakları morarır, dünyaya geldiğine pişman olur ve ölüm korkusuyla bir daha bu işi yapmamak üzere samimiyetle tövbe eder. Herkes tek tek aranır, sıra Nasuh”a gelir. Artık Nasuh”un korkudan canı çıkmak üzeredir. Tam o anda inci bulunur. Herkes Nasuh”tan şüphelendikleri için ondan özür dilemeye başlarlar. Çünkü Nasuh, sultanın kızının tellakı olarak incinin çalınmasındaki en büyük şüpheli olarak görülmüş, ancak onu incitmemek için aramakta sona bırakmışlar, inciyi çalmışsa geri vermesi için mühlet tanımışlardır. Herkes Nasuh temize çıktığı için sevinir. Sultanın kızı banyosuna devam etmek için Nasuh”u yanına çağırtır ama Nasuh bu kez tövbesini bozmamaya niyetlidir. Hamamı terk eder, gider.

Hikâye; Mesnevî”de 98 beyitte (V/2228-2325, s. 183-191); Tergîbât“ta ise tövbe konusunun işlendiği 2. “bâb”da, 53 beyitte (337-389) anlatılır (Özbekoğlu 2001: 52-56). Tergîbât“ta Nasuh”un âriften dua dilemesi ve inci bulunduktan sonra yeniden çağrılmasına yer verilmemiş, hikâye kısaltılarak anlatılmıştır.

  1. Hz. Ömer ve Çengî Hikâyesi

Yukarıda Ahmed Hayâlî”nin Ravzatü”l-Envâr adlı eserinde sözü edilen hikâyedir. Adlî, hikâyenin sonunda şu öğüdü verir:

Kim ki cândan yönelse

Settâra İrişür hasta cânına çâre

 

Sen de yüz tut Cenâb-ı Hakka yüri

Dilüni mâsivâdan eyle berî

 

Tâ ki Hakk ile âşinâ olasın

Ehl-i hâlün merâtibin bulasın (458–460)

 

Hikâye; Mesnevî“de aradaki diğer hikâyelerin çıkarılmasıyla 139 beyitte (I/1913-1950, 2072-2111, 2161-2222, s. 152-178); Tergîbât“ta ise tövbe konusunun işlendiği 2. “bâb”da, 71 beyitte (3120-460) anlatılır (Özbekoğlu 2001: 56-62). Buradaki hikâye ile Mesnevî”deki hikâye bütün ayrıntılarla ve tasvirlerle aynıdır; metnin Mesnevî“den tercüme edildiği söylenebilir.

  1. Hz. Süleyman-Azrail Hikâyesi

Furûzanfer, bu hikâyenin Hilyetü”l-Evliyâİhyâü”l-Ulûm, Avfî”nin Cevâmiü”l-Hikâyât“ı, hicrî 6. asırda telif edilen Acâib-nâme ve Ferîdüddîn Attâr”ın İlâhî-nâme“sinde bulunduğunu bildirir. Gölpınarlı da Attâr”ın Esrâr-nâme“sinde yer aldığını söyler (Gölpınarlı 2000: I/286-288).

Hikâyede bir adam korkuyla Hz. Süleyman”a gelir, Azrail”in kendisine hışımla baktığını söyler ve ölümden kaçmak için Hz. Süleyman”ın rüzgâra emredip, kendisini Hindistan”a göndermesini ister. Hz. Süleyman, rüzgâra emreder, adam Hindistan”a gider. Ertesi gün Hz. Süleyman, Azrail”i görür ve o adama neden öfkeyle baktığını sorar. Azrail AS, öfkeyle değil, hayretle baktığını çünkü Cenab-ı Hak”tan o adamın ruhunu Hindistan”da almak için emir aldığını, orada görünce bir gün sonra adamın Hindistan”a nasıl gideceğine şaşırdığını ama sabahleyin adamı Hindistan”da bulup canını aldığını söyler.

Hikâye; Mesnevî“nin I. Cildinde 17 beyitte (956-970, s. 77-78); Tergîbât“ta ise kazâ ve kader konusunun işlendiği 7. bâbda, 34 beyitte (1261-1306) anlatılır (Özbekoğlu 2001:126-129).

  1. Hz. Ali”nin öfkesini yenmesi

İslam tarihinden alınan hikâye, Mesnevî“nin ilk cildindedir. Bir savaşta Hz. Ali hasmını alt etmiş, tam öldürmek üzereyken; düşmanı Allah”ın aslanı diye anılan yiğit Ali”nin yüzüne tükürür. Hz. Ali derhal kılıcını elinden atar, savaştan vazgeçer. Hasmı şaşırır ve kendisini öldürecekken neden bıraktığını sorar. Hz. Ali, onun tükürmesinin nefsine çok ağır geldiğini, çok öfkelendiğini, ancak Cenab-ı Hakk”ın öfkeyi yenmeyi ve insanları affetmeyi emrettiği için öldürmekten vazgeçtiğini söyler. Düşmanı bunu duyunca İslâm”ın güzelliğine inanarak Müslüman olur. Mesnevî“de asıl olarak üstünde durulan konu; Hz. Ali”nin Allah için savaşırken, düşmanın hakaretiyle nefsinin ön plana geçmesini önlemek amacıyla kılıcını bırakması; sevginin de, nefretin de; her amelin Allah için olursa değerli olacağı hususudur. Tergîbât“ta ise hikâye, öfkeyi yenmenin güzelliği konusunda örnek olarak verilmiştir. Nitekim Adlî, hikâyeyi şu beyitlerle tamamlar:

Gayzını yutdı itdi ihsânı

Nev müselmâna ol kerem kânı

 

Yuda gör sen de gayzunı dervîş

Kimseyi itme sakın dil-rîş

 

Kerem eyle kerâmete iresin

Cennete ehl-i hâl olup giresin

Hikâye; Mesnevî“nin I. Cildinde 124 beyitte (3721-3844, s. 297-306); Tergîbât“ta ise öfkeyi yenmek konusunun işlendiği 8. bâbda, 34 beyitte (1340-1373) anlatılır (Özbekoğlu 2001:133-135).

 

  1. Füzûnî (Enderunlu Mehmed), Gül-i Sad Berg(1051/1641-42, 167 beyit)

Pend-nâme türünde küçük bir mesnevîdir. Şa”bî”den rivayetle Attâr”ın İlâhî-nâme“sinde, Avfî”nin Câmi”ü”l-Hikâyât“ında (Gölpınarlı 2000: IV/330-331), Kelîle ve Dimne“de (Derdiyok 2005: 184) bazı farklarla ele alınan bir hikâyedir.

Adamın biri tuzakla bir kuş yakalar. Kuş, adama o güne kadar birçok koyunlar, develer yediği halde doymadığını, kendi küçücük bedeniyle hiç doyamayacağını ama kendisini serbest bırakırsa ona üç değerli öğüt vereceğini söyler. Birinci öğüdü adamın elindeyken, ikincisini duvarın üstünde, üçüncüsünü de ağacın üstünde vermek üzere anlaşırlar. Adamın elindeyken şu öğüdü verir: “Olmayacak söze, kim söylerse söylesin inanma!” Bu öğütten sonra adam kuşu serbest bırakır, kuş duvarın üstünde şu ikinci öğüdünü verir: “Geçmiş için, kaçırdığın fırsat için üzülme!” Sonra kuş; “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında değerine paha biçilmez bir inci var. Seni de, oğullarını da devlete eriştirirdi. O inci senin hakkındı. Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın… Öyle bir inci dünyada bulunmaz!” der. Adam, büyük bir üzüntüyle feryat etmeye başlar. Kuş; “Sana geçmiş gitmiş şeyler için üzülme diye nasihat etmedim mi? Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın, yahut da sağırsın sen! Sonra bir de sana, olmayacak söze inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi? Ben, kendim üç dirhem gelmezken, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunur?” der. Adam, bu söz üzerine kendine gelir; üçüncü öğüdü ister. Kuş; “Sanki ikisini iyi dinledin de üçüncüsünü sana bedavadan söyleyeceğim!” der. Mevlâna kıssadan hisseyi özetler:

“Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.

Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez. Ey öğütçü ona hikmet tohumunu pek saçma!”

Gül-i Sad Berg“deki hikâyede küçük farklar vardır. Bir bahçıvan özenle baktığı bahçesindeki meyveleri serçe büyüklüğünde bir kuşun yediğini görür. Tuzak kurarak kuşu yakalar. Kuş, bahçıvanla üç öğüt karşılığında serbest bırakılmak üzere anlaşır. Şu öğütleri verir: 1. Boş söze inanma. 2. Mal elinden çıkınca üzülme. 3. Gücünün yetmeyeceği işle uğraşma. Anlaşma gereği bahçıvan kuşu bırakır. Kuş, bahçıvana karnında kaz yumurtası büyüklüğünde bir inci olduğunu söyler. Bahçıvan çok üzülür, kuşu yeniden ele geçirmek için yalvarır. Kuş da verdiği öğütleri hatırlatarak adamla alay eder.

Hikâye; Mesnevî“nin IV. cildinde 21 beyitte (2245-2265, s. 181-183); Gül-i Sad Berg“de 88 beyitte (61-148) anlatılır (Derdiyok 2005: 191-198).

 

  1. Nâlî Mehmed, Miftâh-ı Heft Kân(1084/1673, 1143 beyit)

Nizâmî”nin Heft Peyker“ine naziredir. Kuran-ı Kerim”den seçilen yedi ayetin tefsirine dair bir mesnevîdir. Eser yedi “kân” olarak tertiplenmiş, her “kân”da önce ayetin tefsiri, sonra konuya uygun bir hikâye, en sonda da münacata yer verilmiştir. Kaynağı Kuran-ı Kerim olan dinî muhtevalı bir eserdir, ancak seçilen ayetler, hikâyeler ve yer yer öğütlerle ahlâkî mesnevî özelliğine sahiptir. Eserde yer alan ayetlerin muhtevası; sıdk ile îmân, îsâr ve infâk, ölümden sonra dirilme, Allah”ın adını tespih etmenin fazileti, Allah”ın nuruna bağlananların korkudan emin olacağı, hayatta iken hayır işleri yapmanın mükafatı ve helal rızkın önemine dairdir. Eserdeki üç hikâye Mesnevî“de de mevcuttur. İlk iki hikâyenin kaynağı Kuran-ı Kerim”dir. Ancak şair üçüncü hikâyeyi Mesnevî”den aldığını belirtir.

  1. Hz. İbrâhîm ve dört kuş

Hikâyenin kaynağı Kuran-ı Kerim”dir. Ayette kısaca anlatılır: “İbrahim Rabbine: “Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: “Yoksa inanmadın mı?” dedi. İbrahim: “Hayır, inandım; fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)” dedi. Bunun üzerine Allah: “Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hakîmdir” buyurdu.” (Bakara, 2/260)

Mesnevî“deki hikâyede yer alan kuşlar; karga, horoz, kaz ve tavustur. Miftâh-ı Heft Kân“da ise aynı kuşlar verilirken yalnızca kaz yerine güvercin değişikliği göze çarpar. Hikâye; Miftâh-ı Heft Kân“da ölülerin tekrar dirileceğine iman etme konusuna dair 3. “kân”da 42 beyitte (568-609) anlatılır (Savaş 2002: 28-29; 106-109). Mesnevî“de ise V. ciltte 33 beyitte (31-63, s. 7-9) hikâyenin başlangıcına yer verilmiş, daha sonra bu dört kuşun nefisteki dört huyun karşılığı olduğu (kaz-hırs, horoz-şehvet, tavus-makam, karga-ümit, uzun ömre tamah) belirtilmiş, arada başka hikâyelerle bu kuşlar ve temsil ettikleri huylar ele alınmıştır.

  1. Yunus Peygamberin hikâyesi

Hikâyenin kaynağı Kuran-ı Kerim”dir (Yûnus, 10/98; Enbiyâ, 21/87–88; Sâffât, 37/139–148). Âyetlerde; Hz. Yunus”un kavmini dine daveti, onların inanmaması, Hz. Yunus”un şehri terk etmesi, bir gemi ile denize açılması, gemi batma tehlikesiyle karşılaşınca çekilen kura sonunda denize atlaması, bir balık tarafından yutulması, balığın karnında iken Cenab-ı Hakk”a dua etmesi ve sonunda kurtulması anlatılır.

Hikâyenin bir bölümü, sabır ve Allah”ı tespih etme konularında örnek gösterilerek Mesnevî“nin II. cildinde 12 beyitte (3135-3146, s. 114-115); bir diğer bölümü de ağlayarak yalvarmanın Allah yanındaki değerine örnek verilerek V. cildinde yine 12 beyitte (1608-1619, s. 134-135) ana hatlarıyla ele alınır. Miftâh-ı Heft Kân“da aynı hikâye ayrıntılı olarak Allah”ın adını anma konusuna ayrılan 4. “kân”da 122 beyitte (637-758) işlenir. (Savaş 2002: 29-30; 112-124).

  1. Dâvûd AS zamanında zahmetsizce helal rızk dileyen şahsın hikâyesi

Furûzanfer, hikâyenin; Sa”lebî”nin Kısasü”l-Enbiyâ“sında ve Ebû”l-Fütûh Tefsîri“nde bulunduğunu bildirir (Gölpınarlı 2000: III/283).

Dâvud AS zamanında bir genç, çalışmayı terk edip kendisini tevekküle verir. Her şeyden elini eteğini çeker, yalnızca ibadetle meşgul olur. Bu arada Cenab-ı Hak”tan da helal rızk diler. Aradan aylar, yıllar geçer. Bir sabah, evine semiz bir öküz gelir. Kapıyı boynuzuyla zorlayan hayvan içeri girer. Evin sahibi, Allah”tan dilediği helal rızkın bu hayvan olduğunu düşünür ve hiç tereddüt etmeden onu keser, derisini yüzmeye başlar. Tam bu sırada öküzün sahibi yetişir, olanları görünce öfkelenir. Ev sahibi de o hayvanın kendisine helal rızk olarak gönderildiğini söyler. Bir müddet tartışırlar, halk oraya toplanır, neticede mahkemeye gitmek zorunda kalırlar. Olaya hakemlik eden Hz. Dâvud, öküzü öldüren kişiye Allah”ın, çalışmadan kimseye rızk vermeyeceğini ve hayvanı sahibinden satın alması gerektiğini söyler. O kişi de Hz. Dâvud”a yalvarır, lütfetmesini, acele karar vermemesini ister; hayvanın kendi hakkı olduğunu söyler. Hz. Dâvud ona iyice kızar. Halk da bu kişiyi kınar. Bu arada suçlu durumuna düşen bu zat Allah”a yalvarır, yardım diler. Duası kabul edilir. Cebrail AS gelir ve Hz. Dâvud”a,  hayvanı, kesen kişiye hükmetmesini söyler. Bunun üzerine Dâvud Peygamber, hayvanın sahibine iddiasından vazgeçmesini, hayvanın kesen kişinin hakkı olduğunu söyler. Hem öküzün sahibi, hem de orada bulunan halk bu karara şaşırır ve şer”an bunun yanlış olduğunu söylerler. Bunun üzerine Hz. Dâvud bunun sebebini açıklar. Buna göre hayvanın sahibi olduğunu söyleyen kişi, suçlu konumundaki zatın babasının bir zamanlar kölesiymiş. Bir gün sahrada efendisini bıçakla öldürmüş ve evinde nesi varsa almış. O zamanlar küçük bir çocuk olan bu genç babasının yüzünü bile görememiştir. Öküzün sahibi olduğunu iddia eden zat efendisini ve bıçağı bir ağacın dibine gömmüştür. Hz. Dâvud, öldürülen kişi şehit olduğundan kemiklerinin çürümeyeceğini söyleyip herkesi onun kabrine çağırır. Bütün halk, kanlar içindeki şehidi ve bıçağı görür. Bunun üzerine, mahşerî kalabalık o gencin yanına gelir.

Bu mucizeyle kalplerdeki şüphe yok olur. Hz. Dâvud, olayı anlattıktan sonra katil olan kişide inkâra mecal kalmaz. Hz. Dâvud katilin; malını, evladını ve kendini, yıllarca Allah”tan helal rızk talebinde bulunan zata hükmeder.

Hikâye; Mesnevî“nin III. cildinde 264 beyitte (2306-2569, s. 187-208); Miftâh-ı Heft Kân“da ise helal rızk istemenin önemine dair 7. “kân”da 101 beyitte (1002-1102) anlatılır (Savaş 2002: 33-34; 148-157).

Nâlî, hikâyenin Mesnevî“den alındığına işaret eder:

Mesnevî bahrinde ol kân-ı safâ

Bir dür ihrâc eylemiş reşk-i Sühâ

 

Pertevi reh-ber tevekkül bâbına

Nûrı mâye ittikâl erbâbına

 

Mesnevîde Hazret-i Mollâ-yı Rûm

Böyle yazmış ol dür-i bahr-i ulûm (1010–1012)

 

Sonuç

Bu çalışmada klasik Türk edebiyatına dahil on dördüncü yüzyıldan başlayarak dört asır boyunca sekiz ahlâkî mesnevîde, Mevlâna”nın Mesnevî“sinden aktarılan veya Mesnevîile ortak olan on dokuz hikâyenin tespiti yapılmaktadır. Bu mesnevîlerden bir kısmında hikâyenin Mevlâna”dan nakledildiği açıktır. Sonuç olarak, Mesnevî“nin; muhtevası ve tesiri bakımından Türk edebiyatında başka hiçbir esere nasip olmayan çok seçkin bir yere sahip olduğu, kültürümüzdeki ahlâkî eserler için temel bir kaynak kabul edildiği görülmektedir.

 

*Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı.

Âmil Çelebioğlu, “XIII-XV. Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlânâ Tesiri”, Mevlâna ve Yaşama Sevinci, Konya 1978; Nezahat Öztekin, Mevlânâ”nın Mesnevî”sindeki Hikâyelerin XIII-XV. Yüzyıl Anadolu Mesnevîlerine Etkisi, İzmir 2000.

 

 

Kaynaklar

Ayan, Gönül, Tebrizli Ahmedî- Esrâr-Nâme (İnceleme-Metin), Ankara 1996.

Çelebioğlu, Âmil, “XIII-XV (İlk Yarısı). Yüzyıl Mesnevîlerinde Mevlâna Tesiri”, Mevlâna ve Yaşama Sevinci, Konya 1978, 99-126.

Derdiyok, İ. Çetin, “Füzûnî, ve Gül-i Sad Berg”i”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.14, S.1, Y. 2005, Adana, s. 181-199.

Gölpınarlı, Abdülbâki (Şerheden), Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Mesnevî ve Şerhi, 3. bs., Ankara 2000, C. I, 286-288.

Köksal, M. Fatih (hzl.), Derviş Hayâlî, Ravzatü”l-Envâr, İstanbul 2003.

Mevlâna, Mesnevi, (çev. Veled İzbudak), C. I-VI, İstanbul 1991.

Özbekoğlu, Aynül Karaca, “Adlî Hasan Efendi”nin Tergîbât Adlı Mesnevîsi (İnceleme-Metin)”, Selçuk Üniversitesi SBE Yayımlanmamış YLT, Konya 2001.

Öztekin, Nezahat, Mevlâna”nın Mesnevî”sindeki Hikâyelerin XIII-XV. Yüzyıl Anadolu Mesnevîlerine Etkisi, İzmir 2000.

Savaş, Hatice, “Nâlî Mehmed”in “Miftâh-ı Heft-Kân”ı” (İnceleme-Metin)”, Selçuk Üniversitesi SBE Yayımlanmamış YLT, Konya 2002.

Şemseddin-i Sivasî, Heşt Behişt, Süleymaniye Kütüphanesi, Mihrişah Bölümü, Nu: 282.

Toker, Birgül, “Şemseddin-i Sivasî”nin Mir”âtü”l-Ahlâk Adlı Mesnevîsinin Tenkidli Metni ve İncelenmesi”, Selçuk Üniversitesi SBE Yayımlanmamış DT, Konya 2003.

Yavuz, Kemal, Âşık Paşa, Garîb-nâme (Tıpkıbasım, karşılaştırmalı metin ve aktarma), İstanbul 2000.