SEMA’ VE MUKABELE

A+
A-

SEMA VE MUKABELE

Abdülbâki Gölpınarlı

Mevlevi mukabelesi:

Karşılaşmak anlamına gelen mukabele kelimesi, bütün tarikatlerde ve bilhassa Mevlevîlerde, tarikat âyinini icra etmek yerinde kullanılagelmiştir.

Mevlevîlerin, sûfi tarikatleri dedikleri esmâcı tarikatlerin bir kısmında kıyamî, yâni ayakta, bir kısmında da oturarak zikredilirken dervişler, halka halinde ve tabiî birbirlerine karşı oturdukları gibi, Mevlevîlerde de Sultan Veled devri denen törende, post önünde birbirlerine karşı niyaz etmek âdettir. «Mukabele» kelimesi, bu bakımdan bir terim haline gelmiş ve âyin anlamına kullanılmıştır.

Mukabele semâ’-hânede yapılır. Semâ’-hâne, ekseriyetle türbeyi de ihtiva eden ve kenarında seyircilere mahsus ayrı bir yeri bulunan geniş bir binadır. Asıl se-mâ’a mahsus olan yer, tamamiyle birbirine bitişik ve cilâlı tahtayla döşenmiştir. Semâ’-hânenin üst kısmında da merdivenle çıkılan «mutrıbhâne» vardır.

Mukabele, ihya geceleri ,yani şimdi kandil geceleri denen Rebiülevvelin onikinci gecesi  (Hz. Muhammed’in doğduğu gece, mevlid), Recebin ilk cuma gecesiyle (regaib), yirmi yedinci (miraç), Şabanın onbeşinci (berat) ve Ramazanın yirmiyedinci geceleri (kadir), kurban ve ramazan bayramlarının arefe günlerinin akşamları, yâni bayram geceleri, ihya geceleri, yâni uyunmıyacak ve ibadetle geçirilecek gecelerdir. Gündüzleri öğle namazından sonra, geceleri de yatsıdan sonra mukabele yapılır.Her tekkenin ayrı mukabele günleri vardı. İstanbul Mevlevîhânelerinin mukabele günleri, şu günlerdi:

Cuma: Galata (Kulekapısı). Cumartesi: Üsküdar. Pazar: KasımpaşaPazartesi: Yenikapı. Salı: Kulekapısı. Çarşamba: Beşiktaş (Bahariye).Perşembe: Yenikapı.

Maamafih bazan ihvan toplanınca mukabele günü olmadığı halde de mukabele yapılabilirdi. Taşradaki Mevlevî-hânelerde mukabele günü,  daima cuma günüydü. Konya’da da cuma günü, Selimiye camiinde Cuma namazı kılınır, herkes namaza, tennuresiyle, hırkasiyle gider, namazdan doğruca semâ’-hâneye gelinir, mukabele icra edilirdi.

Rivayete göre evvelce mukabele günü ve vakti yokmuş. İhvan toplanırsohbet esnasında bir vecid, bir zevk hâsıl olursa şeyh, meydancıya emreder, o da canlara haber verir, semâ’-hâneye gidilip mukabele yapılırmış. Sonradan, Mahmud II. vakitli vakitsiz Mevlevî-hânelere gelmiye, gelince de mukabele yapılmıya başlanmış. Fakat mukabelenin, bir vecid sonucunda değil de padişahın gelişi yüzünden yapılması, Mevlevîlerce hoş görülmemiş. Şeyhler, toplanıp her tekkeye bir mukabele günü ayırmışlar ve herhalde çelebilik makamına da haber verdikten sonra padişaha, payıtahtızda hergün öğle namazından sonra Mevlevi mukabelesi icra edilmektedir diye günlerin listesini arzetmişler ve bu suretle de padişah gelince mukabele yapılmasının önüne geçmişler.

Mukabele:  

Namaz vakitlerinden önce canlardan biri, hücrelerin bulunduğu koridorda sağı üste gelmek ve parmaklar açık bulunmak şartıyle kollarını parmak uçları omuzlara gelecek tarzda çaprazvari göğsüne koyar, sağ ayağının da baş parmağını sol ayağının baş parmağı üstüne koyup başını biraz fazlaca eğmek üzere öne doğru eğilip ayakta niyaz eder ve son heceleri, nefesi yettiği kadar çekerek «Hûûûûû, salâââââ», yahut son hece­yi yine nefesi yettiği kadar çekerek «Vakt-i sala yâhûûûûû» diye bağırır. Bu sesi duyanlar, abdest alıp tennurelerini, tennurenin üstüne giyilen ve kısa bir mintana benziyen deste-güllerini giyerler, elifî-nemetlerini kuşanırlar, çoraplarını çıkarırlar, resim hırkalarını omuzlarına atarlar ve hazırlanırlar. Bu sırada namaz vakti de gelmiş olur ve ezan okunur.

Ezandan sonra meydancı dede, yahut onun emriyle canlardan bîri, birer birer hücrelerin kapısını açarak ve «Hû» hecesini biraz fazla çekerek, kalın sesle, fakat bağırmadan «buyurun yahûûûûû» der. Bu davet üzerine herkes kalkıp semâ’-hâneye gider.

Semâ’-hâneye girişte eskilik sırasına riayet edilmez. Kim evvel gittiyse o girer. Fakat içeriye giren, kıdemine göre kenarda bir yerde durur. Semâ’hâneye girilirken iç kapıda, eller göğüste olarak baş kesilir, yâni kapıya gelen can, semâ’-hânenin medhalinde durur. Sağ ayağının baş parmağını, sol ayağının baş parmağı üstüne koyup vücudunu, belden itibaren, başını biraz daha fazla ve göğsüne doğru indirmek suretiyle eğilir. Kapının tam ortasında bulunduğu ve şeyh postunun ortasına doğru dümdüz uzandığı farzedilen hattı istivaya basmamak ve kapının biraz sağ veya sol tarafında baş kesmek suretiyle tazimini yapıp sağ ayağiyle içeriye girer ve nerede duracaksa oraya gidip bş keserek ayağını mühürler, yâni sağ baş parmağını sol baş parmağının üstüne koyup durur.

En kıdemli yer, şeyh postuna en yakın yerdir. Tarikate yeni girenlerin yerleri de kapıya yakın olan yerlerdir. Matbah canları, yâni çile-keşler, herkesin alt tarafında ve kapıya yakın yerlerde dururlar. Bu suretle semâ’hâneye girenler, semâ’hânenin çevresindeki hasır veya kilim döşeli yerde beklerler. Semâ’zenbaşı, şeyhe en yakın yerdedir ve ondan başka kimse, hırkasının kollarını giymemiştir. Resim hırkaları, omuzlardadır ve hırkanın kolları yanlardan aşağıya sarkar. Herkes girdikten sonra şeyh gelir. Kapıda, aynı tarzda baş kesip niyaz eder. O niyaz ederken herkes ve onunla beraber aynı zamanda oldukları yerde baş keser.

Şeyh, doğruca postuna gider ve namaza durur. Bu sırada herkes, hırkasının kollarını giyip semâ’hânenin ortasına doğru yürür. Saflar düzülür ve namaza başlanır. Sünnet kılınınca aynen cami usulünce mutrıb-hâneden üç kere tevhid sûresi  okunur, Fatiha verilir. Müezzin dede kamet getirir, imam dede mihraba geçer ve namazın farzı cemaatle kılınır. Mevlânâ, imamlık etmediği için Mevlevi şeyhleri de imam olmazlar . Tekkelerin ayrıca imamları vardır. Namaz bitip tesbih çekildikten ve dua edildikten sonra medler çekilerek kalın sesle ve nefes bitinceye kadar ağır bir surette şeyh tarafından «Falem ennehû» denir ve hep beraberce üç kere «Lâ ilahe illallah» kelime-i tevhidi zikredilir. Üçüncüsünden sonra semâ’zenbaşı, yahut mutrıbdan birisi ve ekseriya müezzin dede «Ve hâtemün ne-biyyine Mühammedür Rasûlullâhi hakkan ve sidka ve salli ve sellim ve bârik alâ eşrefi nûri cemî’il enbiyâi vel murselin velhamdü lilâhi rabbü âlemin» der . Şeyh, ilk heceyi çekerek «Faaaaaaatihâ» deyince herkesoturduğu yerde secde eder gibi yere kapanıp secde yerini öper ve kalkıphırkasının kolunu çıkararak evvelce bulunduğu yere gidip ayakta bekler. Şeyh de aynı zamanda secde yerini öpüp kalkmıştır. Postunda, yüzünü semâ’hâneye dönüp canlara karşı ve yine yeri öperek oturur. Şeyhle beraber herkes oturup yeri beraberce öper. Bu törenden sonra semâ’-hânedekiler, diz üstü ve oldukları yerlerde, sırtlarında hırkaları olduğu halde otururlar. Şeyh, ellerini açıp post duasını okur. Canlardan ellerini açanlar olsa bile hırka içinde görünmez. Eğer şeyh, Mesnevi okutacaksa postuna oturmadan Mesnevi kürsüsüne çıkar ve canlar yerlerine gitmeden kürsünün önünde ve kürsüye müteveccih olarak otururlar. Mesnevi okutulduktan sonra şeyh, post duasını kürsüde okur ve inerken herkes yerine çekilir. Şeyh postuna geçip otururken hep beraber oturup yine şeyhleberaber secde vaziyetinde eğilerek yeri öperler.

Post duası      

«Bârekâllâh ve berekâtı kelâmullâhrâ. Evvel azamet-i buzurgvâr-ı Huda celle celâlühu ve amme nevâlühu, kâffe-i enbiyâ-yi izam ve rüsül-i kiram salevâtullâhi ve selâmuhu aleyhim ecmaîn ervâh-ı tayyibeleriyçün, hassaten sultân-ül-enbiyâ, burhân-ül-asfıyâ Hazreti Muhammedinil Mustafâ sallahu taâlâ aleyhi ve sellemiii pâk, mutahhar, mücellâ, musaffa, azîz-ü lâtif rûh-ı mukaddes-i şerîfleriyçün ve Çhâr yâr-ı güzin-i bâ safa ve Fâtımatüz-Zehrâ ve Hadîcetül-Kübrâ ve Âyişetüs Sıddıyka ve Hazret-i İmâm Hasen-i Alî ve Hazret-i İmâm Huseyn-i Velî ve şâir eimme-i sâdât, zürriyât-ı mukaddese-i Rasûl-ullâh ve Şühedâ-yi deştri Kerbelâ ve Aşere-i mübeşşere ve Ezvâc-ı mutahhara ve bâkıy ashab-u ansâr-ı izam, tabiîn, tebe’-i tabiîn ve eimme-i müctehidîn-i zevil-ihtirâm ervâh-ı mukaddese-i şerîfeleriyçün, rıdvânullâhi taâlâ aleyhim ecmaîn. Ve mecmu’-ı evliyâ-yi agâh ve ârifân-ı billâh ve alel-husûs Hazret-i Sultânel ulemâ ve Hazret-i Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve kutbül âşıkiyn, gavsül vâsılın, sultân-ül kümmelîn Hazret-i Mevlânâ ve Mevlel-ârifîn mettaanallâhu bi envâri sırrıhil yakıyn ervahı mukaddese-i şerîfeleriyçün ve Hazret-i Şeyh Şemsüddîn-i Tebrîzî ve Hazret-i Celebi Husâmeddîn ve Şeyh Salâhuddin Zer-kûb-ı Konevî ve Şeyh Kerîmüddin, Sultân-ibn-is Sultân Hazret-i Sultân Veled Efendi ve Vâlide-i Sultân ve Muhammed Alâeddin Efendi ve Hazret-i Ulu Arif Efendi ve Âbid Efendi ve Vâcid ve Bahâeddin Âlim Efendi ve Mazhareddîn Âdil Efendi ve Muham­med Âlim Efendi ve Pir Efendi ve Cemâleddîn Efendi ve   Husrev Efendi ve Ferruh Efendi ve Sultân-ı Dîvânî Muhammed Efendi ve Bostan Efendi ve Ebû-Bekr Efendi ve Arif Efendi ve Pir Huseyn Efendi ve Abdülhalîm Efendi ve Hacı Bostan Efendi ve Muhammed  Sadreddîn Efendi ve Hacı Muhammed Arif Efendi ve Hacı Ebû-Bekr Efendi ve el-Hâc Muhammed Efendi ve Muhammed Saîd Efendi ve Sadreddîn Efendi ve Fahreddîn Efendi ve Mustafa Safvet Efendi ve Abdülvâhid Efendi… ervâh-ı tayyibeleriyçün, nevverallâhu merâkıdehum ve caalel cennete mesvâhum. Ve cemî’-i güzeştegân-ı çelebiyân-ı hulefâ ve meşâyih-i fukara, ahibba ervâh-ı tayyibeleriyçün, bâkıyler selâmetiyçün, izzeüü, fazüetlü Çelebi efendimizin selâmetiyçün, şevketlü, mehâbetlü pâdşâh-i dîn-i    islâm ve asâkir-i müslimîn ve huccâc-ı Beytül-harâm selâmetiyçün ve güzeştegân-ı şâir turuk-ı aliyye ervâhiyçün, sarkan ve garben kâffe-i mü’minîn-ümü’minât ve erbâb-ı hukuk ve ashâb-l hayrat ervâhiyçün ve bu meclis-i şerifte hâzır olan ihvanın dünyevî ve uhrevî murâdât-ı hayriyyeleri hasıl olmakhğıyçün, vakt-i şerîf hayrı, hayırlar fethi, şerler defi, niyazlar kabulü, murâdât husulü, demler ,safâlar izdiyâdı ve Hak taâlâ’nin azîz rızâyı şerîfiyçün celle ve alel Fatiha. Rûh-ı pür fütûh-ı Hazret-i Seyyidüs-sakaleynrâ salevât: Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Azamet-i Hudârâ tekbîr: Allâhu ekber Allâhu ekber Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber Allâhu ekber ve lillâhil hamd. Assalâtu vesselâmu aleyke yâ Rasûlallâh, assalâtu vesselâmu aleyke yâ Habîballâh, assalâtu vesselâmu aleyke yâ nûre arşillâh, assalâtu vesselâmu aleyke yâ seyyidel-evvelîne vel âhırın ve şefî’-al-müznibîn ve selâmün alel-mürselîn, velhamdu billahi rabbil-âlemîn el-Fâtiha»

Post duasından sonra mutrıbdan naat okunur. Naat, Mevlânâ’nın, Hz.Muhammed’i öven, yahut da övüşle bir münasebeti bulunmıyan herhangi bir gazelidir. Naat okuyana naat-hân denir. Naat, hususî bestesiyle ve ayakta okunur. «Yâ Hazret-i Mevlânâ, Hak dûst» diye başlar,«Yâ tabib-al-kulûb, yâ Veliyy-Allâh, Allah Allah Hak dûst» diye biter.

Naat bittikten sonra mutrıbdan ney-zen başı, hangi âyin okunacaksa o makamdan taksime başlar, makamları gezer. Herkes naatı ve taksimi oturduğu yerde, başı eğik bir halde dinler. Taksimin sonunda, okunacak âyinin makamına girerken hafifleyen neye bir başka ney de dem çekerek iştirak eder ve tam taksim bitince şeyhle beraber herkes aynı zamanda birden ellerini şiddetle yere vurup ayağa kalkar. Bu sırada da kudümle beraber neyler ve diğer müzik âletleri hep birden peşreve girmişlerdir.

Devri Veledî

Peşrev çalınırken devr-i Veledî başlar. Şeyh önde olduğu halde herkesardarda ve bir sıra halinde, peşreve ayak uydurarak ve sessiz bir halde içinden ism-i celâl çekerek yavaş yavaş yürümiye başlar. Şeyhin kırmızı postunun önüne gelen posta ve hattı istivaya basmamak ve arkasını semâ’hâneye dönmemek şartiyle karşı tarafa geçerken geriye döner. Arkadan gelen, postun öbür tarafında durur. Birbirlerinin yüzlerine ve kaşlarının arasına bakıp birbirlerine karşı baş keserler. Sonra postun solundaki, yine semâ’hâneye arka çevirmeden döner ve yürür. Arkasındaki, aynı tarzda onun yerini alır, kendisinden sonrakiyle niyazlaşır. Sıranın en sonundaki nev-niyaz, şeyhle karşılaşmış olur ve birbirlerine baş kesip niyaz ederler. Böylece semâ’hâne üç kere devredilir. Semâ’hanede türbe varsa yürüyenler, tam yatırın hizasında durup baş keserler, ondan sonra yollarına devam ederler. Her yürüyen, semâ’hânenin kapısının önüne ve şeyh postunun hizasına gelince hattı istivanın önünde durup baş keser ve hattı istivaya basmadan geçip yoluna gider. Devr-i Veledî’nin sonuna beş altı adım kala peşrev durur, şeyh, posta gelinceye kadar küçük bir taksim yapılır. Son, yâni üçüncü dönüşte en nihayetteki can, şeyhin postunun karşı tarafına geçer ve şeyhi beklemeden baş kesip döner ve yürür. Çünkü bu son dönüşte şeyh, postuna geçip duracaktır. Böylece herkes yine yerine gelmiş olur. Şeyh de posta geçer, canlara karşı dönüp semâ’hâneye doğru baş keser. Canlar, hep birden ve onunla beraber, oldukları yerlerde baş keserler.

Post cemiyeti, mevlit, miraciye okunuşu gibi resmî törenlere diğer tarikat şeyhleri de çağrıldığı için onlar da semâ’hâneye girerler ve bilir bilmez, devr-i Veledî’ye iştirak ederler. Pek kalabalık cemiyetlerde, Sultan Veled devri de denen devr-i Veledî’ye iştirak edenlerin ikişer, üçer, hattâ dörder sıra olup post önünde o suretle ikişer, üçer, yahut dörder kişinin aynı sayıdaki canlarla niyazlaştığı vâkidir.

Semâ ve selâmlar      

Devr-i Veledî’den sonra mutrıbtan âyin okunmıya başlanınca canlar,semâ’zenbaşı müstesna, hırkalarını sağ elleriyle ve parmak uçlariyle yakasından tutup bir eda ile yere atarlar, kollarını, sağı üste gelmek ve ellerin parmak uçları omuzları tutmak üzere göğüslerine çaprazvârî koyarlar, tennure ve deste-gülleriyle kalırlar. Şeyh, postunda eğilip beş keser Canlar da hep birden ve onunla beraber baş keserler. Şeyh bir iki adım atıp postun önüne gelir ve yine beraberce niyaz ederler.

Kollan giyilmiş olarak sırtında hırkası bulunan semâ’zenbaşı, yürüyüp şeyhin önüne gelir, baş kesip şeyhin elini öper, bu sırada şeyh de eğilip onun sikkesini öpmek suretiyle semâ’zenbaşıya niyaz etmiş olur. Bu sırada şeyh ve semâ’zenbaşıyla beraber canlar da oldukları yerlerde ni­yaz ederler.

Semâ’zenbaşı, bu niyazdan sonra, şeyhin karşısında ve biraz sağda durur. Semâ’zenler, birer birer yürüyüp şeyhe aynı tarzda niyaz ederler ve hırkasından biraz dışarıda bulunan elini öperler. Şeyh de eğilip niyaz eden canın sikkesini öper. Semâ’a girecek can usta semâ’zense semâ’zenbaşı, sağ ayağını yana doğru koyup onun ortaya geçmesini işaret etmiş olur. Pek usta değilse ayağını ortaya doğru koyar ve yan tarafı açar, semâ’zen de kenarda semâ’a girer.

Semâ’a giren, yavaş yavaş kollarını omuzlarından göğsüne doğru sıyırarak indirir ve ellerini çapraz vaziyetten kurtarıp yanlarına getirir. Kanat açar gibi kıvrılan kollarını yavaşça düzelterek her iki kolunu yukarıya doğru kaldırır ve düz bir şekilde açmış olur. Vücuda nispetle başa doğru yükselmiş olan düz kolların sağ eli, dua vaziyetinde ve yukarıya doğru açıktır, sol eli aşağıya doğru sarkar. Baş sağ tarafa eğiktir, yüz tamamiyle sola çevrilmiştir. Gözler kapanır, yahut süzülür ve içten ismi celâl çekilerek semâ’ edilirken tennure de açılır. Son semâ’zen de semâ’a girdikten sonra şeyh, postunun geri tarafına doğru çekilir ve baş kesip ayakta durur. Semâ’zenbaşı da şeyhe doğru baş kesip canların arasındadolaşmıya başlar.

Semâ’zenbaşmın vazifesi, yürümiyen olursa, yanında hafifçe ayağını yere vurarak yürümesini ihtar etmek, birbirine tennure çarpan, yâni tennuresinin eteğini, önünde veya arkasında bulunan semâ’zenin tennuresine dokundurup sendeleten veya sendeliyen, semâ’ı bozan, varsa yine önündekini yürütmek suretiyle buna mâni olmak, hâsılı semâ’ın düzenini korumaktır. Ayağını yere vurup ihtar ederken mestinin ökçesini yerden kaldırmaması ve bu suretle yalnız ayağın ön tarafiyle vurarak fazla ses çıkarmadan kime ihtarda bulunuyorsa bu sesi yalnız ona işittirmesi şarttır.

Âyinin ilk kısmı bitip her fasılada, âyinin makamına uygun terennüm başlayınca canlar, oldukları yerlerde, fakat düşmemek için, ikişer üçer kişilik gruplar halinde ve birbirlerine dayanarak dururlar ve yine ellerini, çaprazvârî göğüslerine koyup niyaz vaziyeti alırlar. Bu suretle birinci selâm bitmiş olur ve buraya «selâm başı» denir. Ancak selâm başında, postun önünde bulunmamak için semâ’zen, daima posta yaklaşınca direk tutar, yâni sol ayağını, durduğu yere tespit eder, bulunduğu yerde döner ve önündekinin postu geçip bir miktar ilerlediğini görünce o da süratle postun önünden geçer.

Selâm başında şeyhle beraber herkes baş keser. Sonra şeyh, postun önüne doğru yürüyüp niyaz ederken aynı zamanda herkes yine niyaz eder.

Semâ’zenbaşı, şeyhin ön tarafında yer alır. Semâ’zenler, birer birer şeyhin önünde baş kesip semâ’a girerler. Fakat bu sefer el öpülmez. Semâ’zenbaşi, yine herkese semâ’ edeceği yeri, ayağıyle ve vaziyetiyle gösterir. Âyinin ikinci kısmı bitince aynı tören yine icra edilir ve üçüncü selâm da aynı tarzda biter. Dördüncü selâmda, yâni törende dördüncü defa olarak başlıyan semâ’da, semâ’zenler tamamiyle semâ’a girince şeyh de postundan ileri yürür, niyaz edip semâ’a girer, semâ’hanenin ortasındaki avizenin altına gelir ve orda direk tutarak semâ eder. Ancak şeyh kol açmaz. Sol eliyle, semâ’ ederken açılmaması için hırkasının sağ tarafını üste getirerek belden aşağı kısmından tutar, sağ eli de hırkasının sağ yakasındadır. Dördüncü selâmda âyin okunması bitince son peşrev ye son yürükten sonra tek bir ney, taksime başlar. Artık taksim sesinden ve semâ’zenlerin çıplak ayaklarının döndükçe çıkardığı gıcırtılardan başka hiç bir şey işitilmez. Bu selâmda herkes olduğu yerde direk tutarak, yâni yürümiyerek semâ’ eder. Sona doğru neye, bir başka ney dem tutarak karışır. Şeyh, bunu duyunca yavaş yavaş, semâ’ ederek postuna doğru yürür ve semâ’dan çıkıp yeri öperek otururken mutrıbtan Eûzü Besmeleyle aşır başlar.

Semâ’zenler de oldukları yerlerde kollarını omuzlarına getirip niyaz vaziyeti alarak semâ’ı bırakırlar ve oturup yeri öperek yere doğru eğilmiş bir vaziyette kalırlar. Üçüncü selâmdan sonra semâ’dan çıkıp hırkalarını omuzlarına alarak kenarda duran bir kaç kişi, derhal yerlerdeki hırkaları sağ kollarına toplarlar ve herkesin sırtına rasgele bir hırka atarlar. Sırtına hırka atılan terli ve yorgun semâ’zen, derhal hırkaya bürünür ve niyaz vaziyetini terkederek oturur.

Aşır bitince şeyh, «Fâtihâa der. Şeyhle beraber herkes ayağa kalkar. Semâ’zenbaşı, yahut Konya’da tarikatçi dede, diğer tekkelerde aşçıbaşı, yahut da bu hizmetle muvazzaf duacı dede, hırkasının kollarını giyip ileri  ve şeyhe doğru dönüp ellerini açarak şu duayı okur:

«Bârekâllâh veberekât-ı Kelâmullâhrâ. Semârâ, sâfârâ, vefârâ, vecd-ü hâlât-ı merdân-ı Hodârâ. Evvel azamet-i büzürgı-i Hodâ ve risâlât-ı rûh-ı pâk-i Hazret-i Muhammed Mustafârâ. Ve Çhâr yâr-i Güzin-i Hazret-i Ha-bibullâhrâ. Ve Hazret-i İmâm Hasen-i Alî ve Hazret-i imâm Huseyn-i Velî ve Şühedâ-yı deşt-i Kerbelârâ. Ve evliyâ-yi agâh ve ârifân-ı billâh alelhusus Hazret-i Sultânel-ulemâ ve Hazret-i Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, kutbül-âşıkiyn, gavsül-vâsülîn Hazret-i Hudâvendgârrâ. Ve Haz­ret-i Şeyh Şemsüddîn-i Tebrizî ve Çelebi Husâmüddîn ve Şeyh Salâhuddîn Zer-kûb-ı Konevi ve Şeyh Kerimüddîn, Sultân-ibn-î Sultân Hazret-i Sul­tân Veled Efendi ve Vâlide-i Sultânrâ. Ve Hazret-i Ulu Arif Efendi ve Âbid Efendi ve Vâcid Efendi ve Bâhâaddîn Âlim Efendi ve Mazhareddîn Âdil Efendi ve Muhammed Âlîm Efendi ve Arif Efendi ve Pir Âdil Efendi ve…. ra. Ve sair çelebiyân-ı hulefâ ve meşâyih-i fukarâ-yı mâzîrâ. Ve mezîd-i hayât-ı çelebiyân-ı hulefâ ve meşâyih-i fukarâ-yı bâkıyrâ. Ve alel-husûs pîşevâ-yi erbab-ı tarikat ve cedd-i büzürgvar-ı hakıykat selâmet-i Hazret-i Çelebi Efendîrâ. Ve devâm-ı ömr-ü devlet-i pâdşâh-ı dîn-i İslâm ve selâ-met-i şehzâdgân-ı cüvan-bahtânrâ. Ve selâmet-i vezîr-i a’zam ve şeyhül­islâm efendîrâ. Ve selâmet-i vüzerâ-yı azâm ve ulemâ-yi kiram ve meşâyih-i zevil-ihtirâmrâ. Ve mansûr-u muzaffer şüden-ı asâkir-i dîn-i islâm ve makhûr-u münhezim şüden-i a’dâ-yı dîn-ı dûzah-encâmrâ. Ve selâmet-i huccâc-ı Beyf-ullâhrâ. Ve ruh-ı revân-ı bânî-i in dergâh (Burada tekkenin kurucusuyla o zamana dek şeyhlik edenler anılırdı) dede efendîrâ. Vesafâ-yı vakt-i dervîşan, haziran, gaaibân, dûstân, muhibbân, ez şark-ı âlem tâ be garb-i âlem ervâh-ı güzeştegân-ı kâffe-i ehl-i âmânrâ. Ve rızâ-yı Hu-dârâ Fâtîhat-ül-kitâb berhânîm azîzan.

Fatiha okunduktan sonra duacı dede, şunları okur:

«Azamet-i Hudârâ tekbîr: Allâhu ekber Allâhu ekber Lâ ilahe illal-lâhu vallâhu ekber Allâhu ekber ve lillahil hamd. Assalâtu vesselâmu aleyke yâ Rasûlallah. Assalâtu vesselâmu aleyke yâ Habîballah. Assalâtu vesselâmu aleyke yâ nûre arşillâh. As salâtu vesselâmu aleyke yâ seyyidel evveline vel âhirin ve şefî’-al müznibîn ve selâmin alel mürselîn velhamdü lillâhi rabbil âlemin.»

Bu duadan sonra şeyh «Fatiha» der. Fatiha okunduktan sonra semâ’hânedeyatır varsa o tarafa doğru dönüp baş keser ve «Eûzü billahi mineş-şeytânir-racîm Bismillâhirrahmânir-râhîm Elâ inne evliyâ’-Allâh lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn . Sadakallâhül azîm Sübhâne rab-bike rabbil-izzeti amma yasıfûn ve selâmün alel-mürselîn velhamdü lillâhi rabbil-âlemîn el-Fâtiha.»

Yine Fatiha okunur. Bundan sonra şeyh yüksek, kalın bir sesle ve yavaş yavaş, medleri çekerek «Ervâh-ı tayyibeleri şâd-ü handan ve berekât-ı rûhâniyyet-i aliyyeleri ihsan oluna. Dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-i Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî hû » diyelim der. Şeyhle beraber bütün canlar baş keserek yüksek sesle ve nefes miktarınca «Hûûûûû » derler ki bu, mukabelenin bitimidir

Şeyh, posttan kapıya doğru yürür. Ortadaki avizeye yaklaşınca durup baş keserek «Esselânıu aleyküm» der. Şeyhle beraber herkes baş keser ve aşağıdan semâ’zenbaşı, yahut aşçıbaşı veya tarikatçı, «selâm» kelimesinin meddini uzatarak ve sondaki «hû»yu da nefes miktannca çekerek «ve aleykümüsselâm ve rahmetulîâhi ve berekâtü hüûûû» diye selâmı alır. Şeyh, avizeyi geçince kapıya yakın yine aynı tarzda bîr kere daha selâm verir. Bu sefer selamı mutrıbdan birisi ve yine aynı tarzda alır. Semâ’hâne kapısına gelince dönüp içeriye doğru baş keser. Bütün canlar da şeyhle beraber niyaz ederler. Şeyh çıktıktan sonra herkes sırasiyle yürüyüp kapıda, geriye dönerek baş keser ve çıkar.

Niyaz mukabelesi           

Bazan şeyh, yahut canlardan, muhiblerden, yahut mukabeleyi seyreden ve tarikat usulünü bilen ziyaretçilerden birisi, canlara bir niyaz, yâni bir miktar para gönderir. Mevlevilerde niyaz sayısı dokuz ve dokuzla taksimi kabil olan onsekiz, yirmiyedi, otuzaltı gibi bir sayıdır. Bu sayıya riayetle dokuz, onsekiz, yirmiyedi… lira, yahut kudretine ve zamanın ihtiyacına göre kuruş, mecidiye gibi bir miktar parayı, semâ’zenbaşıya verir. Bu para, son selâm bitmeden mutrıba götürülür, kudümzenbaşının kudümü üstüne bırakılır.

Bunun üzerine mukabelede son peşrev çalınmaz, neyzenbaşı, kısa bir segah taksimi yapar ve «niyaz mukabelesi» baslar. «Ey âşıklar, ey âşıklar, ben toprağı inci yaparım. Ey çalgıcılar, ey çalgıcılar, definizi altınla doldururum» mealindeki

İy âşıkan iy âşıkan men hâkrâ govher kunem

İy mutnbân iy mutrıbân deff-i şumâ pur zer kunem

beyti bulunan hüseynî âyini okunduğu vakit de şeyh, mutrıba bir miktarpara yollar ve niyaz mukabelesi yapılır.

Bu mukabelede niyaz âyini denen âyin okunur ki güftesi sudur, daha doğrusu şu parçalardan meydana gelmiştir:

Şem’i ruhuna cismimi pervane düşürdüm

Evrak-ı dili âteş-i sûzâna düşürdüm

Bir katre iken kendimi ummana düşürdüm

Mevlâyı seversen benî söyletme gamım var

        Dinle sözümü sâna direm özge edadır

        Derviş olana lâzım alan ışk-ı Hudadır

        Aşıkın nesî vâr ise ma’şûka fedadır

        Semâ’ safa cana vefa ruha gıdadır

Aşk ile gelin eyliyelim zevk-u safâyı

Göklere değin irgörelim huy ile hâyı

Mestane olup depredelim çeng ile nâyi

Semâ’ safa câna vefa ruha gıdâdir

        İy sûfî bizim sohbetimiz cana safadır

        Bir cur’amızı nüş edegör derde devadır

        Hakk ile bizim ettiğimiz ahde vefadır

          Semâ’ safa cana vefa ruha gıdadır

Işk ile gelin tâlib-i cûyende olalım

Şevk île safâlar sürelim zinde olâlım

Hazret-i Mevlânâ’ya gelin bende olâlım

Semâ’ safa cana vefa ruha gıdâdır

           Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin

           Tenlerde vü canlarda nîhan hep sen imişsin

           Senden bu cihan içre nişan ister idim ben

           Âhır bunu bildim ki cihan hep sen imişsin

İy ki hezâr-âferin bû nice sultân olur

Kulu olan kişiler husrev-u hakan olur

Her ki bu gün Veled’e înanuban yüz süre

Yoksul ise bay olur bây ise sultân olur

Niyaz mukabelesi, yürük bir semaî çalınarak kısa bîr taksimle biter.